16
Oca
22

NİYET ENERJİSİNİN HAYATIMIZA ETKİLERİ


Niyet Çalışması

NİYET ENERJİSİNİN HAYATIMIZA ETKİLERİ

Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim.

Elhamdülillahirabbilalemin.

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Rabbişrahli sadri ve yessirli emri vahlül ukdeten min lisani yefkahu kavli.

Konuşmamızın feyizli olması ve büyüklerimizin himmetinin daima üzerimizde olması için bir Fatiha üç İhlas okuyarak başta Peygamber Efendimiz Aleyhisselam olmak üzere tüm Peygamberlerin, evliya ve büyüklerin, Allah dostlarının, ve bu vatanı bize bırakan tüm şehitlerimizin de ruhlarına hediye edelim inşallah. Rabbim hediyelerimizi onlara ulaştırsın.

Bu haftanın konusunu niyet olarak belirledik bunun sebebine biraz değinmek istiyorum. Her amel ve eylemimizin başındaki niyetimiz çok önemli. Neyi neden yaptığımızı bilmeliyiz. İlk önce niyetlerimizi kontrol etmeli, yanlış giden bir şeyler varsa müdahale etmeliyiz, çünkü hayatımızın nasıl geçeceği niyetlerimizle çok ilgili.

Niyet nedir?

Bir işi yapmaya azmetmek ve niçin yapıldığına karar vermektir niyet. Müslümanın her amel ve eylemenin başında niyetin büyük önemi vardır. Nitekim sevgili Peygamberimiz de: “Ameller niyetlere göredir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır.” buyurmuştur. Niyet amelden daha önemlidir. Önce ameli değil niyetimizi sorgulamamız lazım: “Ben bunu niçin yapıyorum?” sorusunun altını nasıl doldurduğumuz önemli. Niyetimiz temiz olduktan sonra akıbetimiz de iyi olur inşallah. Yaptığımız güzel şeyler her ne kadar dışarıdan beğeni toplasa da niyetimiz farklıysa bir ayar verelim kendimize. İçimize dönerek yoklayalım. Niyetleri sağlamlaştıralım. Nice güzel amel vardır ki niyetimiz samimi ve temiz olmadığı için maalesef sevabını kaçırmış olduğumuz. İmamı Gazali Hazretleri; “Niyetsiz amelin meşakkat ve yorgunluk olduğunu söyler.” Mesela bir diyet uyguluyoruz ve günde iki öğün yiyoruz diyelim. Bu bizim için bir yorgunluk vesilesi olabilir. Oysa oruca niyetlenerek diyetimizi de uygularsak hem sağlıklı beslenmiş hem de orucun sevabını almış oluruz. Niyetimize göre açlığımız anında bir anlam ifade etmiş olur. Biraz da enerji konusuna değinmek istiyorum.

Enerji nedir?

Enerji bir sistemin iş yapma kapasitesine denir. Niyet ettiğimiz anda harekete geçen çekim gücü de diyebiliriz enerji için. Maddelerin değişmesi için enerjiye ihtiyaç vardır. Önce niyetlenmeden istediğimiz yere ulaşmak pek de olası değildir.

 Mesela; hacca gitmeye niyet ettiğimizde elimizdeki oku o yöne attığımızı ve o isteğimizi kendimize doğru çektiğimizi düşünelim. Niyet ok, enerji ise çekim gücü. Eğer niyet yoksa o çekim gücü de olmayacaktır. Ayrıca niyetlendiğimiz şeylerin enerjisi bizi harekete geçirir. Mesela biz hanımlar çok iyi biliriz ki misafir çağırmaya niyetlendiğimizde bir anda evi temizleyerek ikramları hazırlama enerjisi dolar içimize ve bizi harekete geçirir. Böyle bir niyetimiz yoksa yataktan bile kalkmaya enerjimiz olmayabiliyor. Bir keresinde, yeni çocuk sahibi olmuşum resmen lohusa depresyonu yaşıyorum. Hiçbir şeyi becerememe korkusu içimdeki yaşama sevincini alıp götürmüş gibi. Ev dağınık, yorgunum, kolumu kaldıracak hâlim yok. O sırada bir telefon geldi misafir geleceğini öğrendim. Bende ne depresyon kaldı ne isteksizlik. Kısa sürede evi toparlayarak birkaç ikramlık bile hazırladığımı hatırlıyorum. Niyetin hareket enerjisini çok net yaşamıştım.

Tüm canlıların enerjiye ihtiyacı var, bizim de bu enerjiyi yararımıza kullanmaya. Niyet ettiğimizde zihinden maddeye hareket başlar. Bu nedenle önce niyetlenerek bunu düşüncemize yerleştiriyoruz. Tabiri caizse; oku hedefe atıyoruz. Allah’ın izniyle niyetimize açık hâle geliyor onu kendimize doğru çekmiş oluyoruz.

Neyi düşünürsek onu kendimize yaklaştırmış oluruz ve düşündüğümüz şeyi yaşarız. Niyeti yüksek olmayan insanın hayalleri de ufku da dar olur. Neyi hayallerimizde canlandırıyorsak onu yaşama olasılığımız artar. Biz her şeyi kendimiz yapıyoruz zannetsek de bizi güçlü tutan da enerjiyi içimize veren de Allah. Bu nedenle Allah’tan gelecek enerjiye gönlümüzü her zaman açık tutmalıyız. Benim her sene yaptığım sizden de mutlaka yapmanızı istediğim bir şey var; “Niyet kumbarası.”  Kendinize bir kutu oluşturun ve bu sizin niyet kumbaranız olsun. Önünüzdeki bir yıl boyunca neleri yaşamak istiyorsanız hepsini yazın. Mesela ben neler yapmak istediğimi, nereleri gezip görmek istediğimi, hangi yazarların eserlerini okumak istediğimi, ne kadar sadaka vermek istediğimi, evimde kimleri ağırlamak istediğimi, hangi ilimleri öğrenmek istediğimi, kaza olan namaz ve oruçlarımı yerine getirmeyi, hatta hangi akrabalarımı ziyaret etmek istediğimi bile yazıyorum. Niyetini aldığımız andan itibaren göreceksiniz Allah bize o enerjiyi verecek, o imkânı sağlayacak inşallah, yeter ki biz yürekten isteyelim ve çaba gösterelim. Genelde bunu senenin başında yapıyorum ve bir sene sonra açıp baktığımda kaç niyetim gerçekleşmiş kaçı gerçekleşmemiş görebiliyorum. Diyelim ki bir iyilik için niyetimizi aldık ama ulaşamadık o zaman da hiç endişelenmeyin çünkü bunlar yapmışız gibi amel defterimize yazılıyor. Şöyle; bir şeye niyetlendik ve yapabildik ise onun sevabı birden yedi yüze kadar Allah’ın takdirine göre yazılır ama niyetlendik de yapamadık diyelim. O zaman da niyetine girdiğimiz için yine bir sevabı alırız inşallah. Ama her şeyden önce o niyeti gönlümüze koymamız lazım. Niyetin önemi burada da ortaya çıkıyor. Hayırlı işlerin niyetine bile girmek bize sevaplar kazandırıyor.

Niyetlerimiz hayatımıza ektiğimiz tohumlardır ve bu tohumların olgunlaşması için yapmamız gerekenler elbette ki var. Mesela sulamak, bakımını yapmak ve tabi ki güneş ışığı olmazsa olmaz. Yapmak istediğimiz şeyleri gerçekleştirmek için haftalık, aylık programlarla hedefe doğru adım adım ilerlememiz gerekiyor. Bu niyetler kişisel hayat planımızın bir parçası. Her Müslümanın mutlaka bir kişisel hayat planı olmalı. Ölümün ne zaman geleceğini bilmeyen bizler bu hayatı çok planlı ve dikkatli yaşamalıyız. Bizim televizyon dizileri karşısında ya da sosyal medyada geçirecek boş vaktimiz yok. Kişisel hayat planımızın da yine en başında niyetlenmek var. Her niyet enerjisi ayrıca, birer duadır. Ağzımızdan çıkan her söze lütfen çok dikkat edelim çünkü gerçekleşme olasılığı çok yüksektir. Kullandığımız yanlış cümleler dua yerine geçebilir. Bedduayı asla ağzımıza almayacağız. Bize düşen güzel niyetlerle güzel kelimeler kullanmak. Negatif sözler ve düşünceler bizi sandığımızdan çok daha fazla etkiler. Negatif düşündüğümüz andan itibaren maalesef o enerjiyi üzerimize çekeriz. Allah’ın bedenimize yüklediği sırlar çok fazla ve bunlardan biri de düşündüğümüz şeyleri kendimize çekmek. Ne düşünürsek onu davet ettiğimizin bilincinde olarak yaşamalıyız.

 İlk önce bizi dibe çeken negatif düşünceleri zor da olsa hayatımızdan çıkarmamız lazım. Mevlânâ Celalettin Rumi bu konuda diyor ki: “Ey insan, sen ne düşünüyorsan O’sun ve onu yaşarsın. Sen ruh ve düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiktir.  Gül düşünürsen gülistan olursun, diken düşünürsen dikenlik olursun.” Olumlu düşünceleri zihnimize davet edelim. İnsanların bize karşı yaptıklarına da hep olumlu bir pencereden bakmaya çalışalım. İlişkilerimizde niyet okuyuculuğu yapmayalım. Ağzımızdan hep kötü cümleler çıkıyorsa ilk önce dönüp kalbimize bakmalı ve niyetlerimizi sorgulamalıyız.

Şimdi bu yazıyı okuyan herkes içinden bir şeye niyetlensin. Önce gözlerinizi kapatarak niyetinizin gerçekleştiğini düşünün. Bunun için hayal gücünüzü zorlayın. Sadece o niyete odaklanın, sanki olmuş gibi hissedin. O niyetinizi gerçekleştirdiğinizde ne hissettiğinize ve ne kadar mutlu olduğunuza odaklanın. Bunu yaşadığınız zaman hayatınız nasıl değişecek. Ektiğimiz niyet tohumlarımızı hayal gücümüzü de kullanarak suluyoruz aslında. Niyetimizi aldık, gözümüzde canlandırdık sonra Allah’a dua edeceğiz: “Allah’ım bana bunu gerçekleştirme gücü ver.” diye.  Tabi ki üzerimize düşen çabayı gösterecek, çalışacağız. Başımdan geçen bir şeyi sizinle de paylaşmak istiyorum. Bu konuda güzel bir örnek olacağını düşünüyorum. Sohbetlere, seminerlere giderken bazen evime çok uzak oluyordu ve yolda birkaç vesait değiştirerek gitmek zorunda kalıyordum. Uzun saatlerim yolda geçiyordu. Ben de Allah’a şöyle bir dua ettim: “Allah’ım benim işimi kolaylaştıracak bir yol arkadaşı, bir dost nasip et.” Sonra bir arkadaş çıkardı Rabbim karşıma meğer o da işten ayrılmış sohbetlere gitmek, ilim öğrenmek istiyormuş. Bir yerde Allah bizi buluşturdu ve o kadar işim kolaylaştı ki anlatsam bitmez. Allah ondan razı olsun beni evimden alıp yine evime bıraktı, bana çok iyi bir dost oldu. Hem onun hem de benim duam kabul olmuş oldu.

Niyet kutusunun dışında bir niyet panosu da oluşturabiliriz. Niyetlerimizin görselinin gözümüzün önünde olması bizi daha fazla motive edecektir. Mesela üniversiteyi kazanmak için çabalayan bir öğrenciyseniz kazanmak istediğiniz üniversitenin fotoğrafını asabilirsiniz. İnananın bu yöntem hepimize çok iyi gelecek. Hacca gitmeyi isteyen biri niyetini her daim diri tutmak için Kâbe fotoğrafı asabilir. Böylece her gördüğünde içi aşkla dolacak, niyetine sımsıkı sarılacaktır.

Önce niyet ettik güzel şeyler yapmaya, hayal kurarak gerçekleştirdiğimiz zaman yaşayacağımız duyguları hissetmeye çalıştık, duamızı ettik, çabaladık sonra görselini panoya astık şimdi ise serbest bırakıyoruz; Rabbim inşallah onu bize kolaylaştıracak. “İyi de tamam, ben tüm bunları yaptım, hadi hemen oluversin.” diye düşünmeyeceğiz. Bizden çabalaması. Her şeyin bir zamanı olduğunu da aklımızdan çıkarmayacağız. Allah’ın takdirini de göz ardı etmeyeceğiz. Biz talip olacağız, çalışacağız gerisini sabırla beklemesini de bileceğiz. Hani keramet deriz ya anlamını biliyor muyuz? Keramet ikram demektir. Allah’u Teala onu ikram edecek ama ne zaman ikram edeceğini O’nun takdirine bırakıyoruz.

Hepimizin dertleri vardır. Bu konuda da kendi uyguladığım bir şeyi önermek istiyorum size. Önce dertlerinizi tek tek listeleyin ama en başına; “Kuldan Sultan’a dilekçe” yazmayı unutmayın. Sonra en altına; “Allah’ım bu sıkıntılarımın çözümünü sevdiğin kullar hürmetine bana nasip eyle.” diye yazalım ve bir ajandamızın arasına koyalım. Arada bir çıkarıp bu dilekçeyi kontrol edelim bakalım hangi derdimizden kurtulmuşuz. Ben bunu uyguladım ve birebir yaşadım. Allah’ın izniyle kurtulduğum sıkıntıların tarihlerini yazdım karşılarına. Uygularsanız siz de faydasını görürsünüz inşallah.  

Kısaca daha önce değindiğim bir konudan bahsetmek istiyorum. Yaşam çemberini hatırlıyorsunuzdur; sekiz dilimli bir pastaya benzetmiş, ortasına bir mihenk taşı koyduğumuzu anlatmıştım. O mihenk taşı o kadar önemli ki tüm her şey aslında ona bağlı; niyet. Niyetimiz halis olduğunda her şey yoluna girecek. “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi yani; Sen’in rızana ulaşmak için yaşıyorum.” demek. Odak noktamızda bu niyet olursa hem ummadığımız yerden yardımlar görür hem de hayata karşı farklı bir bakış açısı geliştirebiliriz. Çünkü bu şekilde düşünen insan; mesleğini, günlük yaşamını, ailesiyle geçirdiği vakti, sosyal ilişkilerini, kendine ayırdığı vakti, pişirdiği yemeği, uykusunu bile hep bu pencereden görür ve öyle düzenler. Artık her şeyin başında O’nun rızasının olup olmadığını düşünür ve öyle yaşamaya başlar. “Bu yaptığımda Allah’ın rızası var mı, harcadığım parada, yediklerimde, konuştuklarımda Allah’ın rızası var mı?” Önce dünya işimizi öne aldığımızda her şey karışıyor ama önce O’nun rızası dediğimizde her şeyin tek tek yoluna girdiğini göreceksiniz. Önce dünya diyenlerin hem işleri zorlaşır hem de ahiretten nasipleri olmaz. Öyleyse kalp pusulamızı düzeltelim de yanlış yollara götürmesin bizi. Bunun için de imanımızın kuvvetli olması gerekir. İmanımızı kuvvetlendirmek için dinimizi okuyup öğrenmemiz gerekir. Önce ahiret diyenin dünya işleri kolaylaşır. Zamanla Allah’ın rızası neredeyse oraya yönelmeye ve öyle yaşamaya başlarız inşallah. Yeter ki mihenk taşımız sağlam olsun. Zaten asıl olan da budur; yaptığımız her şeyi niyetimizle sorgulamak.

Bir şeyi yapmadan önce niyet enerjisine ihtiyaç duyan tek varlık insan. Hayvanlar içgüdüleri ile hareket ederler ama biz yapıp ettiklerimize bir niyet giysisi giydirmedikçe onu yapacak enerjiyi de bulamayız. Bizdeki irade nimeti neyi, niçin yaptığımızın farkında ve bilincinde olarak hareket etme sorumluluğu veriyor. Akıl nimetini niyetimizi belirlerken kullanıyoruz, niyet ettiğimiz şeyleri yapmak için irademiz giriyor devreye.

 Bir şeyi Allah rızası için yapan insan yaptıklarını başkalarına göstermeye hiç ihtiyaç duymaz. Mesela misafire hazırlanan sofranın sosyal medyada yayınlanması bir görünür olma göstergesidir. Eğer Allah rızası söz konusu olursa böyle şeylere ihtiyaç duyulmaz. Allah rızası için yaptığımız şeye gösterişi karıştırmayalım ki amelimiz saf ve tertemiz kalsın.

Bahsettiğimiz konu ile ilgili bazı örnekler vermek istiyorum: “Şüphesiz ki Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir. Muhakkak O, gönüllerin özünü de hakkıyla bilendir.”[1]  Mesela hicret sırasında sahabelerimizin amacı Allah’ın dinini daha rahat yaşayabilmekmiş, tek bir kişi dışında. O da sevdiği kadına kavuşma niyetiyle hicret eden Ümmü Kays. Diğerleri hicret sevabı alırken o alamamış. Aynı yolu, aynı çilelerle gittiği hâlde sevap kazanamamış çünkü niyeti farklıydı. Niyetin önemi burada gayet güzel anlaşılıyor. Bu yaşanan olaydan sonra Alemlere Rahmet Sevgili Peygamberimiz: “Kişinin amelleri niyetlerine göredir.” diye buyuruyor.

Bir de gençliğimde öğrendiğim ve beni her zaman disipline sokmuş bir Hadisi Şerif paylaşmak istiyorum: “Peygamber Efendimiz (sav) müflisin yani iflas edenin kim olduğunu kast ederek; Dağlar kadar amelle Allah’ın huzuruna geldiği hâlde desinler diye yapanın hâlidir diye örnek veriyor.” Çünkü gösteriş için yapılan amellerin ahirette maalesef üstü çizilecek. Hiçbir şeyi başkaları için yapmamaya çalışalım. Kalp pusulamızın ayarlarına dikkat edelim inşallah.

Abdullah İbni Ömer’in oğlu Salim, Ömer Bin Abdulaziz’e mektubunda bir cümle yazar ki bizi niyetlerimiz konusunda düşünmeye sevk eder: “Şunu iyi bil ki Allah’u Tealanın kuluna yardımı kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa Allah’ın ona yardımı da tam olur.  Niyeti ne kadar azalırsa Allah’ın yardımı da azalır.”

Aklımıza gelen her güzel şeyi duaya dökelim, niyet olur, nasip olur, yol olur, hâlolur, diyor Hazreti Mevlânâ. Yaşanmış birkaç örnek vermek istiyorum: Yıllar önce bir sohbette duymuştum: “Her sene hacca niyetlenin gidemeseniz de adınız hacıların arasında yazılır.” diye. O zamanlar da maddi durumumuz hacı olamaya hiç müsait değil ama bunu dinledikten sonra hacca niyetlendim ve kısa bir zaman sonra abimin daveti üzerine hacca gitmek nasip oldu. Siz niyetinizi kalbinize alın belki de yaşamanıza çok az kalmıştır.

Bize ümit aşılayan bir şey daha var. İbadetlerini yapan bir insan bir gün gelir de hastalanır yapamazsa o zamana kadar yaptığı ibadetleri yine yapıyormuş gibi sevabına nail olurmuş. Çünkü niyet önemli, yaptığı, yaşadığı şeyler çok önemli.

Mesela Takkeci İbrahim Efendi’yi duydunuz mu?  Türbe ve camisi İstanbul’un Topkapı semtindedir. Takke satan bu şahıs bir cami yaptırmaya niyet ediyor ama başka geliri yok. Başına bir sürü şeyler geliyor. Bir rüya ile Bağdat’a kadar gidiyor sonra geri dönüyor. Kendi evinin altında bir küp altın buluyor ve camiyi yaptırıyor. Size tavsiyem bir hafta sonu çocuklarınızla gidin o camiye, yolda hikâyesini de konuşun. Ne güzel bir etkinlik olur.

Evlatlarımızı hayırlı yetiştirmeye niyet edelim göreceksiniz Allah yardım edecek. Niyetin bereketini hemen herkes hayatının bir yerinde mutlaka yaşamıştır.

Günümüzde her şey gösterişe dökülür oldu. Bazen düşünüyorum ümmet olarak hâlimizi. Tek bir çözüm görüyorum; yeniden ihlas ile niyetlenip başlamalıyız. Biliyorsunuz; Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır.  Kalplerimize bir format atmaya ihtiyacımız var. “Ya Rabbim ne yapıyorsam önce senin rızan için yapacağım.” diyelim. İhlasımızı yenileyelim. Sosyal medyanın karşısında harcayacak çok vaktimiz yok. İçinde bulunduğumuz anın kıymetini bilelim, elimizden akıp gidiyor.

İyilik zayi olmaz, kötülük unutulmaz, herkes ektiğini biçer, herkes ektiğini bulur.

Allah’ım gönlümüzü senden, Habibinden ve seni sevenlerden ayırma. İyi niyet ve salih amellerde bizleri muvaffak kıl. Sevdiğin ve razı olduğun kullarından eyle. Âmin. 


[1] Fatır Suresi: 38

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Rana Tatlıpınar ve Nurhayat Başbuğ’a

Ses kaydını yazıya hazırlayan: Ayşe Sarıçiçek’e

Yazı Editörümüz: Ayşe Sarıçiçek’e

Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

17.9.2021/ Cuma

Mihrican Ulupınar

Manevi Danışman Ve Rehber / Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ Profesyonel Yaşam Koçu

23
Kas
21

GENÇLERİMİZ VE ROL MODELLERİ


ROL YAPMAYAN ROL-MODEL OLMAK... - Selçuklu Mahmut Sami Ramazanoğlu Anadolu  İmam Hatip Lisesi

GENÇLERİMİZ VE ROL MODELLERİ

Eüzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil alemin. Vesselatu Vessalamu Ala Seyyidina Muhammedin ve Âla Âlihi ve Sahbihi Ecmain.

Öncelikle verimli bir çalışma olması için üç İhlas, bir Fatiha okuyarak Peygamber Efendimize (sav) ve tüm din büyüklerimize hediye edelim.

Bugün gençlerimizin rol modellerini ele almak istiyorum. Tabi ki her çağda olduğu gibi günümüzde de gençlerin rol modelleri var ve olmalı da. Fakat asıl önemli şey; bu rol modellere gerçekten ihtiyaçları var mı, örnek alacakları kişileri gerçekten kendileri mi seçiyor yoksa tamamen popüler kültür dayatması mı? Ya da örnek aldıkları kişiler, akımlar, modalar gençleri bulundukları yerden daha ileri seviyeye taşıyor mu?

Sosyal medya sahte şöhretlerle dolu. Bunlar maalesef gençliğe yeni adım atan evlatlarımızı olumsuz etkileyebiliyor. Dizi ve sinemalarda ki karakterler, YouTuberler, sözde fenomenler, instagram güzelleri… Her yer kötü örneklerle dolu olsa da önemli olan çocuklarımıza yanlışı anlama ve ona uymama becerisi kazandırabilmek. Gelişimleri için ihtiyaçları olan rol modelleri onlara sunabiliyor muyuz?

Çocuklarımız gözlerini dünyaya açtıkları andan itibaren bağlanabilecekleri, sevildiklerini hissettikleri bir anne babaya ihtiyaç duyarlar. Bu konuda zararın neresinden dönülse kârdır ama özellikle 0-6 yaş aralığı çok önemli. Eskiden mahallemizde kaldırımlar yapılırken beton dökülür biz de hemen gider beton üzerine adımızı yazardık. Beton kuruduktan sonra yıllar geçse de adımız üzerinden silinmezdi. İşte ben bu yaşları örnekteki gibi üzerine yazı yazılan ıslak betona benzetiyorum. Bu yaş aralığındaki birçok şey silinmemecesine kazınıyor benliklere. 0-6 Yaş aralığında kazanılan değerler yıllar geçse de önemini yitirmiyor. Her zaman çocuğun benliğindeki yerini koruyor. Bu nedenle bu yaşlara gereken önemi vermeliyiz.

 Çocuklar için en kolay öğrenme yöntemi taklittir. Çevresindeki insanları taklit ederek birçok şeyi kendiliğinden öğrenirler. Önce anne ve babayı rol model alırlar. Bu yaş aralığında karşınıza alıp onlara bilgi vermeye çalışmaya gerek yoktur. O yaştaki çocuklarla farkında olmasak da davranışlarımızla konuşuruz. Çok sevdiğim bir söz vardı: Ne olduğun o kadar bağırıyor ki, ne dediğini duyamıyorum.[1] Çocuklarımıza ancak yaşayışımızla örnek olabiliriz. Zaten bu birçok şeyden daha etkili bir yöntemdir ve aslında hepimiz bu yöntemi kullanırız. Mesela şiddet içinde büyüyen çocuk her zaman şiddete meyilli olur, ya da aşırı baskı altında büyüyen çocuk toplum içinde kendini ifade edemez. Evde çocuğun var olabilmesine fırsat vermeliyiz ki güveni artsın. Aşırı duygusal bir anneyle büyüyen çocuk da büyük bir ihtimalle sulu göz olur. Ebeveynlerden biri hastalık hastası ise çocuk da aynı şekilde yaşamaya devam eder. Sürekli şikâyet eden ebeveynleri varsa çocuk da şikâyet etmeyi öğrenir. Ağzı bozuk, küfreden bir babası varsa küfretmeyi normal görmeye başlar. Bu konuda sadece anne babalara yüklenmek istemiyorum çünkü tüm çevremiz ve akrabalarımız da çocuğun dünyasında önemli yeri olan örnekler. Her birimiz örnek alındığımızı düşünerek hareket etmeliyiz. Aslında hepimiz birer rol modeliz. Mesela; ben tane tane konuşmayı eski bir komşumuzdan öğrenmiştim. Bir komşu hastalandığında ona yemek yapıp götürmeyi, hâlini hatırını sormayı yine annemin bir arkadaşından öğrendim. Dönüp arkama baktığımda annemin komşularının bile benim kimliğimi oluşturmamda ne kadar etkili olduklarını görüyorum. Bu çağda komşuluk ilişkileri zarar gördüğü için bu konuda da çocuğun besleneceği kaynaklar eksilmiş oluyor. Sadece anne ile eksiğin giderilmeye çalışılması mümkün değil. Annenin tek başına her şeye yetişmesi imkânsız. Bu nedenle hepimizin sağlıklı bir sosyal çevreye ihtiyacımız var.

Haftada bir yapılan aile toplantılarının anne babalara çok yardımcı olacağını düşünüyorum. Bu toplantılarda her birey kendisini rahatça ifade edebileceği ortamı bulmuş olur.

Kültürel zenginliklerimizi, inançlarımızı, değerlerimizi önce kendimiz yaşamalıyız ki hayata bakış açımıza her davranışımızda çocuklarımız da şahitlik etsin. Kültürel zenginliklerimizden örneğin hasta ziyareti, taziyeler, bayram ziyaretleri, evde misafir ağırlama gibi… Bunlar hep yaşayarak öğrenilecek şeyler. Çocuklarımızın ibadetlerine düşkün olmalarını istiyoruz ama biz sabah namazına kalkıyor muyuz, namazımızı tadili erkana uygun kılıyor muyuz, hak yememek önemli ama biz bu konuda hassasiyet gösteriyor muyuz? Anne babalar olarak onlara ne kadar örnek olabiliyoruz? Pedagoji ilminde çocuğa ne yapacağını söylemek yerine o davranışı kendimizin yapması gerektiği anlatılır. Çocuklar kusursuz kameramanlardır. Çocukken gördüklerini kaydeder ve büyüdüğünde bunları muhakkak kullanır. Ergenlik döneminde hepsini birleştirerek kendi benliğini inşa eder.   

Bence en büyük çıkmazımız el âlem ne der düşüncesinin bizi yönetiyor olması. Bu nedenle evlendirirken en güzel çeyizi verelim, eşyaları en iyisinden olsun, mesleği takdir edileceği prestijli bir iş olsun gibi şeyler bizi yönlendiriyor olabilir. Şimdi bir de genç kızlarımızda estetik yaptırma gibi bir akım çıktı. Gelinim- eşim çok güzel olsun düşüncesi iyi ahlaklı olması düşüncesinden önce gelmeye başladığından beri birçok kızımız estetiğe yöneldi. Herkes burnunu yaptırma çabasında. Maalesef her sima birbirinin aynısı olmaya başladı. Ruhsuz, ifadesiz suratlar çoğaldı. Yüzü güzele kırk günde doyulur ama huyu güzele kırk yılda doyulmaz sözü atasözlerinde kaldı.

Bir insanda ahlak güzelliği oturmuş ise yalan söylememeyi, sadakati, hoşgörüyü, sevgiyi, merhameti, şefkati, nezaketi, çalışkanlığı ve daha birçok hasleti bünyesinde barındırır. Önce anne babalar da bu anlayışın oturmuş olması gerekiyor ki gençler de aynı pencereden bakabilsinler.

Gençler evlensin istiyoruz ama bizim çocuklarımız evliliğe manen hazırlar mı? Kendilerini buna hazırlıyorlar mı? Bu konuda genellikle birinci önceliğimiz maddi konular oluyor. Evet bir ailenin geçimi için maddiyat önemlidir ama her şey değildir. Para huzur getirmez. Bunun için gençlerin mutlaka ilim öğrenmesi gerekiyor. Güzel ahlak ilmi çok önemli. İmamı Gazzali’nin Kimyayı Saadet ve İhya kitaplarında bu konuda gereken bütün bilgiler o kadar incelikli işlenmiş ki keşke her gencin okumasını sağlayabilsem. Özellikle güzel ahlak bölümlerini mutlaka tavsiye ediyorum.

Çocuklarımızı Allah bize pırıl pırıl gönderiyor. Ekilmeye hazır birer tarla. Ne ekersek onu biçeceğiz. Yapılan düğünün şekli, helal rızıkla beslenmek, hamile kalmadan önce bile yaşayışımız doğacak olan çocuğumuza etki eder. Nasıl başlarsa öyle gider. Bir anne adayı hamile olduğunu anladığı andan itibaren yaşayışına daha fazla özen göstermeli. Hem maddi hem manevi beslenmesine dikkat etmeli. Abdestsiz gezmemeye çalışmalı. Bunlar hassas konular.

Mesela son birkaç yıldır popüler olan cinsiyet partilerini biraz konuşalım istiyorum. Bizim Müslüman Türk kültürümüzde böyle bir şey yok. Hamile olan anne adayı gebeliğini gizlerdi, namahremden saklardı. Bundan kasıt da çocuğun güzel ahlaklı olacağı inancıydı. Doğru ya da yanlış bence dikkat edilesi güzel gelenekler bunlar. Şimdi özellikle sosyal medyada cinsiyet partisi adı altında sahte bir kültür oluşturuldu. Gençlerimiz bunlara özeniyorlar maalesef. Toplumun her kesiminde böyle temelsiz ve ahlakı bozucu şeylere özenerek bunlara uymaya çalışanlar oldukça fazla. Bir kere eskiden elindeki nimetler belki olmayanı üzer diye çok ortaya serilmezdi şimdi ise insanların gözüne sokulmaya çalışılıyor.

Oysa hamile kadın yaşayışına, dinlediklerine, konuştuklarına çok dikkat etmeli, içinde taşıdığı nimetin farkında olmalı. İnanın ergenlikte oluşacak kimlik bile buralara bağlı. Mayası temiz çocuk ergenlik döneminde bazen sağa sola sapsa da sonunda doğru ve tertemiz kimliğine geri döner.

Sadece çekirdek ailemiz içerisinde sağlıklı çocuk yetiştirmek mümkün değil. Her çocuğun akrabalarıyla geçirmesi gereken, hala dayı teyze sevgisini yaşaması gereken zamanlar var. Her birinden öğreneceği ayrı ayrı şeyler var.  Modellemeye ihtiyacı olan çocuk bunları görerek büyüyecek. Geniş sosyal çevre çocuğun modellemesi için oldukça önemli.

Bir insanın ahlak gelişimi kaç yaşında tamamlanıyor?

Çocuklarımız evlenme çağına gelinceye kadar kimlik gelişimlerinin ancak yarısını tamamlayabilirler. Evlendikten sonra eşi ve onun çevresiyle de diğer yarısını tamamlar. Bizler de yuvalarımızı kurduğumuzda eksik parçalarımızı zamanla yerlerine koyduk. Aslında bu tamamlanma hâli ölünceye kadar devam eder. Yaşadığımız her yeni şey de biraz daha gelişir ve böylece   insanı kâmil yolunda ilerleriz.

Ergenlik döneminde genç sorular sormaya başlar. Ben kimim, nasıl bir insan olmak istiyorum, kime benzemek istiyorum? Cevaplarını da çevresindeki rol modellere göre şekillendirir. Ailesi tarafından zenginlik takdir edilen bir şey ise ne olursa olsun çok para kazanmaya çalışır. Eğer güzel ahlak ise takdir kazanan bilinçli ya da bilinçsiz güzel ahlak olur kıymet verdiği, eğer dış görünüşe çok önem veriliyorsa beğenilmeyeceğini düşündüğü yerlerini tıbbi müdahalelerle değiştirme yoluna girebilir.  

Ergenlik döneminde çocuklarımıza her zamankinden çok daha fazla anlayışlı davranmalıyız. İletişim kurmaya çalışmalı, onlarla konuşmalıyız. Onlara sevildiklerini, bizler için önemli olduklarını hissettirmeliyiz. Bu kimlik bunalımını kolayca atlatabilmeleri için yardımcı olmalıyız.

Çocuğun yaşı büyüyüp kalabalık bir sosyal çevrenin içine girdikçe rol modelleri de çoğalacak. Her insan bir kitap ve her birinden mutlaka öğreneceğimiz şeyler var. Çevremizde güzel insanlarla vakit geçirdikçe yanlış yönlerimizi törpüleyebiliriz. Cimrilik yerine cömertliği, yalan yerine dürüstlüğü, tembellik yerine çalışkanlığı hep insan ilişkilerinden öğreniriz. Genç kendi dünyasını şekillendirirken her yönden onu eğitecek sosyal çevresinin olması gerek. Görüştüğümüz insanların çocuklarımızın ufkunu açacak anlayışa sahip olmaları çok önemli. Çevremizi bir kanaviçe gibi özenle işlemeli buna emek vermeliyiz.  Maneviyat ehli insanlardan uzağa düşmemeye özen göstermeliyiz.

Eskiden usta çırak ilişkisiyle gençlere her şey öğretilirdi. Şimdi ise ne usta kaldı ne de ondan bir şeyler öğrenmek için dizinin dibine oturacak kadar sabırlı gençler. Taklitten tahkike geçilir öğrenmek için emek vermeye gönüllü olunurdu. İşte bunun gibi gencin dünyada modelleyerek hayatı öğreneceği kişilere ihtiyacı var. Dünya için tamam da peki ya ahiret?

Ahiretini tamir etmek için bir gencin neye ihtiyacı var?

Ahiretini tamir etmesi için deneme yanılma yolu çok riskli. Deneye yanıla doğruyu bulmaya ömrümüz yetmeyebilir. En iyisi manevi büyükleri rol model alarak onlardan öğrenmek. Hem din hem dünya işlerinde çok kıymetli bir rol modelimiz var zaten. Tabi ki Peygamber Efendimiz (S.A.V). Allah’u Teala Peygamber Efendimizi şöyle tanıtıyor: “Ey peygamber! Muhakkak biz seni, bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hem de Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.[2]” Bu çok önemli bir konu. Ben Peygamber Efendimizi on dokuz yaşımda tanıdım. O’nu buluncaya kadar hep kusursuzluğu aradım. Neyin ucundan tuttuysam elimde kaldı çünkü hep kusurlar, eksikler çarpıyordu gözüme. O’nu, hayatını okuyarak tanıdığım andan itibaren rol modelimi bulduğumu anlamıştım. Çocuğumuza, gencimize O’nu çok iyi tanıtabilmeliyiz. Evimizde bu konuyu konuşmalı, gönüllere sevgi tohumları ekmeliyiz. Çocuklarımız acaba kimleri rol model alacak diye düşünmek yerine onlara kusursuz rol modeller sunmalıyız. En kıymetli örneğimizin gönderilmesinin asıl amacı zaten insanlığa rol model olması. Kulun Allah’a yaklaşmasını, yaşayışını düzeltmesini, can emanetini teslim edinceye kadar Allah’ın rızasını düşünerek yaşamasını Peygamberimizden öğreniyoruz. Sadece bunlar değil; toplum içinde, sosyal ilişkilerde, eşine, çocuklarına davranış şekillerinde, ticarette, alışverişte, siyasette, savaşta, barışta yani hayatın her alanında örneğimiz olmuş.  Bizleri bu dünya hayatında başıboş bırakmayarak birçok rehber gönderen Allah’a hamdolsun. Benim gençliğimde Müslümanların siyasetle ilgilenemeyeceği gibi bir algım vardı ama Peygamber Efendimizin hayatını okuyunca yanıldığımı anlamış, çok da güzel siyaset ve yöneticilik yapmış olduğunu görünce şaşırmıştım. Bir insan, hayatında ne yaşarsa yaşasın hepsini üzerinde toplamış bir rol modelimiz var. İşte bu sebeple gençler daha ergenliğe gelmeden onlara Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’ı çok iyi anlatabilmeliyiz. Her fırsatı değerlendirmeliyiz. Her gün çocuklarımıza Onunla ilgili bir hikâye anlatsak yıllar içinde farkında olmadan bir sürü bilgi edinmiş olurlar. Ergenlikte oturacak kimliği için ona hazır rol modeller sunmazsak kendi rol modelini kendisi bulmaya çalışacak ve belki de yanlış işler yapacak. Çocuğumuzun eline tutunacağı sağlam dallar vermek zorundayız.

İnsan-ı kâmil olma yolunda her birimizin Peygamberlerin hayatını öğrenmemiz ve onları kendimize rehber edinmemiz çok önemli. Peygamberlerin hayatları hikmetlerle ve alınacak derslerle dolu. Bunların hepsini bilmeye ihtiyacımız var. Âdem Aleyhisselam ile başlayan bir merdiven gibi her basamağına ihtiyacımız var. Her Peygamberin hayatında muhakkak bizim için örnekler var. Her Müslümanın amacı Tevhid makamına gelebilmektir. Tevhid makamına ancak taklitten tahkike geçebilmekle varabiliriz. Her şey önce taklitle başlar sonra öze varır. Bunun için önce öğrenmeye talip olmak gerek. Müslüman doğduk diye imtihan edilmeyeceğimizi mi zannediyoruz?  Sınanmadıkça imanımızın ölçüsünü bilemeyiz. Hastalıkla sınandığımızda Eyüp Aleyhisselamdan sabrı öğreneceğiz, evlatla sınanırsak Yakup Aleyhisselam gelecek aklımıza, kardeşlerle ya da iftirayla sınanırsak ne yapacağımızı Yusuf Aleyhisselamdan, küfrün karşısında nasıl davranacağımızı İbrahim Aleyhisselamdan, zalim bir idareci karşısındaki tavrımızı Musa Aleyhisselamdan öğreneceğiz. Teslimiyeti öğrenebilmek için HZ. Hacer’e ihtiyacımız var. Gerekirse Allah yolunda canını feda edebilmeyi anlamak için HZ. İsmail’e ihtiyacımız var. Hata işlesek de tövbe kapısının her zaman açık olduğunu, Allah’tan ümidi kesmemeyi anlamak için HZ. Âdem’e ihtiyacımız var. Gönlü dünyalık putlardan temizlemeyi istiyorsak HZ. İbrahim’e ihtiyacımız var. Her Peygamberin istasyonundaki duraklarında öğreneceğimiz şeyler var. Eğer pişmemiz gerekiyorsa Allah bizi o duraklara uğratır da pişmemizi sağlar. Bunları hem yaşamalı hem de çocuklarımıza anlatmalıyız.

İnsan kader imtihanında hapse de düşebilir. O zaman zindanları medreseye çeviren HZ. Yusuf en iyi örnektir. Mesela Emine Şenlikoğlu benim gençlik yıllarımda çok okunan bir yazardı. Ben de kitaplarını okurdum. Yazdığı bir kitap için cezaevine girdi ama orada da cezaeviyle ilgili çok güzel bir eser çıkardı ortaya. Ayrıca birçok insanın hidayetine vesile oldu. İşte bahsettiğimiz kader sırrı böyle bir şey. Olan hiçbir şey nedensiz değil.

Mesela cennetle müjdelenen on sahabenin hayatını mutlaka öğrenmeli ve çocuklarımıza anlatmalıyız. Öyle inanılmaz ibretler var ki okudukça göreceksiniz. Ne yapmışlar da daha dünyadayken cennetle müjdelenmişler? HZ Ebubekir bize sadık dostluğun örneği, HZ Ömer adaletin, HZ. Osman hayanın, HZ. Ali cesaretin… Çocuk HZ. Osman’ın Kur’an’a sevdasını görsün, HZ. Hatice’yi, HZ. Ayşe’yi, HZ. Fatma’yı ne kadar anlattık onlara? Çocuklarımızın gönüllerinden annelerimizden birer hatıra kalsın. Bunlar şimdi estetik güzelleri kadar ilgi görmüyorsa bunda bizim de payımız yadsınamaz. Biz çocuklarımızla iletişim kuramadığımız için, onları insan yerine koyup onlarla konuşmadığımız için bizim söylediklerimiz etkili olmuyor. Ama zararın neresinden dönülürse kârdır. Şimdi, hemen, şu an başlayalım onları anlamaya çalışmaya, onlara olan sevgimizi göstermeye. Aksi hâlde biz ne dersek diyelim olmayacak, olmuyor. Sabahtan akşama kadar anlatmaya gerek yok, biraz güler yüz, biraz ilgi ve çaba ile halledilir. Akşam çay içerken bile yarım saatinizi ayırabilseniz nelere vesile olduğunu görünce şaşırırsınız. Televizyondaki saçma dizileri izlemek yerine hem kültür açısından gelişecek hem de çocuklarımızı gereksiz gündemlerden korumuş olacağız. Ben kızlarımla olan ilişkimi sohbete borçluyum. Şimdi kızlarım büyüdüler birer yetişkin oldular, iletişimimiz hâlâ çok güçlü. Önce iletişimimizi güçlendirelim başka şeyler zaten kendiliğinden yoluna girer. Ergenlik döneminde oluşturacağı kimliği için çocukluğunda ektiğimiz tohumlar yeşerecek. Evinizde açın ezgiler dinleyin. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” ezgisini sesli sesli dinleyin. Küçük bir şey gibi gözükse bile aslında çok önemli bunlar. Evi coşturun biraz, akıllarına güzel tohumlar ekin. Büyük zatların sohbetlerini açın bir cümlecik olsun kulaklarından girse yeter.

Beynimiz kulaktan beslenir. Ben yirmi yaşımdayken duymuştum “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.” ezgisini. O zamanlar çok şaşırmıştım. Benim olduğum yaşta nasıl da büyük işler başarmış olduğunu duyduğumda kendimden utanmıştım. Bir Fatih kolay yetişmiyor elbette. Emek vermek, yatırım yapmak gerekiyor. Emek vermeden mucize bekleyemeyiz. “Lütfen çocuklarımızı en büyük yatırım aracı olarak görelim.[3]” Geleceğimiz için onlara zaman ayıralım. “Fatih’i doğuracak yaştasın…” diyor mesela; oysa şimdi kızlarımız yirmi beş yaşına geldikleri hâlde bir yumurta kırmayı beceremiyorlarsa onları suçlamak yerine önce bizim oturup düşünmemiz gerek. “Benim kızım, oğlum şunu yapamaz, bunu yapamaz.” diye konuşursak onlardan ne bekleyebiliriz ki? Önce biz onlara güvenmeliyiz ki onlar da kendilerine güvenebilsinler.

Mesela; doksan yaşında İstanbul’un fethi için binlerce kilometre öteden gelen Eba Eyyüb el Ensari Hazretlerini çocuklarımız ne kadar tanıyor? Allah aşkıyla yanan Rabiyatül Adeviyye’leri, İbrahim Ethem’leri, Mevlânâ’ları, Allah yolunda çile çeken İmamı Gazzali’leri, İbni Sina’ları, Tarık Bin Ziyad’ları, Selahattin Eyyubi’leri, Ertuğrul Gazi’leri, Seyid Onbaşı’ları anlattık mı çocuklarımıza? Geçenlerde bir yerde okudum ve çok şaşırdım; Ertuğrul Gazi dizisini izleyerek Müslüman olan bir kadından bahsediyordu. Bakın bir gerçeğin anlatım şeklinin gönüllere hitap etmesi birçok güzelliklere sebep olabiliyor.

Bin dokuz yüz seksenli yıllardaki filmlerde hocalar hep dolandırıcı, düzenbaz; tesettürlüler hep cahil olurdu. Çok kapsamlı bir algı operasyonu yürütülüyordu. O filmlerle büyüyen nesil İslami camiayı kafasında hep yanlış yerlere oturttu. Şimdi yeni yeni gerçek kimliğimizi öğrenebileceğimiz yapıtlar ortaya konuluyor.

Dikkati çekmek istediğim önemli bir konu daha var. Ne olacak bizim şu durdurulamaz eleştiri hastalığımız?

Sanki biz çok mükemmelmişiz gibi çocuklarımızı durmadan eleştiriyoruz. Yemek yeme şekillerinden, yolda yürümelerine, arkadaşlarıyla ilişkilerinden kalemi tutuş şekillerine kadar akla gelebilecek her şeylerini eleştiriyoruz. Bu eleştiri hastalığı değil de nedir? Aynı şeylerin bize yapıldığını düşünürsek ne demek istediğim anlaşılacaktır. Ayrıca her hareketinde kusur aranan çocuk zamanla beceriksiz ve sevilmeye layık olmadığına inanır. Üstelik o da çevresine bizim gibi eleştiri gözlükleri takarak bakar ve etrafındakileri oldukları gibi kabul etmeyi ya da sevmeyi öğrenemez. Lütfen çocuklarımızın tamir edilmeyi bekleyen, kusurlu varlıklar oldukları inancını silelim kafamızdan. Evet bunu yapmak bizim için hiç de kolay değil çünkü bizde öyle büyütüldük. Oysa aynayı biraz kendimize çevirirsek kusurlarımızla yüzleşecek ve belki de kusursuzluğun yalnız Allah’a ait olduğunun huzuruyla kendimizi de sevmeye başlayacağız. Ayrıca çocuklarımıza vermediğimiz şeyleri onlardan isteyemeyiz. Onların dimağlarına, kalplerine ne ektik ki ne bekliyoruz. İğneyi önce kendine batırmakla ilgili sözleri boşuna sarf etmemiş büyüklerimiz.  Ben dinimi ne kadar yaşıyorum ki çocuklarımdan bunu istiyorum. Ya da ben ne kadar dürüstüm ne kadar alçak gönüllü ne kadar cömert?.. Onları suçlamadan önce bunu da düşünmemiz gerekmez mi?

Günümüzde gençlerin işi gerçekten çok zor. O kadar çok çeldirici, oyalayıcı şey var ki hangisine nasıl karşı koyacaklar. Teknoloji ilerledikçe, internet her birimizi saniyeler içinde olmak istediğimiz ortama götürebiliyor. Odada oturduğunu zannettiğimiz çocuğumuz bedenen orada olsa da zihnen ve ruhen olmasını hiç istemediğimiz yerlerde olabilir. Çocuklarımız internet karşısında her an birçok tehlikeye maruz kalabilir. Bunlardan sıyrılarak hakiki bir Müslüman olabilmesi için ciddi bir bilinç edinmiş olması gerekir. Bunun için de onları küçük yaşlardan itibaren donanımlı yetiştirmeye emek harcamalıyız. Onları başıboş bırakmayalım, yetişkinler olarak onlara yardımcı olmak zorundayız. Eğitimleri için elimizden geleni yapalım ve en önemlisi de çok dua edelim. Dua dua Allah’a sığınalım. Seher vaktinde kalkarak evlatlarımıza ve tüm insanlığa dua edelim. Güzel vakitleri uyuyarak geçirmemeye özen gösterelim. Annenin duasının çocuğun etrafında adeta bir zırh oluşturduğunu okumuştum. Bazı şeyleri onlarla konuşarak anlatamasak da sadaka ve dua ile çocuklarımıza nurdan zırhlar örebiliriz.

Evlatlarımızın hakiki Müslüman olabilmesinde dinini yaşayan liderlerin de rolü azımsanamaz. Her birimiz bir lideriz. Kur’an ve Sünnet yolunda yaşayarak örneklik teşkil etmemiz lazım. Anne babalar olarak değil toplumdaki herhangi biri olarak da çok önemli görevlerimiz var. Sanki dünyada kalmış tek Müslüman bizmişiz gibi yaşamayı şiar edinmeliyiz. Her hâlimiz örnek olmalı. Mesela ben Hadisi Şerif okumalarına çok önem veriyorum. Okuduğumuz her bir Hadis ile benliğimize, yaşayışımıza, kimliğimize yeni bir tuğla ekliyoruz. Öğrendiğimiz her şey mutlaka davranış şekillerimizi etkileyecek ve biz değiştikçe farkına varmadan etrafımızdakilerinde değişimine ön ayak olacağız. Peygamber Efendimizi örnek alabilmemiz için tanımamız ve Hadislerini öğrenmemiz gerekli. Kur’anı Kerim meali okumaya zaman ayırmalıyız. Gerek ailece gerek yalnız mutlaka okumalı araştırmalıyız.

Geleceğimiz olan evlatlarımızı doğru rol modellerle yetiştirmek istiyorsak her birimizin elimizi taşın altına koymamız lazım. Önce kendimizin öğretmeni olmak zorundayız. Biz iyi yetişmiş olacağız ki topluma da faydamız olsun.

Tüm bunların üstesinden gelebilmek için sağlam bir imanımız olmalı. Taklidi imandan tahkiki imana geçebilmeliyiz artık. Tedavi edilenden tedavi edene, sorun olandan çözüm üretene, yaraya merhem sürene terfi etmemiz lazım. Müslüman anne babadan doğmakla iş bitmiyor, tam tersi yeni başlıyor. İmanımız sınanacak, imtihan edileceğiz. Hastalık, malda artma ya da azalma, evlatlar, türlü sıkıntılar hep birer imtihan. Sadece sıkıntılar da değil bolluk da sağlık da imtihan.

İmanımız güçlü ise önümüze çıkan badireleri yara almadan atlatabiliriz. Aklıma bu konuda bir örnek geldi: Tanıdığım tesettürlü bir genç kız evlendikten birkaç ay sonra eşi başörtüsünü çıkarmasını istedi. O da başını açtı. Bakın burada firavun misali bir zulümdür aslında yapılan. Ama genç kız sağlam bir kişiliğe ve inanca sahip olsaydı eşinin karşısına çıkıp doğruyu savunabilecek, tesettüründen vazgeçmeyecekti. Maalesef buna benzer birçok örnekle karşılaşıyorum. Sağlam karakterli, çevresindekilerin söyledikleriyle değil de daha büyük ülkülerle yaşayan, hayatta duruşu olan çocuklar yetiştirmek zorundayız.

Çocuklarımızın önündeki örnekler çok önemli. Mesela namazını kaçırmamak için çaba göstermeli, kılarken tadili erkana dikkat etmeliyiz. Bu yüzyılda da tıpkı sahabeler gibi sağlam bir iman sahibi olabiliriz. Bu imkânsız değil. Hayatını Allah’a adayan, her şeyi gönlündeki hassas teraziyle ölçen, samimi bir Müslüman olmak zor değil. Ama evvela ilim şart. İlim olmadan tepetaklak gider her şey. Önce farkındalık oluşması gerekir ve bunun için de önce ilim. İlimde ilerleyen nefis terbiyesini anlar ve amel ile nefsin mertebelerini tek tek geçmeye çalışır. İnsan önce namazın faziletini öğrenecek işte bu ilim, nefsini yenecek abdest alacak ve sonra amel yani namaza duracak. Öğrendiklerini uygulayacak. Bunlar birbirine bağlı. Öğrenmeden, faziletini anlamadan yapılan şeylerin sürekliliği olmaz. Gençler de yapmaları gereken şeylerin niçin yapılması gerektiğini öğrenmeden yapamaz. Örneğin; bir genç kıza tesettürün önemini anlatmadan tesettüre girmesini isterseniz neyi ne için yaptığını bilmeyen bilinçsiz bir Müslüman yetiştirmiş olursunuz.

Sadece ceset değil ki varlığımız. Ruhu arşa ulaşmış insanlar olabilmek için ilim dalına tutunmak gerekir. Evlatlarımız İslam’ın öncü gençleri olsunlar diye çaba göstermemiz lazım. Mesela haramlardan incelikle sakınan İmamı Âzam’ın babasını tanıyor musunuz? Biz gençlerimize hakiki rol modelleri anlatmadıkça, sahte rol modelleri örnek almaları kaçınılmazdır. Dikkat ettiyseniz eşcinsel videolar paylaşan bir gencin milyonlarca takipçisi oluveriyor. Gençlerimiz, çocuklarımız neden bir eşcinseli takip etme ihtiyacı duyuyorlar? Çünkü hayatlarında bizim doldurmadığımız boşluklar var. Tabiat boşluk kabul etmez. Doğru şeylerle doldurulmayan kalp illa ki dolacaktır ama ne ile bir düşünelim. Bu nedenle bizim çocuk eğitimini ciddi projeler üreterek programlamamız lazım. Adeta bir görev bilmeliyiz. Yaz tatilleri ve hafta sonu projelerimiz olmalı. Yaptığımız her şey, gittiğimiz her gezi içinde eğitim ve güzel ahlak örnekleri barındırmalı. Tabi bunları yaparken çocuklarımızı bunaltmaktan, sıkmaktan kaçınmalı onların seveceği ve yaşlarına uygun aktivitelerle desteklemeliyiz. Küçük gibi görünse bile evde radyo açmak, güzel şeyler dinlemelerine vesile olmak gerekir. Bizler önce kulaktan besleniriz. İşittiğimiz şeyler şahsiyetimizi şekillendirir.

Hakiki yıldızları gençlere tanıtalım ki sahte yıldızlara aldanmasınlar. Biz gönüllerine gerçek rol modelleri nakşedelim ki o temiz yüreklere başka şeyleri sokmasınlar. Her birimiz bir lideriz demiştik. Ayrıca liderler yetiştirdiğimizin de farkında olalım. Kur’an ve Sünnet gençlerimizin aklı selime ulaşmaları için en büyük yardımcılarıdır. Yeter ki onlardan uzağa düşmeyelim.

Çocuklarımıza kendi hayatlarını yönetebilme becerisi kazandırabilmeliyiz. Doğru kararlar alabilmeleri için buna mecburuz. Günümüzde Modernizm tarafından üretilen insan türüne robot insan diyorum ben. Dış görünüşleri birbirine benzeyen, bakışları sahte, suratları ifadesiz, bağımsız düşünemeyen, ahlak yoksunu bireyler çoğalıyor. Hepimiz derin uykudayız ve acilen uyanmalı, uyandırmalıyız. Çocuklarımızı kısır fikirlerden, özenti yaşamların sahte ışıklarından kurtarmalıyız. Haz ve hız kültürü gerçek benliğimizi yok ediyor. Haz kültürü çünkü dünyalık şeylerden haz almayı öğrettiler bize. Haz almanın yegâne amacımız olduğunu aşıladılar. Oysa ibadetten haz almayı, muhtaç birine yardımda bulununca, faydalı olduğumuzu hissettiğimizde mutlu olmayı öğrenmeliyiz. Eskisi gibi; Osmanlı kültür yapısındaki gibi, sahabe efendilerimizin zamanındaki geçici olmayan mutlulukları tatmamız gerek. Bir de ayrıntıları görmemizi engelleyen, andaki mutluluğu kaçırmamıza sebep olan, hiçbir şeyin tadını çıkaramamamızın asıl sebebi hız kültürü var. Sabır ancak anlatılan kıssalarda kaldı. Bir kitabı bile sonuna kadar okuyacak sabrımız, sebatımız kalmamış. Çocuklarımız ile birlikte bizlerin de sabrı öğrenmemiz gerekiyor. İstenilen bir şeyin hemen olmayabileceği gerçeğini anlamamız gerekiyor. Bir başarıyı sabırla emek vererek ilmek ilmek inşa etmenin mutluluğu gündelik hazlarla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. İnsanız ve sakinliğe ihtiyacımız var. Dinginlik insana tarif edilemez bir huzur veriyor. Oysa; “Hız uyuşturuyor. Artık her yerde ve hiçbir yerdeyiz. Modern dünya bizden hızlı davranmamızı istiyor. Zihinsel zaman hızlanırken duyguların zamanı kendi yavaş ritmiyle ilerliyor. Zihnin zamanı ile duyguların zamanı arasındaki yarık büyüyor. Görmezden gelinmiş, ihmal edilmiş, işlenmemiş duygular ise bir endişe nöbeti şeklinde bizi yokluyor. Bu endişeden kaçmak için daha çok hızlanıyor, hızlandıkça insanlığımızın dokusunu oluşturan duygularımızdan daha da uzağa düşüyoruz.[4]

Her birimizin dengeli yaşam bilincine ihtiyacımız var. Maddi değerlerin dışında bizlere huzur veren manevi değerleri de öğrenmeye ihtiyacımız var. Anlaşılmaya, gerçekten dinlenilmeye, yavaşlamaya ihtiyacımız var. Ve geleceğimiz için atalarımızın temsil ettiği kültürü çocuklarımıza aktarmaya ihtiyacımız var.

Son nefesine dek ilim peşinde, saygılı, sevgili, ekmeğini helâlden kazanan, tüketen değil üreten, topluma faydalı olan, maneviyatı güçlü, İslâm’ı hakkıyla yaşayan, Allah ve Peygambere âşık gençler yetiştirebilen ve kendisi de böyle olanlardan olmak dileğiyle hoşça kalın.

Son olarak bir soru ile bitirmek istiyorum: Sahi bizim rol modelimiz kim?


[1] Stefan Zweig

[2] Ahzâb Sûresi: 45/46

[3] Muharrem Nurettin Coşan

[4] Kemal Sayar

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Rana Tatlıpınar ve Nurhayat Başbuğ’a

Ses kaydını yazıya hazırlayan: Ayşe Sarıçiçek’e

Yazı Editörümüz: Ayşe Sarıçiçek’e

Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

9.4.2021/ 

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ Profesyonel Yaşam Koçu

09
Kas
21

 AİLE VE SOSYAL İLİŞKİLERDE İLETİŞİM SANATI


İletişim Becerileri Eğitimi

Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim.

Elhamdülillahirabbilalemin.

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Rabbişrahli sadri ve yessirli emri vahlül ukdeten min lisani yefkahu kavli.

Konuşmamızın feyizli olması ve büyüklerimizin himmetinin daima üzerimizde olması için bir Fatiha üç İhlas okuyarak başta Peygamber Efendimiz Aleyhisselam olmak üzere tüm Peygamberlerin, evliya ve büyüklerin, Allah dostlarının, ve bu vatanı bize bırakan tüm şehitlerimizin de ruhlarına hediye edelim inşallah. Rabbim hediyelerimizi onlara ulaştırsın.

Bugün konu başlığı olarak ‘’Aile ve Sosyal İlişkilerde İletişim Sanatını’’ tercih ettik. Bir soru ile başlayalım:

 İletişim nedir?

İletişim, kişiler arasında duygu, düşünce, bilgi ve haber alışverişidir. Bu duygu, düşünce ve haberlerin akla gelebilecek her türlü yolla karşılıklı olarak aktarılmasıdır. İnsanlar konuşa konuşa anlaşır atasözümüz de iletişimin önemini vurgular. İletişim karşımızdaki kişilerle çok yönlü bir mesaj alışverişidir. Bu mesajlar bazen sözlü, bazen mimik ve jestlerle ya da vücut dilimizle olur. Aslında iletişimin en etkili olduğu çeşidi sözsüz iletişim yani vücut dilimizdir ve iletişimin yüzde altmış beşini kapsar. Sözlerimizden daha çok vücut dilimizin tesirli olduğunu biliyoruz. Hareketlerimiz, oturuşumuz, kalkışımız, bakışlarımız, karşımızdaki insanı gerçekten dinleyip dinlemediğimiz iletişimimizi doğrudan etkileyen unsurlar. Şimdilerde beden dili denilen eskiden hâl ilmi dedikleri bir gerçek var ki iletişimin olmazsa olmazı. Hem beden dilimizi etkili kullanmak hem de karşımızdaki kişinin beden dilini okumak iletişimimizi güçlendirir, bu nedenle beden dili konusunda kendimizi geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

İletişim sanatı dedik ama sanat nedir?

 Sanat bir işi yapmada gösterilen ustalıktır. Teknolojinin arttığı fakat iletişimin azaldığı bu yüzyılda, insanların doğru iletişim kurabilmeleri için ustalığa ihtiyaç duyuluyor. Patron çalışanıyla, anne çocuğuyla, eşler birbirleriyle, komşu komşuyla iletişim kurmakta zorlanıyor. Bu konuda güzel bir söz geldi aklıma: Sadece kollarıyla çalışan işçidir, kollarına aklını da ekleyen ustadır, kolları, aklı ve kalbiyle çalışan sanatkârdır.[1] Yaptığımız her şeye aklımızı ve yüreğimizi katmak bizi bir sanatkâr haline getirir. İletişim de aslında her yönüyle bir sanattır. Allah-u Teâla buyuruyor ki: Mü’min kullarıma söyle: “En güzel olan sözü söylesinler.” Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. Şeytan şüphesiz, insana apaçık bir düşmandır.[2] Şeytan şeytanlığını yapıyor da insanların iyi bir iletişim kurmalarını istemiyor. Herkes birbiriyle küssün, ayrılık olsun, kavgalar çıksın istiyor fakat buna karşın Müslümanın yapması gereken nedir? Kendisini bu alanda geliştirerek eksiklerini tamamlamak ve çevresine de faydalı olmaya çalışmak.

Bu konuda bir Hadis-i Şerif paylaşmak istiyorum: Kişi kardeşleri, dostları, sevenleri ile çoktur.[3] Peygamber Efendimiz çevresindekilerle iyi bir iletişim içinde olmuş, yanına geleni güler yüzle karşılamış, iyi davranmış, gelmeyenleri ziyaret ederek mesajını ulaştırmaya gayret etmiş, panayırları dolaşmış, insanlara ulaşmaya çalışmıştır. Bizlere de muhtaç olana yardım etme, cenazelere katılma, gelen eza ve cefalara karşı sabırlı olma, çevremizdekilere değer ve sorumluluklar verme gibi birçok tavsiyesini hayatında yaşayarak örnek olmuş. Peygamberimizi ne kadar tanıdığımız ve bildiklerimizi hayatımıza ne kadar uyguladığımız da çok önemli bir konu. O’nu hakkıyla tanıyarak, insan ilişkilerini, yaşamımızda uygulayabilmemiz için Hadis-i Şeriflerini çok okumalıyız.

Bugün güzel bir söz duydum: Allah’ın bize ihtiyacı yok ama Allah’ın dininin yayılmasında bize ihtiyaç var. Allah bu dinin yayılmasında her birimize görevler vermiş. Hepimizin birbirimize ve Rabbimize ihtiyacımız var ama O’nun bize ihtiyacı yok. Bu toplumun ayakta durmasında, ailenin korunmasında ve huzurun sağlanmasında hepimizin birbirimize ihtiyacı var. İnsan denen varlık tek başına yaşayamaz, sosyal bir varlıktır ve hayatını sürdürürken başka insanlara ihtiyaç duyar.

Yanlış üslûp doğru sözün cellâdıdır[4] ne güzel bir cümle. Bazen karşımızdaki kişileri hiç farkına varmadan kırabiliyoruz, olabilir, istemeden yapmışızdır, bu kabul edilebilir. Fakat bile isteye, farkında olarak birisini kırıyor ve onu zor durumda bırakıyorsak durup nerede yanlış yaptığımızı düşünmemiz gerekir. Sınırlarımızı bilmemiz bu konuda bize ışık tutacaktır. Üslûp konusuna bir örnek vermek istiyorum: Meselâ çocuğumuzdan su isteyeceğiz, “Kalk bana bir su getir” demek ile “Gözümün nuru bana bir su getirir misin” demek arasında çok fark var. Burada önemli olan su içmek değil aslında, birbirlerine hitap şekilleri. Çevremizdekilerle iletişim kurarken konuşma şeklimize çok dikkat etmeliyiz, asla aşağılayıcı, üstten ve kırıcı bir üslûp takınmamalıyız. Aksi halde etki tepkiyi doğurur ve iletişim kazaları kaçınılmaz olur. Eskiler dile gül koymak diye bir şeyden söz ederler. Samimiyetimizin belli bir seviyeyi aştığı ve benden yaşça küçük olanlara gülüm diye hitap ettiğimi beni tanıyanlar bilir. Bu sözü duyduktan sonra alışkanlık haline getirmeye çalıştığım bir şeydir aslında.

Cümlelerimizi seçerek konuşmalıyız. Hani büyüklerin dokuz düşün bir konuş dedikleri gibi. Boğazın dokuz boğumu var derler. Burada demek isteniyor ki dokuz boğumu geçerek dile gelecek sözleri iyi tartarak sarf etmeliyiz. Bir de insanların eşref saati denen bir şey var. Rahat, çayını yudumlayan, neşeli birine söylenen sözün karşılığı ile telaş içinde ya da sıkıntı anında bir kişiye söylenen aynı sözün karşılığı farklı olur. Konuşurken bunu da hesaba katmalıyız. Eskiden anneler gelin olacak kızlara nasihat eder işten gelen, yorgun ve karnı aç olan koca dinlenmeden, karnını doyurmadan anlatmak istediğini anlatma çünkü anlatsan da lâyıkıyla anlayamaz dermiş. Lütfen kocalarımızı da eve geldiğine pişman etmeyelim😊 Onlara dinlenmeleri için fırsat verelim.

Ailelerin en önemli gereksinimi doğru bir iletişimdir. Aile içi iletişimi doğru öğrendiğimizde, sosyal ilişkilerimizde kendiliğinden düzelecektir.

Ailenin kısa bir tanımını yapalım;

Aile toplumumuzun en küçük ve en önemli kurumudur. Aslında aklımıza gelebilecek her şeyi ilk önce ailemizde öğreniyoruz, konuşmayı, oturmayı, kalkmayı önce ailemizde görüyoruz. Burada aile bireylerinin değerli olduklarını hissetmelerinin önemi ortaya çıkıyor. Ailede herkes bu duyguyu deneyimlerse toplum içinde başkalarına da kıymet verir. Hem kendisine kıymet verildiğini hisseden çocuk ve gençler değerlerini dışarıda aramazlar ve böylece yanlış ilişkilerden korunmuş olurlar. Aile içinde güven ve emniyet hissi de çok önemlidir. Evde şiddet gören anne ya da çocuklar kendilerini ne kadar güvende hissedebilir, kendini güvende hissetmeyen insan nasıl mutlu olabilir, korkan çocuk hangi derdini anlatabilir, bizimle duygularını nasıl paylaşabilir? Yakınlık, emniyet ve dayanışma duygusu bir antidepresan görevi yapar ve ruh sağlığımızı korur. Ailede yakınlık, sevgi ve dayanışmayı yaşayan çocuk çevresiyle ilişki kurarken zorlanmaz. Evinin içinde saygı görmemiş, sevildiğini hissetmemiş, konuştuğu zaman fikirlerine kıymet verilmemiş çocuğun başkalarıyla iletişim kurarken rahat olmasını bekleyemeyiz, çünkü bu mümkün değil.  Yaşadığımız birçok hastalığın bastırılan ya da hissedilemeyen duygulara bedenimizin isyan etmesi sonucu ortaya çıktığı biliniyor. Lütfen çocuklarımızla aramızdaki yakınlık duygusuna özel vakit ayıralım. Çocuklarımız yaşadıkları her şey de yanlarında olacağımızı hissetmeliler ki huzurlu ve sağlıklı gelişebilsinler. Eşler içinde yakınlık, dayanışma ve güven gibi duygular hayati önem taşır, hissettiklerinizi konuşabileceğiniz bir eşinizin olması ne büyük bir hediye.

Ailede sorumluluk duygusu.

Sorumluluk verilmemiş çocuklar bedenen büyüseler de ruhen büyüyemiyorlar. Her ihtiyaçlarını anne babalarının karşıladığı sorumluluk almamış çocukların birey olmalarını bekleyemeyiz. Bu durum çocukların anne ve babalarına bağımlı olmalarının en büyük sebebidir. Bağımlı büyüyen çocuk evlendiği zaman aile ilişkilerini yönetemez, tabiri caizse neyi nereye koyacağını bilemez. Çocuklar küçücükken ben değerliyim duygusunu yaşarsa, büyüdüğünde sosyal çevresindeki insanlara değer vermeyi bilir. Çocuğa bu duyguyu verebilmenin yollarından biri, yaşına uygun sorumluluklar yükleyerek yapabildiğini görmesini sağlamaktır. Sorumluluklarını yerine getiren çocukta özgüven oluşur ve bu da hayat başarısına direkt etki eder. Zorluklarla mücadele eden, sorumluluk ve özgüven sahibi, kişilikli, yardım bekleyen değil, yardım eden gençler yetiştirmek bizim elimizde. Çevremizde rastlamışızdır otuzlu, kırklı yaşlara geldiği halde çevresinden hep destek ve yardım bekleyen insanlar var. Her zaman dert anlatan değil biraz da yaralara merhem olan konumuna geçmek de çocukken alınan eğitimle ilgilidir.

Anneler de kendilerini evinde sadece evlatlarına adamak yerine, kendi gelişim ve hobilerine de zaman ayırmalı. Nerede çok sinirli bir anne görsem aynı zamanda kendisini hiçe saymış, sadece çocuklarına ve evine adamış biri olduğunu da görüyorum. Yıllar içerisinde “saçını süpürge” etmesinin acısını ailesinden çıkarıyor. Hayat eş ve çocuklardan ibaret değil. Canı sıkıldıkça farkına varmadan eşini de sıkıyor. Bunun önüne geçmek için rahatlayacağımız ve mutlu olacağımız şeylerle ilgilenmeliyiz., bu bir hobi ya da başka bir şey olabilir. İlişkimize ya da çocuklarımıza bağımlı olmayalım ki hem biz hem de onlar nefes alabilsin. Çocuklar küçükken her şeyi anne ve babalarıyla yapmak isterler ama vakit geçip ergenliğe doğru gelindikçe, yetişkinliğe evrildikçe, çocuğun çevresi ve ilgi alanı değişir. Bununla birlikte aileye eskisi gibi vakit ayıramamaya başlar, bu sefer de ona bağımlı olan anne kendisini boşlukta hisseder ve ne yapacağını bilemez.  Çocukların da odalarına çekilerek dinlenme zamanları ve kendi kendilerine vakit geçirecekleri özgürlükleri olmalı. Her zaman bir arada olunca artık ilişki vıcık vıcık bir hâl alıyor ve birbirlerine tahammülsüzleşiyorlar. Arada nefes aldıran bir ilişki olmalı ki sınırlar ihlâl edilmesin.

Ailede sağlıklı bir iletişim kurulabilmesi için manevi duyguların da beslenmesi gerekir. Çocuklarımıza dini duyguları acele etmeden, merdiven misali basamak basamak öğretmeliyiz. Öğrendiklerini hazmetmesi için onlara zaman vermeliyiz. Katı kurallar yerine çocuğun gelişimine uygun bir eğitim metodu uygulamalıyız. Maneviyat bize kendisiyle barışık, insan ilişkileri olumlu bireyler yetiştirmede yardımcı olur. Önce çocuğa bilgi vermemiz gerek ki neyi niçin yapması gerektiğini anlasın. Sonra da davranışlarımızla onlara örnek olmalıyız.

İletişimde kalite nasıl oluşturulur?

Öncelikle karşımızdaki insanın varlığına saygı duymak ve onu kabul etmek çok önemli. Sadece ben dememeli, hissetmek istediğimiz değerlilik hissini biz de karşımızdaki insana vermeliyiz. İletişim karşılıklı olduğu için sürekli konuşan, karşısındakini dinlemeyen, dinlese de amacı sadece cevap yetiştirmek olan bir insanla kaliteli iletişim kuramayız. Karşılıklı konuşmada her iki tarafa da çok iş düşüyor. Her zaman güzel konuşmak üzerine bir şeyler öğrenmek istiyoruz oysa iletişimin kaliteli olabilmesi için dinlemeyi de öğrenmemiz gerekir. Her şeyde olduğu gibi iletişimde de doğallığı kaybediyoruz. Doğallık karşımızdaki kişiye ulaşabilmemiz için olmazsa olmazımız. Ayrıca her şeye eleştiri gözlüğüyle bakmak iletişimi kopartır. Biz yanlışları bulma ile görevlendirilmiş değiliz, tam aksine pozitif şeyleri görmeye şartlanırsak sağlıklı bir iletişim kurabiliriz. Biz kusur arama polisi değiliz. Maalesef gördüğümüz yanlışları sözü tartmadan söylemek ve insanları kırmanın adı da dobralık olmuş. Bu yanlışa düşmeyelim lütfen. Bizim samimiyete ve tatlı dile ihtiyacımız var. Eleştiriyi herkes her an yapıyor zaten, oysa bizim güvenmeye ihtiyacımız var. Konuştuğumuz zaman karşımızdaki yanlış anlayacak diye söyleyeceklerimizden vazgeçiyor, birbirimizle konuşamıyoruz. Karşımızdaki kişiyi anlamaya çalıştığımızda, eleştiri gözlüğünü çıkardığımızda ve doğallığı kendimize yoldaş edindiğimizde inanın birbirimizi daha iyi anlayacağız. Bazen lüks masalardan inip yer sofralarına oturmamız gerekir. Evimize gelen misafirin her şeyden önce samimiyete, güler yüze ve sıcaklığımıza ihtiyacı var. Misafir ağırlama işine de bir format atmamız gerek. Misafir olduğumuz ev sahibi ikramları abarttığı zaman aynısını biz de hazırlamak isteriz ve yorulduğumuz için de bir daha o kişi ile görüşmek istemeyebiliriz.  Oysa her şey itidal üzere olursa ne yorar ne de yoruluruz.

Empati de iletişimde önemli bir unsurdur. İletişimin kaliteli olabilmesi için kendimizi karşımızdakinin yerine koymalıyız. Olayları bir de iletişim kurduklarımızın penceresinden görmeye çalışalım. Bir Kızılderili atasözü empatiyi başkalarının ayakkabıları içinde bir mil yürümek olarak tanımlar, aslında bu duygudaşlıktır. Karşındaki insanın duygularına karşı duyarlı olmaktır. İlişkiyi doğru bir zemine oturtmak için gerekli olan onu anlamaya çalışmak yani empati yapmaktır.

Etkin dinleme iletişimde vazgeçilemez bir nokta. Dinlerken göz teması kurma, söz kesmeme, cevap yetiştirmeye çalışmama gibi birçok etkeni var. Biri konuşurken telefona bakmak ya da başka bir şeyle ilgilenmek kesinlikle kaçınılması gereken bir davranıştır ve muhatabımıza kıymet vermemek anlamına gelir.  Beden dili, ses tonu ve mimikler bizi ele verir. Bunlara dikkat etmemiz gerekir. Ben misafirliğe gittiğim zaman ev sahibinin beden diline dikkat kesiliyorum ve yorulduğunu gördüğümde biraz daha oturma isteğim olsa bile kalkıyorum. Sevdiklerinize zaman hediye edin ilkesi vardır. Hayatım da bu ilkeyi uygulamaya çalışıyorum. Meselâ beş saatlik bir misafirliğe gittiysem dört saat oturur kalkarım ki o kişiye bir saat hediye etmiş olayım.

İletişim sadece konuşmak değildir.

İletişim; neyi, nerede, ne zaman ve nasıl söyleyeceğimizi bilmektir. Akıcı bir dil kullanmak ta iletişimin olmazsa olmazıdır. Konuştuğumuz kişinin yaşına ve konumuna uygun bir hitap şekli bulmalıyız. Bir çocukla konuşmamız ile bir gençle ya da yaşça bizden büyük insanlarla konuşmamız arasında fark olmalı, ya da arkadaşımızla konuştuğumuz gibi konuşmamalıyız çocuğumuzun öğretmeniyle. Akıcı bir dilimizin olabilmesi için ise çok kitap okumamız gerekir. Kelime dağarcığı beş yüz ile sınırlı olan insanın kuracağı cümleler ile iki bin olan insanın kuracağı cümleler asla bir olamaz. Bazı insanlar konuşurken sürekli ee ee lerler çünkü kelime dağarcıkları sınırlı olduğu için kendilerini ifade edecek kelimeleri bulmakta güçlük çekerler. Sosyal medyayı biraz azaltarak kitap okumaya zaman ayırabiliriz.

 Bazen çocuklarımızı çok sıkmak gibi hatalara düşebiliyoruz ne çok sıkmalı ne de tamamen başı boş bırakmalıyız. Allah’u Teala Kuran-ı Kerİm de tesbih örneğini verir. Çok sıkarsak tesbihi çekemeyiz, gevşek bırakırsak yine çekemeyiz. Dengeyi sağlamamız gerekir. Tesbih örneği orada bir cemaati, ümmeti ifade ederken burada aileyi ifade ediyor. Çocuklarımızla ilişkimiz de dengeli olmalı. Çok sıktığımızda bizden uzaklaşmalar ve evden kaçmalar olabilir. Aşırı serbest bıraktığımızda ise disiplin hataları oluşabilir. Her şeyde olduğu gibi burada da îtidali elden bırakmamamız gerekiyor. Aile içinde yaşayanların o ailede nefes alabilmesi, huzurlu olabilmesi ve kendini rahatça ifade edebilmesi lâzım. Çocuklar küçükken yanlışını daha rahat söylersiniz ama ergenlikte doğrudan denetim olmaz. Ergene daha farklı davranmamız gerekir, hatasını söylerken farklı yollar denemeliyiz. Meselâ; odasına not bırakmak, telefonuna mesaj atmak ya da mektup yazmak gibi yollar bunlardan bazıları. Çocuğumuza günde yarım saat vakit ayırsak, onunla ortak dili bulsak inanın birçok sorunu çözmemiz mümkün olur. Çocuklar ailelerin aynasıdır, bir çocuğa bakınca onun nasıl bir ortam içinde büyüdüğünü hemen anlarız. Anne babanın sorun çözme metotları, iletişim dilleri, konuşma tarzları ve daha birçok şey çocukta yansımasını bulur. Ebeveynlerin birbirlerine hitap şekilleri, birbirlerini sevmeleri, aralarındaki bakışlar bile çocukları negatif ya da pozitif etkiler. Evlat kendisini ailesine ait hissetmeli, eğer ait hissetmiyorsa bu duyguyu hissedebileceği başka mecralar aramaya başlar. Çünkü aidiyet duygusu çocuğun sağlıklı gelişimi için olmazsa olmazdır. Yaşadığı evde küçük sorumluluklar verilerek büyüyen çocukta oraya karşı aidiyet hissi oluşur, çöpü atmak gibi basit bir iş bile buna zemin hazırlar. Her şeyin anne baba tarafından yapıldığı evlerde çocuk misafir gibi hisseder ve bir süre sonra hissettiği gibi davranmaya başlar. Daha sonra bizde gencin sorumsuzluğundan ve vurdumduymazlığından şikâyet etmeye başlarız.

İletişim dilimizin doğru olup olmadığını nasıl anlarız?

               Aslında cevabı çok net, iletişim kurduğumuz kişi kendisini ifade edebilmenin rahatlığını mı yaşıyor, yoksa tam aksine huzursuz mu oluyor? Kullandığımız dil bizi birbirimize yaklaştırıyorsa doğru yoldayız demektir, ama farklı bir durum söz konusuysa iletişim dilimizi gözden geçirmeliyiz. Konuşan kişiyi dinlemeliyiz ki anlaşıldığını hissetsin ve rahatlasın. Karşımızdakini ona cevap vermek için dinliyorsak konuşanda dinleyende huzursuz olur. Bu şekilde bir iletişim dilinin kısa süre sonra tartışmaya dönmesi kaçınılmazdır. Konuşan kişi söze başladığında heyecanlıdır, kendisini doğru ifade edebilmek ister ve dinlendikçe heyecanı yatışarak yavaş yavaş karşısındakini de dinlemeye hazır hale gelir. O kendisini hararetle ifade etmeye çalışırken, karşısındaki söze girmeye kalkarsa orada çatışma yaşanır. Etkin dinleme kendisini ifade etmek isteyen kişiye fırsat vermek ve onu gerçekten dinlemektir. Bir evde çocuğun söz hakkı yoksa, konuştuğu zaman dinlenmiyorsa aile ile iş birliği yapmaz. Çocuklarda oluşan aykırı davranışlar, kendine ya da kardeşine zarar verme, annesinin çantasından para alma gibi şeyler aslında beni duyun, beni görün çığlıklarıdır. Evde saldırgan davranışlar sergileyen birçok çocuğun alt yapısında ise maalesef anlaşılamama duygusu yatar.

Yanlış iletişim metotları.

Evet yanlış görmediniz. Doğru iletişim metotlarını eminim defalarca duydunuz. Biraz da tersten gidelim istiyorum; meselâ emir cümlesi kullanmak iletişimi koparır. Çocuğa dur, kalk, yat, ye gibi emirler yağdırılması ancak asker ocağındaysa normal karşılanabilir. Çocuklarımıza korkuyla değil bilinçle yaşamayı öğretmemiz lâzım. Nerde konuşması, nerede susması, nerede durması, ne zaman dişini fırçalaması ne zaman uyuması gerektiğinin farkında olmalı. Çocukla tehdit dili kullanarak konuşmak onda kızgınlık ve öfke duygusunun ortaya çıkmasına sebep olur. Sürekli çözüm önerisi sunan anne babalara ne demeli. Aman Allah’ım her şey için cebinde mutlaka bir öğüdü vardır. Sürekli öğüt dinleyen çocuk ise bir süre sonra kendisini söylenenlere karşı adeta sağır eder ve duymaz. Hem böyle davranmak çocukların problem çözme yeteneklerine ket vurmaktır. Bırakalım problemlerinin çözüm yollarını kendileri bulmaya çalışsınlar, baktık ki başaramıyorlar o zaman destek olabiliriz. Ama önce onlara biraz fırsat vermeliyiz.

Eleştiri ne menem bir şey?

 Eleştiri de bir kültürdür ama yanlış anlaşılan bir kültür. Bazen baba evinde çok becerikli olan genç kız evlendiği zaman bir çorbayı bile yapamayacak hâle geliyor. Bir de bakıyorsun ki kayınvalide ya da eşinin aşırı eleştirilerinden dolayı bu duruma gelmiş. Yaptıkları beğenilmeyerek sürekli eleştirilen insanlar normalde çok başarılı olabilecekleri işler de bile ortalamanın altında kalırlar. Çünkü sürekli eleştiriye maruz kalan insanlar da yetersizlik hissi oluşur. Oysa kişiyi değil olumsuz davranışı eleştirmek ve yapılan güzel işleri dile getirmek çok daha faydalı olacaktır. Meselâ bu konuda sandviç metodunu örnek vermek istiyorum; birisine geri bildirim verirken, önce olumlu yönlerini dile getirmek, söylemek istediğimiz olumsuz şeyi orta kısma koymak, kapanışı yine olumlu ve cesaretlendirici sözlerle bitirmek. Böylece karşımızdakini kırmadan eleştiri yapmış oluruz. Takdir edilen insan yanlış yaptığı şeyleri düzeltmeye çok daha fazla meyillidir. Her insanın mutlaka anladığı bir dil vardır.  Bu konuda beş sevgi dili kitabını okumak faydalı olacaktır. Dozunda övgü yapmanın da sevgi dillerine dahil olduğunu o kitapta okumuş ve çok şaşırmıştım. İnsan zamanla kendisine yakıştırılan rolü benimser ve gerçekten de öyle biri olduğuna inanmaya başlar. Elbisemizi bedenimize göre diktirmemiz gerekirken, âdeta elbiseye bedenimizi uydurmaya çalışır fazla gelen yerlerimize makasla şekil veririz. Bu davranış canımızı yakarak bizi biz olmaktan çıkarır. Aşırı eleştiriye muhatap kişinin zamanla kendilik algısı değişerek söylenenlerin doğru olduğuna inanır. Farkına varmadan ben tembelim, benden hiçbir şey olmaz, ben beceremem zırhına bürünür. Onu bu zırhtan kurtarmaksa hayli zordur. Eleştiri kadar övgünün de dozunu iyi ayarlamalıyız. Aşırı övülen çocukta bir alışkanlık oluşur ve daima pohpohlanmayı bekler. Ancak insanlar onu övdüğü zaman sevildiğini hisseder. Burada da dengeyi kurabilmek yapmamız gereken en önemli şeydir.

İnsanları etiketlemek de çok yaygın. İnsanlara tembel, çirkin, şişman, beceriksiz gibi nâhoş benzetmeler yapmak, lakap takmak, alay etmek gibi davranışlar dinen de yasaklı şeyler. Hem çocuklarımızın iyi yerlere gelmesini, saygın kimseler olmalarını istiyor hem de onlara sinirlenince bu tür incitici benzetmeler yapabiliyoruz. Büyüdükleri zaman nasıl olmalarını istiyorsak öyle konuşmalıyız. Çocuk bu tutarsızlıkta neye inanacağını şaşırır. Tembel mi, akıllı mı, güzel mi, çirkin mi?  Çocuklara aşkım, sevgilim gibi ancak eşe söylenecek kelimelerle hitap etmek de çok yaygın. Yaygın olduğu kadar da tehlikeli sözler. Böyle hitap edilen çocuklar sınırlarını bilemez. Evlada ve eşe hitap sözcükleri çok çok farklıdır.

İletişimin sekteye uğramasına sebep olan etkenlerden biri de sürekli soru sormak. Yeni bir kıyafet alınca nereden ve ne zaman aldığını, fiyatını sormak ya da dışarıda gördüğümüz birisinin nereye gittiğini ısrarla öğrenmeye çalışmak gibi. Bu davranışlar insanlarda endişeye sebep olarak yalana başvurmayı kolaylaştırabilir. Çünkü yaptıkları her şeyi açıklamak istemeyebilirler. Onları buna mecbur bırakmak hiç te hoş karşılanacak bir davranış değildir. Kendimizi tartalım ve eğer insanları soru yağmuruna tutuyorsak buna hemen dur diyelim ve içimizdeki o öğrenmek isteyen benliğimize ışık tutarak nedenini anlamaya, bundan vazgeçmeye çalışalım. Genelde bu merak duygusunun sebeplerinden biri de kıskançlıktır ve en çok da bize zarar verir. Ayrıca bu öğrenme isteğimizi başka alanlara kaydırarak bilgi dağarcığımızı genişletebiliriz. Sınırları zorlamamak ve kimsenin özeline girmemek gerekir. Özel alanına girildiğini hisseden insanla ister istemez çatışmalar yaşanır. Komşuluk, arkadaşlık, annelik ve eşlik sınırlarımızı bilerek yaşarsak hem biz hem de karşımızdakiler çok daha huzurlu oluruz.

İletişimimizin güçlenmesi için bazı önerilerim olacak.

Çocuklarımızla daha fazla zaman geçirelim, iletişimimizi canlı tutalım ki bizi her zaman kendisiyle konuşabileceği yakınlıkta hissetsin. Aşağılama, suçlama gibi iletişimi kopartan davranışlardan uzak duralım. Karşımızdaki insanı sadece anlamaya çalışalım. Dinlendiğini gören çocuk sevildiğini hisseder çünkü bir insanı dinlemek onu sevdiğimizi söylemenin en kısa yoludur. Anne babasıyla konuşabilen çocuk kendisini herkese doğru ifade edebileceğine inanır. Biz anne babalar olarak en büyük handikabımız tutarsızlık, bir gün evet dediğimize öbür gün hayır diyerek çocuklarımızın gözünde değerimizi de yitiriyoruz.

Çocuğu bir başkasıyla kıyaslamak da iletişimin kopmasına ve örnek gösterilen kişiye karşı düşmanlık duygusunun gelişmesine sebep olur. Aslında konuşan kişi bizden çözüm istemez, o an sadece samimiyetle dinlenilmek ister. Dertli insanın içi duman dolu bir eve benzer, ağzı onun penceresidir o pencereyi açın da duman dağılsın, der Mevlanâ. İnsanları anlamaya çalışmadan hakkında bir yargıya varmak doğru değil. Dinlerken göz kontağı kurma ve gülümseme insana saygının gereğidir.

Toplum nedir?

Toplum ben den bize geçiştir. Ortak inanç, ortak değer, ortak amaç, duygu, düşünce ve değerlerden oluşur.  Yaşadığımız topluma ait görgü kurallarına mutlaka uymak zorundayız. Toplumun kendi içinde bir sistemi vardır. Topluma aykırı davranışlar sergileyen bireyler dışlanma gibi şeyleri yaşarken aksi hareket eden kişiler toplum tarafından daha kolay kabul görürler. İçinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı insanların zamanla yalnızlaştığını görürüz. Bir daire çizdiğimizi düşünün, o dairenin merkezinde kendi benliğimiz ile iletişimimiz yer alır. Sonra aile, akraba, arkadaş ve çevremizle iletişim çemberi yayılır. Hepsi birbirine bağlıdır, hatta kendi iç konuşmalarımız bile aileden gördüğümüz iletişim diline doğrudan bağlantılıdır ve bu dil hayat boyu devam eder. Her birimizin sağlıklı iletişim kurulması ve tüm topluma yayılması için görev ve sorumlulukları var.  Empati, hoşgörü, anlayış, sabır ve saygı gibi birçok erdem buna hizmet eder. Çevremizdeki insanlarla Kur-an ve Sünnete uygun iletişim kurabilme becerisi edinebilmeliyiz.

Çocuklarımıza iyi örnek olma her zaman çok önemli. Meselâ dindar olduğunu ifade eden birinin yalan söylemesi, dedikodu yapması ya da hak yemesi o çocuğun dinden uzaklaşmasına neden olabilir. Her zaman, insanlara sanki tek örnek bizmişiz gibi yaşamaya çalışmalı, fark etmeden de olsa örneklerle çevremizi nasıl etkilediğimizin farkına varmalıyız. Din ile ahlâk birbirlerinden asla ayrılmazlar, eğer biri diğerinden ayrılırsa ortada hiçbir şey kalmaz. Namaz kılan bir Müslüman çevresine zarar veremez, ticaretinde yanlış yapamaz, ailesine kötü söz söyleyemez. Bu konunun da üzerinde çok durmamız gerekir. Evlatlarımıza dinimizi sevdirmek istiyorsak ahlâkımızla onlara örnek olmalıyız, bizi namaz kılarken görüp ardından da kötülük yaptığımıza şahit olursa bizim gibi olmamak için dini inancımıza da ters hareket eder. 

İletişimde dini kurallar olduğu gibi toplum ve devlet kuralları da vardır. Meselâ trafikte küfürlü argo konuşan da var, itidali elden bırakmayan da. İnsanların ahlâkı sinirliyken ortaya çıkar demişler.

İletişimde sabrın da ayrı bir yeri var. Sabırsız kişi istese de konuşulanı dinleyemez bir an evvel cevap vermek ister. Önce dinlemesini bilelim zaten konuşma sırası bize de gelecektir.

Sosyal hayatımızda giyimimize, yolda tanıdıklarımızla karşılaştığımızda selamlaşma şeklimize kadar birçok şey iletişim kalitemizi doğrudan etkiler. Selamlaşma arada sevgi bağının oluşmasına katkı sağlar. Nitekim Sevgili Peygamberimiz; Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız[5]  diyerek bize nasihatte bulunmuştur. İnsanlarla konuşmak, selâmlaşmak, el sıkışmak, tanışmak muhabbetin artmasına vesile olacak davranışlar. Hâl hatır sormanın adabına da dikkat edelim konuşurken. Hitap tarzımız bizim kalitemizin de göstergesidir. Şu da bir gerçek ki karşısındaki insana saygılı konuşana saygı duyulur. İlişkilerimizde birbirimize hanımlı beyli konuşmak ne kadar hoş ve hem samimi, hem seviyeli. Büyükler eşlerine efendi ve hatun diye hitap ederlermiş. Bu hitap şekli içinde hem samimiyeti hem seviyeyi hem birbirine duyulan sevgi ve saygıyı barındırıyor. İletişim de zerâfet dedikleri bu olsa gerek.

Nezâket ve hoşgörüyü elden bırakmayalım. Her zaman saygılı ve ölçülü olmaya çalışalım. İletişimde sınırlarımıza çok dikkat edelim. Ne sınırlarımızın ihlâl edilmesine müsaade edelim, ne de başkalarının sınırlarına girelim.

Sosyal medyada ya da mesajlaşmalarda iletişim dili çok daha fazla değer kazanıyor. Çünkü orada mimiklerimiz yok sadece yazdıklarımız var. Meselâ sosyal medyada yazdığımız harflerin hepsini büyük yazmak bağırmak anlamına gelir. İmlâ kurallarının da önemi burada net bir şekilde anlaşılıyor çünkü bazen unutulan bir nokta ya da virgül cümlenin farklı algılanmasına neden olabiliyor. Mesaj yazarken saate de dikkat etmek önemli, nasılsa mesaj diye düşünerek uygun olmayan saatlerde mesaj yollamaktan kaçınalım.

İnsanlara olan beklentimizi azaltırsak incinmeyiz. Beklentisi çok olan insanlar hem bir türlü memnun olmazlar hem de arkadaşlık ilişkilerini sürdürmekte zorlanırlar. İnsanları oldukları gibi kabul etmeyi öğrenelim. Her insan farklı ve tabi ki her biri ayrı değerli.

Toplu bir yerde konuşuyorsak, dinleyenler arasında tek kişiye odaklanarak konuşmak yerine orada bulunanlara genel olarak bakmaya özen gösterelim. İletişim kurarken karşımızdaki insanın ilgi alanını bilirsek daha rahat anlaşabiliriz. Çevremizdeki insanlarla iletişimi koparmak yerine ortak noktalar bulabiliriz. İletişim de dilimiz yalansız ve açık olsun. Gerçekler mutlaka ortaya çıkar ve söyleyen kişiye karşı güvensizlik oluşmasına neden olur. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar demişler ama inanın o kadar bile sürmez.

Bazen sessizlik tam da o an da yapılması gereken en doğru şeydir ve bir saatlik konuşmadan daha etkilidir. Birçok kelimelerle anlatılamayacak şeyler susarak anlatılabilir. Herkesle dost olamayız belki ama herkesle iletişim kurabilir, muhabbet tohumları ekebiliriz. Arkadaşlarımızı çok dikkatli seçelim çünkü; Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin[6] buyuruyor örneklerin örneği.

 Daima sınırlarını bilerek doğru iletişim kurabilen ve sevgi tohumlarını her gönle ekebilenlerden olmak duasıyla hoşça kalın.

6Tirmizi, Züht 45; D4833 Ebû Dâvûd, Edep 16

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Rana Tatlıpınar ve Nurhayat Başbuğ’a

Ses kaydını yazıya hazırlayan: Ayşe Sarıçiçek’e

Yazı Editörümüz: Ayşe Sarıçiçek’e

Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

26.3.2021/ 

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ Profesyonel Yaşam Koçu


[1] Goethe

[2] İsrâ Sûresi-53

[3] Deylemi- Müsnet

[4] Şeyh Sadi Şirazi

[5] Müslim, Îmân 93

 

27
Tem
21

SEVME SANATI


            

Sevgi Duvarınızda Güzel Sözler Barındırın | Motivasyon Atölyesi

Eüzü billahi mineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdülillahi Rabbilalemin esselatu vessalamu ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain

Yarabbi senin rızan için burada bulunuyoruz, rızana ermeyi nasip eyle. Bugün nelerden bahsetmemizi murad ediyorsan sohbetimizin içine o cümleleri de yerleştir. Yaptığımız sohbetten, önce anlatanın sonra dinleyen ve okuyanların istifade etmesi, gönüllere tesir etmesi ile hayata geçirmemize yardım et Yarabbi. Rabbim, her daim bizi sevgiyi yaşayan, sevgiyi anlatan sevgi işçileri eyle. Girdiğimiz gönüllere kalıcı tesirler bırakıp senin aşkına ulaşmayı nasip eyle.

Konuşmamızın feyizli olması ve büyüklerimizin himmetinin daima üzerimizde olması için bir Fatiha üç İhlas okuyarak başta Peygamber Efendimiz Aleyhisselam olmak üzere tüm Peygamberlerin, evliya ve büyüklerin, Allah dostlarının, ve bu vatanı bize bırakan tüm şehitlerimizin de ruhlarına hediye edelim inşallah. Rabbim hediyelerimizi onlara ulaştırsın.

Konumuzun başlığı Sevgi İbadettir; sevginin yerini, sevmenin psikolojik ve sosyolojik faydalarını, sevmek için kalbimizi nasıl tamir edeceğimizi anlatmaya çalışacağım.

Sizden rica ediyorum elinize kâğıt kalem alarak sevdiğiniz şeyleri listelemenizi istiyorum.

Maalesef birçok insan başkalarının kendisini mutlu etmesini bekler, mutluluğu dış etkenlere çok fazla bağlar. Hep dışarıdakilerle uğraşıyoruz ama aslında bütün değişim önce kendimizle başlar, önce kendimizi değiştirmeliyiz ki toplum da dalga dalga değişsin.

Sevmek dediğimizde aklımıza ilk gelen Allah-u Tealâ ve tabi ki el-Vedud esması. Manâsı hem seven hem sevilen, muhabbete yegâne lâyık olan, mahlukatı seven ve onların hayrını isteyen, onları rahmete ve rızasına erdiren. Öncelikle Allah-u Tealâ’nın el-Vedud ismini iyi anlamamız lâzım, bu esmayı çektikçe kalbimize sevgi akar. Hatta İstanbul’un fethi sırasında Hristiyan bir alimin bu esmayı çok fazla çektiği ve bu nedenle fethin geciktiği ile ilgili rivayetler vardır. İlk önce Allahu Teala’yı iyi tanımalı ve çocuklarımıza da anlatmalıyız ama anlatırken doğru kelimeleri kullanmalıyız ki çocuklarımızın kalbi Allah sevgisiyle dolsun. Allah’ın sevgisini, Vedud esmasını anlatmamız ve Allah’ın hem seven hem sevilen olduğunu çocukların gönlüne yerleştirmemiz lâzım. Daima hüsnü zan üzere olmalıyız. Eğer hüsnü zan üzere olursak şu şekilde bakarız: Allah beni affeder, benim son nefesim inşallah şeb-i aruz olacak diye tüm kalbimizle inanalım. Benim son nefesim düğün günüm, kefenim gelinliğim, kabrim gül bahçesi yeni evim, bu dünyadaki amellerim de kabirdeki çeyiz sandığım olacak inşallah. Bu zihniyetle bakan bir insana ölüm zor gelir mi, hayat zor gelir mi?

Ölmeden evvel ölümü tadın demiş Peygamber Efendimiz-S. A. V- ölmeden evvel ölümü tadan kişi nefsinin esaretinden kurtulur ve sadece Allah için yaşamaya başlar. Bu hâl bazı insanda on beşinde bazı insanda yirmisinde, bazısının kırkında olur. Yani bu Hadis-i Şerif bizim hayatımızın hangi döneminde zuhur eder bilemeyiz ama bunu yaşamak için dua edelim. Çünkü ömrünün sonuna kadar nefsi için yaşayanlar var; eşiyle çocuğuyla ilgi alakası nefsi için, namaz kılıyor nefsi için, Kuran okuyor nefsi için, misafir ağırlıyor nefsi için-hani şu desinler meseleleri var ya-ama Allah için yaşayabilmemiz ve şu nefis illetinden kurtulmamız lâzım. Unutmayalım önce Allah’ u Tealâ’ ya karşı hüsnü zan besliyoruz.

Birkaç gün önce beni çok etkileyen bir rüya gördüm: Rüyamda çok çirkin görünüşlü bir bayan var, yüzü kara. Ben de ondan korkuyorum. Fakat o bayan namaz kılıyor ve bir anda yüzüne nur geliyor, sonra tekrar siyahlaşıyor tekrar namaz kılınca tekrar yüzü güzelleşiyor, bu hâl birkaç kere daha tekrarlandı. Ben de kadının yüzü kararınca ondan uzaklaştım, nurlanınca ona yaklaşmak istedim ve Yarabbi! Namaz bu kadar mı kıymetli? dedim. Aklınıza ne getirdi bu rüya? Belki de burada anlatmamız için görülen bir rüya, Allah’ın hikmeti. Ben bu rüyadan uyanınca Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’ ın Namazı bir kişinin kapısının önünden geçen bir nehre benzettiği ve o nehir de günde beş defa yıkananın üzerinde kir diye bir şey kalır mı? dediği ve günde beş vakit namazımızı kıldığımızda da elimizin, yüzümüzün, bütün bedenimizin nurlanacağı ve günahlardan arınacağımız diye belirttiği Hadisi geldi benim aklıma. Aslında o kadının yüzündeki siyahlık günahlar ve namaz kılındıktan sonra ise temizlenme. Böyle düşününce o kadının hepimiz olduğunu görüyorum aslında. Benim, sensin, o. Beş vakit namazın arasında günahlara dalabiliyoruz. Ama abdestimizi alırken arınmaya başlıyor namazımızı kıldığımızda ise o feyzin altına giriyoruz, nurlanarak temizleniyor tekrar hayata dönüyoruz. Namazı kılmayanın vay haline! Allah namazdan ayırmasın. Ben daha seminerime başlamadım, Vedud dedik ve araya bunlar girdi. Demek ki bunları da konuşmamız gerekiyormuş.

Evet devam ediyoruz: Sevmek nedir? Sevmek; hava gibi, su gibi, güneş gibi yaşamamız için gerekli olan en elzem duygulardan bir tanesi. Bu duyguya hepimizin ihtiyacı var. Bu duygu gittiğinde insanın ne hâle geldiği ile bu duygu geldiğinde ne hâlde olduğunu biraz açıklamaya çalışacağım. Gün ışığı kadar önemli sevmek. Şimdi güneş var hiçbir çekincemiz olmadan dışarı çıkabiliriz ama güneş batıp gece olunca dışarı öyle rahat çıkamaz, çekiniriz. Ama güneş doğunca ne kadar rahat ve güven içinde hissederiz kendimizi. Güneşi sevgiye çok benzetirim. Nasıl güneş gelince insanlar ısınır, rahatlar, toprağa cemreler düşünce altında saklanan tohumlar nasılda dışarı çıkartır başlarını. İşte hepimizin içinde iyi ve kötü duygular var. Sevgi kalpte olunca başkalarına da iyilik yapmak isteriz, eşimin sevdiği yemeği yapayım, çocuğuma şunu yapayım, komşuma selam vereyim, bakın sevgi yakın çevremizden başlayarak yavaş yavaş topluma yayılmaya başladı. Sevgi olmayınca kalbe bir kasvet çöker, kin, nefret, hased, fesatlık, kavga husumet, kibir, bencillik gibi duygular uyandığı zaman bırakın etrafa faydalı olmayı kendisine bile zarar vermeye başlar. Sevgi insanı çok mutlu eder ama dengesini kaçırırsak ıstıraba da düşürebilir. Sevgi kalbe gelince şiirler yazdırır, herkesin içinde bir şair, bir ressam var. Evet belki yazdığı şiirler edebi olmaz ama duyguları döker kâğıda. Her insanın içinde bir âlem gizlenmiştir, yeter ki o cevherleri işlemeyi bilelim, işte sevgi o madenleri dışarı çıkartır. Bazen de sevgi aç ve susuz bırakır hasta eder insanı.

 Sevgi gönül kapısının anahtarıdır. Kimisi sevgiyi yaşarken öğrenir, sevgiyle büyüyen çocuklar yaşayarak öğrenir ve etrafına da sevgi yayar. Evini bir sevgi bahçesine çeviren anne babaları takdir ediyorum. Allah onlardan razı olsun. Öte yanda sevgisiz büyüyen çocuklar da var, kimsesiz çocuklar hep içimi acıtır ama kendi evinde kendi anne babasıyla yaşadığı halde sevgiye aç çocuklar var. Sabah bir babanın oğlunu dövme videosuna rast geldim, izleyemedim. Öfkenin bizi getirdiği hali düşündüm, kötü duygular kalbi istila ettiğinde insanlıktan çıkabiliyoruz, Allah korusun. Daha dün bir sosyolog arkadaşımla konuşuyorduk bana yaşadığı bir olayı anlattı; yolda giderken dikkatini otobüs durağında küçücük kızını döven bir kadın çekmiş, arabasını durdurmuş hemen yanlarına gitmiş, önce kıza bir laf atmış sonra anneyle konuşmaya başlamış ve anlamış ki dört yaşlarında ki çocuğun hiçbir suçu yok zaten ne yapmış olabilir ki. Kadını dinledikçe onun kendisiyle sorunlarının olduğunu anlamış arkadaşım. Çocuğu dünyaya getirmek istemediği için başına gelen birçok şeyde küçücük kızı suçladığını görmüş. Yapmayın böyle Allah bir evladı nasip ettiyse onda bir hayır vardır. Bu olay aklıma şu Hadisi şerifi getirdi: İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı buğz etsin) bu ise imanın asgarî gereğidir. /M 177 Müslim, İman, 78/ Bir anne hamile kaldığı andan itibaren ekstra mutlu olmaya çalışmalı ki çocuk da mutlu olsun, mutluluk anne karnında başlıyor. Eğer anne sinirli ve stresliyle göbek kordonu büzülüyor ve çocuk beslenemiyormuş, çocuğun doğduğu zaman agresif olması da cabası. Önce sevginin önemini anlamalıyız ki yaşayabilelim. Hatırlarsanız canlı bir bebek çöpe atılmıştı da köpek bulup hastanenin kapısına getirmişti. Biz insanlık olarak nasıl bu hâle geldik de bebekleri çöpe atabiliyoruz. Kimseyi kınamıyorum herkes yaşadığını bilir, hiçbir anne bile isteye evlâdına bunu yapamaz. Peki o küçücük evlâdın suçu ne? İşte kalpteki kötü duyguları besleyip büyüttüğümüz zaman tüm topluma nasıl zarar verdiğini görüyoruz.       

Filistin’li Zehra’nın Gözleri diye bir film izlemiştim; evladının gözleri görmeyen bir Yahudi, Filistin’de Zehra adlı kızın gözlerini kızına nakil yaptırıyor. Aslında burada hastalıklı bir sevgi örneği görüyoruz, kendi evladını o kadar seviyor ki başka çocukların ölümü pahasına onu kurtarmaya çalışıyor. Sevgiyi iyi ayarlamak lâzım. Hayvanlar bile sevgiyi hisseder, mesela bir köpeği severiz onu birkaç kere besleriz bizi hemen tanır. Sevgi sadece insana mahsus bir şey değil. Çiçekler de sevgiden anlar, Esad Coşan Hocamızın bir sohbetinde dinlemiştim; yurt dışında bir bayanın yetiştirdiği meyve ve sebzelerin çok büyük olduğu kulaktan kulağa yayılır. Hangi ilaçları kullandığı sorulunca hiç ilaç kullanmadığını, sadece sevgi verdiğini söyler. Bitkiler bile sevgiyle büyütülünce nasıl değişiyorlar peki ya insanlar… Mesela Mevleviler eşyaya çok hürmet ederler kapıyı yavaş kapatırlar, bardağı çat, pat bırakmazlar, sevgiyi o kadar hazmetmişler ki tüm âleme hürmet ediyorlar. Sevgi dolu insanın davranışları eşyalara bile sirayet ediyor. Geçen gün bir belgesel izledim, geyik aslandan kaçıyor ama o sırada yavrularını görüyor yavaşlıyor hemen aslana kendisini bilerek yem ediyor, aslanlar hemen saldırıyor, o halde bile yavrularının gidişini izliyor. Bu sırada çekilen fotoğraf da ödül almış. Peki biz çocuklarımız için ne yapıyoruz? Onlara günde bir saat bile vakit ayıramıyor, onlarla sohbet edemiyoruz, eşimizin eve gelmesini istemiyoruz ama bu toplumun genelinde böyle çünkü yüksek dozda bir kültürel yozlaşma içindeyiz. Medya ve diğer iletişim araçlarıyla öyle bir bombardıman altındayız ki belki de hiçbir şeyin farkında bile değiliz. Bende sosyal medya kullanıyorum ancak ölçülü kullanmalıyız. Ölçüyü kaçırınca bir de bakıyoruz ki farkına varmadan saatler boşa geçmiş. İnsan için en önemli şey farkındalık sahibi olmak oysa ekrana maruz kaldığımız saatler uzadıkça adeta beynimiz uyuşuyor ve farkındalığımızı kaybediyoruz. Bizim bir an önce merkeze geri gelmemiz lâzım. Mehmet Zahid Kotku Hazretleri senede üç kere halveti önermiştir, on gün bir fabrika ayarlarımıza geri dönmemiz lâzım. Muharrem ayının ilk on günü, Zilhicce ayının ilk on günü ve Ramazan ayının son on günü, bir sakinleşmek kendimize gelmek adına aklımızda bulunsun. Belki her birimiz on günü yapamayız ama hiç olmazsa bir saat bile olsa kendimizle baş başa tefekkür halinde kalabilelim ki kaçırdığımız güzellikleri tekrar yakalayabilelim. Bir saat telefonu kapatsak, tefekkür etsek biliyorsunuz bir saatlik tefekkür altmış senelik ibadetten üstün sayılmaktadır. Sakin sakin oturalım ve “Ben ne yapıyorum, bu gidişatım düzgün mü, nerelerde eksikliklerim var, namazım ne durumda, insani ilişkilerim nasıl, Allah ve Peygamberimiz ile aram nasıl? Kendimizi bir yoklayalım. Biz Müslümanlar bu konuda da çok şanslıyız çünkü bizi düşünmeye sevk eden çok imkân var elimizde; namazımız var ki ne kadar etkili bir tedavi yeri hepimiz için, oruçta da çok güzel hikmetler var bir gün boyunca sadece akşam yemeği hazırlamak gerektiği için Ramazan Ayında da tefekkür etmeye bolca vaktimiz oluyor. Zaten yemeği az yiyerek açlığı hissettiğimizde melekelerimizde açılıyor.

Sevgi karşılıksızdır ve asla bir çıkar ilişkisi değildir. Önce sevgiyi kendi içimizde yaşayacağız ki karşı tarafa da verebilelim. Kendimizde olmayan bir şeyi nasıl başkasına vereceğiz?  İçinde beklenti ve çıkar ilişkilerinin olduğu sahte sevgiler de zaten çok uzun sürmez.  Önce kendimize zaman ayıracağız ki içimizdeki sevgi de gün yüzüne çıksın, mesela evimizde sevdiğimiz bir köşemiz olsun, köşede sevdiğimiz çiçekler, kitaplarımız olabilir. Bir kuş ya da balık olabilir. Birçok anne evde hayvan beslemek istemiyor ama çocuklara hayvan sevgisini başka türlü nasıl vereceğiz? Doğayı ve hayvanları çocuklarımıza sevdirmemiz için bazı şeylerden fedakârlık yapmamız lâzım. Kızlarım seviyor diye altı tane kedi baktım ben. Zamanla onlar bana da şifa oldu, kedilere dokunamazdım önceden şimdi kucağıma alıp sevebiliyorum.  Aslında biz doğadan kopmuşuz da fabrika ayarları henüz bozulmamış çocuklarımız dünyaya geldiğinde bizleri yeniden tamir ediyorlar.

Bakış açısına değinmek istiyorum birazda; “Hava çok karardı içim de karardı, kasvet bastı” evet bu bir bakış açısı ama “Hava karardı, yağmur bulutları geliyor, rahmet inecek besbelli. Toprak suya kanacak, mis gibi toprak kokacak” aradaki fark bizim mutlu ya da mutsuz olmamıza sebep olan şey işte. Önce gözümüzdeki kara gözlüklerimizi değiştirmemiz lâzım. Eğer bu karamsar gözlüklerle bakarsak dışarıya kimsenin bizi mutlu etmeye gücü yetmez. Hep çevremden örnek vermek istemiyorum ama bu konuda maalesef tanıdığım bir arkadaşım vardı. Maddi durumu çok iyiydi, kocası evinin rızkı için çalışan biri, Allah’ da verdi. Kadın yazlık istedi alındı, devre mülk istedi alındı, daireyi yenilemek istedi o da oldu. Dışarıdan bakınca her şeyi mükemmel ama evde her zaman sorun çıkaran yine kadın. Mutlu olmayı bilmiyor, her şeyde bir eksik bulmaya odaklı. Ailesi ne yaparsa yapsın bu kadını mutlu edemez ve edemedi de zaten. Eşine, çocuklarına, gelinlerine ve tabi ki kendine de hayatı zehir etti. Şu an kocası hastalandı, her şeyini kaybetti, çocuklarının mânevi desteklerine ihtiyacı var ama hiçbiri onu görmek istemiyor. Hayata ne ekiyoruz. İyi günümüzde ailemize ne sunuyoruz? Ailemize ne yaşatıyorsak onları yaşayacağız. Sevgisizlik çok acı. Sevgi kalpten gidince merhamet de gidiyor. Yolda yürürken asık suratlı, agresif kişiler görünce çok etkilenirim, keşke herkesin yüzü sevgiyle aydınlansa. Oysa sevgiyi kalbimizde bir misafir gibi ağırladığımızda; gözlerimizin içi güler böyle insanları görünce, tanımasak bile konuşma, selam verme ihtiyacı hissederiz. Onun sevgi dolu hâli bizi kendisine çeker. Sevgi dolu insan etrafındakileri de tamir etmeye başlar. Sevgi dolu bir kalbe sahip insanlar başkalarına kötülük yapamaz, kendisine birinin bir kötülüğü dokunursa ona da cevap vermeyi kendisine hakaret sayar. Bir genç kardeşim var. Aile de başkalarının iftirasıyla kayınları akşam kapıya dayanıyor. O sırada gelin de yatsı namazında, selam veriyor kapıyı açıyor kayınları sayıp dökmeye başlıyorlar. Hakaretler, bağrışlar, bakmış ki hiç suçu yok demiş ki “Ben saygımı bozmak istemiyorum, namazıma devam edeceğim.” Onlar gidiyor, arkadaş namazını kılıyor. Sabah olunca gerçek ortaya çıkıyor, arkadaşımdan özür diliyorlar. Sustu ve kazandı. Psikologlar der ki; DDK. Dur, Düşün, Konuş. Eskiden büyüklerimiz “Dokuz düşün, bir konuş” derlermiş. Bazen susmak insanı birçok belâdan kurtarır ayrıca aradaki sevgi ve saygıya da zarar gelmesini engeller. Peki ya nefret doluysa insan? İşte o zaman da kendisi de dahil çevresindekileri de hasta eder. “Sevgi insanı hayata bağlayan en güçlü iptir, sevgi Yaradan’a yakın olmaya vesiledir” denir. Çıkar ilişkileri, bencillik ve menfaat düşünceleri olmadan tertemiz, duru bir sevgi ile sevdiğiniz mesela yirmi yıllık bir arkadaşınız var mı? Eğer varsa kıymetini bilelim yoksa edinelim inşallah. Dostluk o kadar güzel bir şey ki kelimelerle ifade etmeye zorlanırım.

 Sevme duygusunun yeri neresi?  Tabi ki kalp. Çocuk eğitim seminerlerinde onların kalbinin boş bırakılmaması gerektiğini anlatırım çoğu zaman. Kalp boş kalmamalı, bu kalbe önce Allah ve Peygamber sevgisini yerleştirmeliyiz. Bakın yaz tatili geldi. Ben yaz tatillerini çok seviyorum çünkü çocuklarım bana kalıyor. Her gün kahvaltıdan sonra bir saat sohbet etmişizdir çocuklarımla ve inanın bu bir saatlik sohbetin çocuklarımı yetiştirmemde çok faydasını görmüşümdür. Kendi kafamda günlere bölmüş olduğum konuları konuşmuşuzdur. Bir gün Allah sevgisi, bir gün vefa, bir gün adalet, bir gün merhamet, vatan sevgisi, akraba ilişkileri gibi listeyi uzatabilirsiniz. Tatili güzel değerlendirirsek bize çocuklarımızla iyi vakit geçirmek için çok güzel bir hediye. Ev işleri kalacak diye bunları ihmâl etmeyelim, iş bölümüyle her şey halledilir. Hem bu vesileyle sorumluluk duygularını da geliştirmiş oluruz. Peki ya ilgilenmezsek ne olur? Tabiat boşluk kabul etmez, kalp de boşluk kabul etmez ve maalesef farklı farklı izmlerle dolar; ateizm, kominizm gibi… O boşluğu çocuk uyuşturucu, yanlış inanç ve ilişkilerle doldurmaya çalışır. Kalbinden başlamalıyız doldurmaya. Nuri Pakdil’ in de söylediği gibi “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün nasıl kayıp gidecek elinizden.” Sırtı sıvazlanmayan, saçı okşanmayan, anlaşıldığını ve sevildiğini hissetmeyen çocuk o sevilmek ihtiyacını başka yerlerden karşılamaya çalışacaktır. Kendisiyle adam yerine konulup sohbet edilmeyen çocuk kendisine azıcık değer veren insanlara yapışıyor. Ergenlik döneminde akranlarını çok sevmelerinin sebeplerinden biri de birbirlerini dinliyor ve anlıyor olmaları. Bizim kızımızı bizim oğlumuzu biz dinlemezsek gider anlatacak başkasını bulur, bulur ama nasıl insanlara denk geleceği de meçhul. Dinlemediğimiz insanın dünyasına giremeyiz. Bu da kulağımıza küpe olsun.

Gelelim evimize; evimiz bizim için bir nevi sığınak, hem temiz ve düzenli olsun istiyoruz hem duvarlarına güzel resimler asıyoruz ki içimiz açılsın. Kalbimiz de bizim için öyle, bizi dış dünyanın zararlarından koruyan bir sığınak. Gönül evimizi de düzenli ve temiz tutacağız ki huzur bulalım. Ama biz otuz kırk sene önce yaşadığımız acıların resimlerini asıyoruz gönül evimizin duvarlarına. Her gün baktıkça daha çok üzülüyor daha mutsuz ediyoruz kendimizi. Bizi mutsuz etmekten başka işe yaramayan tüm bunları toplayın artık bir sandığın içine koyun ve bir daha da açmayın. Gönül duvarlarımıza görmek istediğimiz ve bakınca içimizin açılacağı resimler asalım.

İnsan ilişkilerinde de her seferinde yeni bir defter açabilmeyi öğrenmeliyiz. Ben problem yaşadığım insanlar için yeni bir defter açmayı öğrendiğimden bu yana çok daha huzurluyum, her insan ikinci bir şansı hak eder bence. Hele de bunlar eşimiz, çocuğumuz, anne babamız ise hiç hak etmez olur mu? Artısı ve eksiyle o çocuk bizim, Allah onu bize takdir etmiş, onu bizim yetiştirmemizi istiyor, evladımızı bırakamayız gerekirse bir de iki de defter açacağız.  Akrabanın, ahbabın çocuklarına gösterdiğimiz ilgiyi kendi çocuklarımızdan esirgemeyelim, onları takdir edebiliyoruz ama maalesef kendi evlatlarımızın iyi yönlerini hiç görmüyoruz. Olumsuzluklarını görünce bir avcı gibi atlıyoruz hemen ama takdir yok. Çocuklarımızın bizden başka anne babası da yok.

Gönül evimizdeki resimlerden bahsettik. Kalbimizde var olan kötülükleri temizlemeliyiz önce çünkü bütün kötü huylarımız kabrimizde sevmediğimiz hayvanların suretinde gelecek. Kin yılan olarak gelirse ne yapacağız? Kalbimizde ki kini atacağız, affedeceğiz, kıskançlık varsa onu tamir edeceğiz. İmam-ı Gazzali Hazretlerinin Kîmyâ-yı Saadet adlı muhteşem eserinde kalbi bu gibi hastalıklardan temizlemenin yolları anlatılıyor. Hepimizin okuması gereken eserlerden biri. Cimriliği, hasedi, kini, kıskançlığı nasıl yeneceğimizi anlatıyor. Bir tüyo verebilirim mesela; cimriliği yenerek cömert olmak için vermeyi tavsiye ediyor. Zorla vereceğiz, o cimriliği yenmek için. Kendini muhtaç olacak duruma düşürmeden vermeyi anlatıyor. Bu yaz tatilinde okuyabiliriz bu güzel eseri. Hepimizin bu kalp hastalıklarını tamire ihtiyacımız var. Zaaflarımızın tam zıddını yapmaya çalışacağız ki o huyları kalbimiz tamir olsun.

Hepimiz dünyaya geldik ve yaş aldık, gördük, geçirdik, tecrübeler edindik ama acaba kendimizi seviyor muyuz? Babamızın milyonlarca sperminden özel olarak tek biz dünyaya geldik, Allah bizi seçti ve buraya gönderdi. Gözlerimiz, ağzımız, aklımız, duygu ve düşüncelerimiz yani biz. Bizden iki tane yok. Biz eşrefi mahlukât olarak dünyaya gelmiş ahsen-i takvim üzere yaratılmışız, çok kıymetliyiz. Lütfen gençlerimize bunu anlatalım; sosyal medyada gördükleri yüzlere aldanıp kendilerini çirkin görenlerin sayısı çok fazla. Ahlâk güzelliği tüm güzelliklerden daha kıymetlidir. Evlatlara önce kendilerini sevmeyi öğretin, kendini hiç sevmemek bir hastalık aynı zamanda Allah’a saygısızlık. Mesela kaş aldırmak haram kılınmış, neden? Marifetnâme de İbrahim Hakkı Hazretleri bir ilimden bahsediyor ve bu ilim sayesinde insanların kaş şekillerine bakılarak o insanın karakteriyle ilgili bilgi edinildiğine değiniyor, oysa yüzde yapılan değişiklikler sonucu artık o insanı tanıyamaz hâle geliyoruz. Kendi karakterine zarar vermiş oluyor. Ayrıca tüm yüzler birbirinin aynı gibi bu da çok itici geliyor. Her insan özeldir ve hiç kimse birbirinin aynısı ya da benzeri olmak zorunda değil. Hepimiz bütün bir resmin parçalarıyız ve değerliyiz. Aslında bu kadar güzelleşme çabasının ardında yok olup gitme korkusu, unutulma korkusu olduğunu düşünüyorum. Oysa buraya geldik ve gideceğiz. Giderken de her birimiz bir ayak izi bırakıyoruz. Ayak izimiz kendimize özel olsun, taklit değil. İşte bunun için önce kendimizi seviyoruz çünkü kendimizi sevmeden başkasını sevebilir miyiz? Kendimizi sevmediğimiz sürece başkasına o sevgiyi vermekte zorlanıyoruz. Sevgi öyle büyük bir mucize ki serotonin hormonu azaldığında vücutta hastalıklar başlıyor. Serotonin halk arasında mutluluk hormonu olarak bilinir ve az salgılanırsa depresyona yatkın oluruz. O halde bu hormonu arttırma yollarını düşünmeliyiz. Mesela dinlenmek, doğaya çıkmak, yürüyüş yapmak serotonin düzeyini yükselten şeyler. Apartmanlara tıkılmışız, ne toprak ne bahçe tabii ondan sonra kadınların çoğu depresyonda olur, bundan daha doğal ne olabilir. Bir kediyi bile okşamak insandaki negatif elektriğin giderilmesini sağlıyorsa gerisini siz düşünün. Serotonin davranışlarımıza da etki ediyor. Çünkü duygularımız direkt davranışlarımıza yansıyor. Strese maruz kalırsak vücudumuzda birçok olumsuz değişiklikler olur.  Mesela şeker hastalığının nedenlerinden biri de aşırı stres. Stres yüzünden ya belimiz ağrır ya boğazımızda guatr çıkar, ya şeker hastası oluruz ya migren oluruz ya da midemiz etkilenir. Kendi kendimizin doktoru olabilsek keşke. Peygamber Efendimiz zamanında Bizans İmparatoru bir jest yapmak istemiş ve kendi geleneğince bir doktor göndermiş, fakat doktor uzun zaman halkın içinde kaldığı halde hiç hasta olmaması dikkatini çekmiş, Efendimiz Aleyhisselam’ a gelerek hiç hasta alamadığını, yiyip içip yattığını söyleyerek utandığını dile getirmiş bunun üzerine buyurur ki Efendimiz “ Kaldığınız müddetçe sizi ağırlamak Müslümanların vazifesi ama isterseniz gidebilirsiniz, ne kadar bekleseniz size kimse gelmez çünkü ashabım hasta olmaz, temizliğe çok dikkat ederler, acıkmadan yemezler, doymadan kalkarlar.” Oysa şimdiki halimizi düşününce kendi adıma çok üzülüyorum. Hastaneler tıklım tıklım, ne oldu da bu hâle geldik? Allah, Sahabe efendilerimiz gibi yaşamayı nasip etsin.

Bazen bardak dolar, taşar başkalarına yansıtırız hissettiklerimizi. Ben yıllar evvel kızlarım küçükken bir gün çok bunalmışım, âdeta çatacak yer arıyorum, hemen bir molaya ihtiyacım olduğunu ve kaybettiğim dengemi tekrar bulmaya ihtiyacım olduğunu anladım, biliyorum çocukların hiç suçu yok. Çocuklara yarım saat beni rahatsız etmemelerini söyleyerek salona geçtim. Dinlenmeyi biz anneler genelde göz ardı ediyoruz ama o kadar önemli ki, o ihtiyacı karşılayamadığımız zaman hayat dengemiz bozuluyor. Çayımı ve çok sevdiğim güllü tabaklarımda kekimi aldım, ışığı kıstım, radyoda sevdiğim bir program vardı onu da açtım yarım saate gerek kalmadı on beş dakikada sakinleştim. Biraz sonra kızlar kapıyı çaldı, içeri girdiler birlikte çay içmeye başladık. Sonra tepsiyi kaldırdı kızım mutfağa götürürken düşürdü o çok sevdiğim güllü tabaklarım kırıldı ama o kadar iyi gelmiş, o kadar sakinleşmişim ki kızamadım. Aşırı agresifleştiğimizde dinlenme, sakinleşme molası vermeliyiz aksi halde her şeye sinirlenen insanlar haline geliyoriz. Öfkelendiğimizde akıl baştan gidiyor o zaman gidip bir abdest almak, ufak bir mola vermek çok iyi geliyor.

Sevgiden bahsederken hep deriz ya sevgi dolu diye. Gerçekten de içi sevgi dolu olan insanların yüzleri de güzelleşir. Sevgi yoksa insanın sîmâsı bile değişiyor. Gönül bir çiçek gibi, sevgi yoksa kapanıyor, soluyor. Ama sevgi varsa açıyor, genişliyor ve rahatlıyor. Arkadaşını, akrabasını arıyor hatırını soruyor, komşusunu davet ediyor. Her birimiz kendi ışığımızı çevremize yansıtırsak sevgi gönülden gönle genişler, çoğalır. Sevginin sosyolojik faydasına da değinelim istiyorum. İç içe geçmiş halkalar düşünün, en içteki biziz, diğeri Allah (C.C), Peygamber efendimiz, mânevi büyüklerimiz, sonra ailemiz, eşimiz ve çocuklarımız, sonra komşu ve arkadaşlarımız, akrabalar, vatanımız, dünya gibi genişletiyoruz. Önce kendimizle olan meseleyi çözerek yavaş yavaş, dalga dalga genişliyoruz. Daha da yetmeyecek dünyadaki insanlara da faydalı olacağız inşallah. Bazen dengeyi kaybedebiliyoruz, insanız olabilir. İşte o zaman bunu fark ettiğimizde sıfır noktasına yani içimize dönüp kendimizi tamir ederek tekrar dengeyi yakalamayı da ihmâl etmeyelim. Bu aslında en güzel ibadetler arasında da sayılıyor, tefekkür, halvet, itikaf. Çok açıldık, çok koşturduk ve yorulduk mu? Şimdi de biraz öze dönüş gerek, biraz yalnızlık gerek. Yalnızlığa, tek başınalığa da alışmak gerek. Sakince vaktinizin elverdiği kadarıyla yarım ya da bir saat hatta müsait olanlar bir gün kendi içlerine çekilebilir ve iç dengeyi tekrar sağlayabiliriz. Bu arada sevdiğimiz şeyleri yapalım. Kaza namazı, zikir ve okumak gibi şeylerle meşgul olalım, çayımızı kahvemizi alalım, sevdiğimiz şeylerle meşgul olalım, arınalım inşallah. Hepimizin kendimize zaman ayırmaya ihtiyacımız var. Bir psikoloğun hastası yana yana randevu almaya çalışıyor ama başaramıyor. Sonunda bir yolunu bulup psikoloğun evine gidiyor bir de bakıyor ki evinin önündeki göle ayağını uzatmış oturuyor. Bunu gören hasta şaşkınlıkla soruyor; “Hani zamanınız yoktu” diye, doktorun cevabı çok hoş “evet zamanım yok, bu kendime ayırdığım zaman.” Ben bunu otuz yaşımda öğrendim ve o gün bu gündür kendime de zaman ayırıyorum. Biz yaşam koçluğunda da hayatımızı sekiz dilime böleriz bu bölümlerden biri de dinlenme bölümüdür. O dinlenme ihmâl edildiğinde eşle de, çocukla da, komşuyla da aramız bozulur. Mümkün mertebe dalga dalga herkese faydalı olmaya çalışıyoruz ama tıkandığımızı hissettiğimizde de kendimizi ihmâl etmiyoruz. Ne hep dışarıda ne de hep içerideyiz, dengedeyiz. Bir tanıdığım var, maddi durumu çok iyi ama bunalımda peki sebebi ne? Sosyal ilişkilerinde sıkıntı var bu nedenle eviyle mutlu olmaya çalışıyor ama böyle olmaz. Bir dostla sohbet etmenin onunla bir fincan kahve içmenin yerini hiçbir şey tutamaz. Bunlar bizim için birer şifa kaynağıdır.

İçi sevgiyle dolan sevgi işçileri sosyal yardımlaşmayı da arttırırlar. Biri yuva kuracak ama maddi imkânı da kısıtlı hemen hanımlar arası bir organizasyonla destek olunur, psikolojik sorunlarla uğraşmaya zamanı bile kalmaz. Böyle güzel işlerin içindeyken çocukların nasıl büyüdüğünü bile anlamayacaksınız. Eskiden böyle vazifelere koşturduğum dönemlerde dikkatimi çekmişti de çocuklar üzerlerine sorumluluk almayı da öğreniyorlardı. Sorumluluklarını almaları için biraz celal cemal dengesi olmalı. Aşırı sevgi bazen çocuklarımızın yapması gerekenleri bizim yapmamıza sebep oluyor ama bu çok yanlış. Hiçbir hayır hizmetine koşturmayıp sosyalleşemeyen ve kendilerini daracık kabuklarına kapatan hanımlar psikolojik sorunlarla boğuşuyorlar. Eskiden hiç kimse kredi çekmiyor faize bulaşmıyordu çünkü yardımlaşma vardı ama şimdi neredeyse kaybettiğimiz değerlerin başında geliyor yardımlaşmak, hele ki borç vermek. Çünkü toplumsal dayanışmamız sekteye uğradı.

Sevgi toplumda yer ederse büyükler aranır sorulur, küçükler kollanır korunur, iyiler çoğalır, kötüler siner gizlenir, sevgi her yere yayılır. Eğer topluma sevgiyi yayamazsak kötülük her yeri kaplar çünkü kötüler çok çalışıyor. Filibeli Ahmet Hilmi Efendinin kaleme aldığı Âmâk-ı Hayâl kitabında dünya kurulalı beri iyi ve kötünün hep bir kavga halinde olduğuna değinir. “Hangisi daha çok çalışırsa o dünyayı kaplar” denir.

Vefat eden büyüklerimizi de ihmâl etmeyelim, onlara da sevgiyle Kuranlar okuyup göndermeyi unutmayalım. Gelecektekilere de kitap yazarak ya da kalıcı bazı hizmetler yaparak eser bırakabiliriz. Bu aynı zamanda insanı tedavi edici bir etkiye de sahiptir çünkü insanoğlu bu dünyadan göçüp gidince unutulmayacağını hissetmek ister. Böylece hem bir iz bırakır hem de görevini tamamlamış bir asker gibi huzurlu olur. Hiç olmazsa bir ajandamız olsun, bildiklerimizi, duyduklarımızı, okuduklarımızı yazalım torunlarımız anneanne- babaannelerinin defterlerini okusun.

Toplumda sevginin yayılması önündeki engeller. Bunlar çok çeşitlidir bazılarını sayalım; narsizm, kibir, hased, gıybet, su-i zan, dedikodu, kendini üstün görme gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Dedikodu yapmayı alışkanlık hâline getirmişsek bilelim ki bu yaptığımız toplumda sevgiyi yok eder. Dilden dile değişerek yayılan sözler kırıcı olur. “Ufak bir dedikodu” deyip geçmeyelim, nelere sebep olduğunu görelim de uzak duralım. Bir menkıbe anlatılır; adamın biri eşiyle anlaşamıyor boşanacak, mahkemeye başvuruyor ve hanımıyla ilgili bir soru sorulunca “O benim mahremimdir sırrını söyleyemem ama ayrılmak istiyorum” der. Mahkemeden sonra arkadaşı artık boşandıkları için sorunlarının ne olduğunu söylemesini isteyince “Yabancı bir kadın hakkında konuşamam” diye cevap verir. Asilliğin böylesi. Sevginin bu gibi engellerini kalbimizden söküp atmaya ve yerine taptaze muhabbet tohumları ekmeye çalışmalıyız. Ayrıca burada küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum; kendini sevmek ile narsizmi ve kendini beğenmeyi birbirine karıştırmayalım. Kendimizi sevmek zorundayız aksi halde başkasını sevemeyiz. Dengeyi kurabilmeli aşırıya gitmemeliyiz. İnsanları sevmek ve affetmek için bahaneler bulabilmeliyiz. Büyükler bir kardeşimizde gördüğümüz olumsuzluk için yetmiş tane özür, sebep bulmayı öğütlemiştir bizlere. İnsanları sadece gördüklerimizle yargılamayalım belki çok önemli bir mazereti vardır. Buna Hüsn-ü zan denir ve gerçekten çok önemlidir. Ayrıca toplumda selamlaşmak da sevgiyi arttıran sebepler arasındadır ve sünnettir.

Nankörlük de çok tehlikeli, bazen gerçekten iyilikten maraz doğuyor. Bir hanım kardeşim kayınvalidesini kışın memleketten getirtiyor, soğuk olur soba yakamaz, sıcacık evde yanlarında olmasını istiyor ama işler hiç te düşündüğü gibi olmuyor. Zamanla kayınvalide oğlunu doldurup geliniyle aralarının bozulmasına sebep oluyor, o kadar ilerliyor ki huzursuzluk neredeyse aile dağılma noktasına geliyor. Bir ay sonra kayınvalide evine dönüyor da aile kurtuluyor. Bundan sonra o gelin kayınvalidesine nasıl sevgiyle bakacak, kış boyunca sobasını yaksın otursun, bunu hak ediyor. Yapmayın Allah aşkına bir yuvanın yıkılmasına, çocukların mutsuz olmasına sebebiyet vermenin vebâli çok büyüktür. Aile bir devlettir, bir devleti yıkmayla eş değerdir. Kayınvalidenin iyiliğe karşı yaptıkları neyin işareti? Kalbinde kıskançlık olduğunun işareti elbette. Kalbimizde ki yanlış duygular bizi ele geçirmesin onları söküp atalım. Bakın kıskanıyor, gıybet ediyor, iftira atıyor böylece eşi hanımına karşı negatif duygular besliyor ve çatışmalar başlıyor. Benim de babaannem her kış bizde kalırdı ve asla hiçbir şeye karışmazdı, asla boş durmazdı oturduğu yerden kazak örerdi, çorap örerdi. Annem köfteyi hazırlardı getirir babaanneme verirdi o da köfteleri yapardı. Eli boş duran insanın ağzı çok çalışır. Bakın yıllar geçti, babaannem vefat edeli çok zaman oldu ama biz onu hep güzelliklerle hatırlıyoruz. Arkamızdan nasıl anılmak ve hatırlanmak istiyorsak öyle yaşamaya çalışalım. Kayınvalide oğlunun evine gittiğinde orada misafirdir, orayı yönetmeye kalkamaz, herkes yerini ve sınırını bilmeli.

Birbirimizle irtibatı kesmeyelim, birbirimizin derdiyle dertlenelim ki muhabbet ateşi sönmesin. Karşılıklı kalplerde soba yanıyor gibi düşünüyoruz ve odun attıkça sobanın sıcak kalması gibi sevgiyle yaklaşıyoruz ki kalpler soğumasın. Uzun süre ziyaret etmediğimiz kişiler varsa arayıp soralım, gönüllerini alalım, sevgi ateşini yeniden yakalım inşallah. Hediyeleşmek, güzel söz söylemek, gülümsemek sevgi ateşini canlandırır. Birbirimizi ziyaret etmek de Hakkın kula muhabbetini celp eder. Biz hiçbir kardeşimizin kusur arama memuru değiliz, lütfen böyle huylarımız varsa vazgeçelim, tam tersine güzellikleri arayıp bulalım. Gördüğümüzle hükmetmeyelim, her davranışın birden fazla sebebi olabilir. Diyelim ki bir arkadaşımız yanlış şeyler yapıyor onu da bırakmayacağız, onu uyaracağız, doğruları anlamasını sağlayacağız.

Allah zikri çok önemli, el- Vedud esması kalbimizde sevgi tohumlarını yeşertir. Bu konuda kendimizde eksiklik hissediyorsak daha fazla el-Vedud zikri çekebiliriz.  Mesela yemek pişirirken bin bir kere Ya Vedud ismi çekmenin çok faydalarının olduğunu okumuştum. Yemeklerimizi abdestli olarak sevgiyle pişirmeye dikkat edelim. Vaktin birinde bir âlim yemeğe davet edilir ve davete icabet eder. Fakat âlim sofraya oturmaz, nedenini soranlara yemeğin zulmet koktuğunu söyler. Bunun üzerine adam eşine yemeği pişirirken ne olduğunu sorar ve gelin ile kayınvalidenin yemeği pişirirken kavga ettiklerini öğrenir. Bakın ne kadar etkiliyor. Aynı evin içinde birbirimize düşmanlık ediyoruz, oysa düşmanlık Allah düşmanlarına, vatan düşmanlarına karşı olmalı.

Gösterilen sevginin karşı taraftan doğru algılanması için onun sevgi diline hitap etmesi gerekir. “Beş sevgi dili” kitabını okumanızı öneririm. Sevgi dillerinden “Nitelikli beraberlik” yani kaliteli vakit geçirme şu an sizinle yaptığımız şey. “Dokunsal temas” sarılmak, öpmek, el ele tutuşmak. Mesela sarılmanın bir faydası da endorfin hormonu salgılanmasını arttırarak ağrıların kesilmesine sebep olması. İnsan sarılmaya, elinin tutulmasına ihtiyaç duyuyor. Hediyeleşmek de bir sevgi dili ama pahalı şeyler değil önemli olan, karşındakini düşünmek, bir tesbih almak ya da bir kek pişirip götürmek de pekâlâ çok güzel bir hediye olabilir.

Bir gün biri gelir ve Peygamber Efendimize ibadetlerden zevk alamadığını anlatır bunun üzerine bir yetimi işaret eder ve gönlünü tamir etmesini söyler Efendimiz. Adam söyleneni yapar ve ibadetlerden zevk almaya başlar. Başka birinin gönlünü aldığımızda bizim de gönlümüz açılır, verdikçe alırız da aynı zamanda. Bol bol gönül yapalım, arkamızdan hayır dua edecek insanlar bırakalım. Takdir ve onay sözleri de sevgiyi arttırır, birine onu sevdiğinizi söylemek, onu takdir etmek ve benliğini onaylamak ta muhabbeti arttırır. Ayrıca hizmet etmek de sevgiyi arttırır. Genelde anne babalarımız onları sevdiğimizi hizmet ettiğimizde hissediyor, evini süpürmek onlara sevildiklerini hissettirir. Kendimizi ve karşımızdakileri tanıyarak sevgi dillerine hitap etmek de muhabbeti arttırır. Haram sevgilere meyletmeyelim, severken de helal haram dengesini koruyalım. Sevgimizi de dikkatli kullanmalıyız. Mesela eşinden sevgi görmediğini düşünüp başka bir erkeği seven kadının durumu buna örnek verilebilir. Sevgimizi yanlış yere kanalize edersek sonucu acı olabilir. Allah için sevmeyi öğrenelim, tüm sevgiler sonunda Allah’a varıyor. Yaşam koçluğunda merkeze Allah sevgisini yerleştiririz, maneviyata gereken önemi vermeyenler benliği ve egoyu yerleştirir ama o zaman eksik, güdük kalmış oluyor. “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi” anlayışını benimseriz. “Benim maksadım senin rızanı kazanmaktır Allah’ım.” Allah rızası için ilim öğrenelim, Allah rızası için eşimize çocuklarımıza sevgi gösterelim, evini de kalbini de Allah rızası için temizle, Allah rızası için sağlığımıza dikkat edelim, komşu ve akrabalarımıza Allah rızası için iyilik yapalım, Allah rızası için namaz kılalım, Allah rızası için Kuran okuyalım, dinlenmeyi ve sanatla ilgilenmeyi de unutmayalım. Gönlüne Allah sevgisini yerleştirenin yapamayacağı şey yoktur. Merkeze Allah sevgisini yerleştirince bize kimin ne yaptığının da pek bir önemi kalmıyor. “O bana gelmedi ama ben ona giderim” diyebiliyor insan. Ama merkeze beni yerleştirirsem eğer “O bana kötülük yaptı, o bana şöyle dedi” diye uzayıp giderdi.

Mahmud Esad Coşan Hocamızın da dediği gibi; “Bizim metodumuz sevgidir, sevgiyle pek çok kapı açılır, bizim tasavvuf yolumuzun metodu sevgidir, büyüklerimiz birçok ülkeleri topla tüfekle değil sevgiyle fethetmişlerdir. Yunus’un metodu odur, Eşrefoğlu Rumi’nin metodu odur, İbrahim Hakkı Hazretlerinin metodu odur.”

Son olarak Yunus Emre ile bitirmek istiyorum: “Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz.”

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Gönüldaşımıza

Ses kaydını yazıya hazırlayan: Ayşe Sarıçiçek’e

Yazı Editörümüz: Ayşe Sarıçiçek’e

Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

28.7.2021/  18 Zilhicce 1442

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ Profesyonel Yaşam Koçu

10
Haz
21

Stres Gemisinden Huzur Limanına Demir Atmak


Stres nedir?

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisanî yefkahu kavli

Cümleten bütün gönüldaşlarım hepiniz hoşgeldiniz, safalar getirdiniz

Sizlerden 1 Fatiha, 3 İhlâs-ı Şerif rica ediyorum. Peygamber Efendimiz (a.s) a, Manevi büyüklerimize hediyemiz olsun. Sohbetimiz feyizli ve verimli geçsin inşallah.

Bu arada elinize hemen bir kalem kâğıt alıp, notlar alabilirseniz, sohbet hepiniz için daha kalıcı ve faydalı olur inşallah.


Muhterem cemaatimiz muhterem gönüldaşlarımız hepiniz hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Bugün sohbetimizin konusunu ‘’Stres gemisinden huzur limanına demir atmak’’ olarak karar verdik inşallah. Hem pandemi süreci, hem teknolojinin bu kadar yoğun kullanılması ve hayatın çok hızlı ilerlemesinin etkisiyle normalden daha fazla strese giriyoruz. Gereğinden çok daha hızlı bir hayat yaşıyoruz. Vakti geldi diyerek gündemimize bu konuyu ele almayı gerekli gördük. İnsanların psikolojileri çok sıkıntılı bir durumda, hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz.


Stresle baş etme noktasında önce stresi tanımlayalım.Stres; vücudumuza girdiğinde kişinin üzerinde hissettiği gerginlik durumu, adaptasyon sorunu ve baskı hissetmesiyle alakalı…

Stres vücudumuza girdiğinde ne duygular oluşturur?

Duygusal, düşünsel, bedensel ve ruhsal belirtileri vardır.

 Duygusal belirtilerinde endişe ve sıkıntı hissederiz alınganlaşırız, sinirli oluruz, çabuk utanırız.

Düşünsel, akli belirtilerimiz olarakta özgüven eksikliği, unutkanlık yaşamamız, karamsar düşünmemiz, gelecekle ilgili korkularımız, zihnimizin sürekli bu gibi şeylerle dolu dolu olması, sürekli hayal kurmamız ve dikkatimizi toplayamayışımız kendini belli eder.. Davranışsal belirtilerimiz neler? Bedensel olarak dışarıya vurduklarımız neler? Normalde kolay alacağımız kararları bu stres durumunda kolay alamayız. Kekelemeye başlarız, konuşma bozuklukları olmaya başlar, yüksek sesle güleriz ya da sinirli bir ses tonuyla konuşmak durumunda kalırız. Nedensiz yere ağlarız, sonuçlarını düşünmeden hareket ederiz, dişlerimizi gıcırdatabiliriz.

Sigara ya da alkol kullanımına gidebiliyor insanlar malaesef… Stres varsa kaza yapmaya da meyilli oluyorlar. aklıma gelinle kayınvalide olayı geldi. Normalde gelin çok beceriklidir ama kayınvalide o tencerenin başında kontrole geldiğinde o yemek hiç güzel çıkmaz, gelinin eli ayağı dolaşır. işte o anda stresin vücuttan dışarıya yansımasıdır. Bildiğini de yapamaz hale gelir. Bunu kaza yapma eğilimi olarak düşünün, yani yaptığı işi güzel yapamaz bu içerdeki stresin yansımasıdır.

 Bedensel belirtiler neler? Ellerimizin veya vücudumuzun aşırı terlemesi, kalp atış ritmimizin artışı, bedenimizin titremesi, sinirsel tiklerin ortaya çıkması, boğaz ve ağız kuruluğu çekmemiz, aşırı uyku ya da uykusuzluk çekmek, ishal, hazımsızlık, kusma gibi sindirim sorunları ve boşaltım sorunları olması, kadınlarda adet öncesinde gerilim yaşanması, boynumuzda ve sırtımızda oluşan ağrılar, iştahımızı kaybetmemiz ya da çok fazla yememiz, çabuk hastalanmamız… Bunların hepsi stresin vücudumuzdan duygularımızdan aklımızdan ve ruhumuzdan dışarıya olan yansımaları…


Peki, stres olması gerekli mi?

Stres baskı ve gerginlik durumudur.  Her yeni ortam, hayatımıza yeni giren şeyler bizim illaki olması gereken şeyler ama tabiî ki alıştığımız bir düzende var ve bu alıştığımız düzende birazcık sıkıntı oluşabiliyor. Alıştığımız düzeni bozmakta zorlanabiliyoruz, bu alıştığımız düzenin değişmesi gerekiyor yani hayat boyunca ömrümüzün sonuna kadar devamlı bir gelişim halindeyiz. Kişisel, ruhsal, akli ve duygusal gelişimimiz devam ediyor. Bu yüzden bu gelişimlerde o yeniliklere de adaptasyon sağlamayı öğrenmemiz lazım.

 Mesela ben on sene önceki Mihrican değilim, beş sene önceki Mihrican’da değilim, sizde aynı değilsiniz. İşte bunun için her yeniliğe birazcık uyum sürecini toparlayabilmemiz lazım. Tabi ki bu stres her zaman zararlı değil yararlı da. Çünkü olması gerekiyor, hareket veriyor, enerji veriyor ve kişisel gelişimimizi ilerletiyor.

Naim Süleymanoğlu geldi şimdi gözümün önüne; dünyanın şampiyonu oldu ama dünya şampiyonluğunun öncesinde yaşadığı bir sürü stres, hayatı boyunca çektiği sıkıntılar var. O halterleri kaldırmak için çaba sarf etmeseydi bugün dünya şampiyonu olması çok zordu.

Araba sürmeyi öğrenmek istiyoruz ama hiç bir bilgimiz yok. Tabi ki araba sürmek için eğitim alacağız. Direksiyonun başına geçeceğiz. Bu sınav sürecini atlattıktan sonra artık ehliyet sahibi olan ve istediğimiz gibi araba kullanan birey haline geliyoruz. Bunların hepsi bir yeniliktir.

Stres her zaman zararlı değil yararlıdır da

Hareket, enerji verir, kişisel gelişimdir. Stres çok yüksek olursa zarar verir. buranın altını çizmek istiyorum. Tamamıyla stressiz bir hayat çok atıl bir hayattır. Aşırı sükûnet bile insanı bir zamandan sonra boğmaya başlar. Biraz stres lazımdır. O adrenalinin salgılanması gereklidir. O yeniliklerle baş etmek için o hareketli hayatın içine girmemiz gereklidir. Stresin dozu çok fazla olursa, onu yönetemezsek bu devrede sıkıntı oluşmaya başlıyor.

 Peki, stres çok yüksek olursa ne olur?

Hayat zevki azalır, ilişkiler sorunlu olmaya başlar. Stres dışarıdan değil, aslında bizim ona içerden verdiğimiz tepkiyle alakalı… Stres bütün herkesin hayatında mevcuttur. Trafik stresi, , aile stresi, çocuk stresi, eğitim stresi, mutfakta yemek pişirmek bile bazen yeri geldiğinde stresli olabilir. İçerden bakış açımızı değiştirdiğimizde bu sıkıntı olarak gördüklerimizi kişisel gelişim olarak bakabilirsek, pozitif, olumlu bakış açısını kazanabilirsek ve yorumlayabilirsek bunu daha kolay tolere edecek duruma gelebiliyoruz. Burada bizim tepkilerimiz çok önemli.

Strese tepki olarak üç tane basamak var.

 Bu basamağın bir tanesi alarm… Stres vücudumuza girdiğinde ilk önce bir alarm veriyor yani içimize gelmeye başladığında üzerimize geldiğinde bir alarm vermeye başlıyor. Hormonlar hızlıca salgılanmaya başlıyor, kan basıncı yükseliyor ve terleme fazlalaşıyor. Aslında bu çok hayırlı, neden hayırlı? Çünkü vücut karşılaşacağımız yenilikle mücadele etmek için bizi hazırlıyor. Bu ilk alarm hayırlı ve çok güzel… Bir sonraki aşama direnç dönemidir. Bu direnç döneminde de araya eğer başka bir stres girmezse problemleri çözüyoruz ve vücut normale dönüyor. Stresin bu alarm ve direnç dönemini aşamazsak tükenme dönemine gireriz. Nedir bu tükenme? Bir an önce problemleri çözmedik, erteledik, uzattık, kaçtık, çaresini bulmadık. İşte burada da o zaman stresin boyutu uzuyor, ciddileşmeye başlıyor. Burada bizim adaptasyonumuz kronikleşiyor, kronik adaptasyon oluşmaya başlıyor. Hastalıklara zemin hazırlıyor. Şimdi burayı kısaca tekrar ediyorum, önce kısaca alarm verdi daha sonra direnç gösterdi, arkasından tükenmeye geçti. Bizim için hayırlı olan ilk iki kısım alarm ve direnç dönemleridir. Çünkü her problemi bunlarla çözebiliriz ve aşabiliriz. Alarmda vücudumuz buna hazırlanıyor mesela benim şu an sohbeti vermek için vücudum alarm verdi hormonlar salgılandı, kan basıncı yükseldi size bunları anlatabilmem için sizinde bu sohbete hazırlanmanızda aynı şekilde bu bir alarm dönemi, sonra oturduk sohbetimizi veriyoruz şuan direnç dönemini yaşıyoruz. Sizde buraya vakit ayırıyorsunuz, aynı şekilde karşılıklı hem siz alıcısınız ben de verici olarak direnç dönemindeyiz. Bu sohbete girememiş olsaydık, saatinde buluşamamış olsaydık, elektrikler kesildi, internet kapandı, yapamadık ne oldu? Bu sefer stresin boyutu yükselmiş olacaktı. İşte o zaman ölçüyü kaçırmış olacaktık. Tabiî ki her zaman işler düzgün gitmez arada aksamalar olabilir. Bu sebeple olabilecek engellere hazırlıklı olmakta gereklidir. A planı, B planı C planı gibi. Yedek planlarımız yoksa sorunların altında eziliriz.  Bunları unutmayalım.


Aşırı stresle nasıl baş edebiliriz?

Bundan önceki sohbetlerim de hatırlarsınız dengeli yaşamın çok önemli olduğundan bahsetmiştim. Hayatta her şeye dengeli vakit ayırmamız gerekiyor. Ailemize, eğitimimize, çocuklarımıza, evimize, sağlığımıza, kalbimize,  maneviyatımıza, sosyal ilişkilerimize, hobimize, hepsine dikkatli vakit ayırmamız gerektiğini daha önceki yaşam koçluğu sohbetlerimde size bahsetmiştim. ‘’Dengeli bir hayat için kişisel hayat planı’’ sohbetini yeniden okuyabilirsiniz. Aşırı stres nerde oluyor hayatta ki bu dengeyi karıştırdığımızda mesela aşırı derecede el işiyle (sanat-hobi) meşgul olan bir bayan düşünün, ama mutfakta yemeğini yapmıyor. Çocuklarıyla ilgilenmiyor. İşte burada ne oldu? Hayatının dengesi bozuldu. Evet, bir tarafta çok güzel eserler çıkarabilir, ama diğer tarafta eşi ve çocuklarından, evinden sıkıntı başlar. Dengeyi kaybettiği için ve yahut da aşırı sosyal ilişkilere düşkün bir bayan düşünelim. Konu komşusuyla çok iyi, devamlı telefon görüşmelerinde, ama çocuğuyla, eşiyle ilgilenmiyor. Akşam yemeğini pişirmiyor. İbadetlerini yapmıyor. İşte bu da aynı şeklide bir tarafta başarı var ama çemberinin diğer tarafı eksik olduğu için maalesef dengeler kaybolmuş oluyor.

Peki dengeli zaman ayırdığımızda ne olur? Saat gibi düşünelim; sabahtan akşama kadar yirmi dört saatlik yaşam enerjimizi her şeye dikkatli bir şekilde, hepsinin hakkını vere vere vakit ayırıyoruz. Hobimize, eşimize, ailemize, çocuğumuza, evimize, yemeğimize, ibadetimize, dinlenmemize, sağlığımıza düzgünce vakit ayırıyoruz… İşte burada kalp rahatlıyor, oksijen salınımı artıyor. Vücut gerginliği azalıyor ve sakinleşiyoruz.

Allah’ın bize verdiği günde beş vakit namaz o kadar kıymetli ki… Cenab-ı hak o beş vakit namazı bizim gün içindeki yorgunluklarımıza çok güzel dinlenme molaları vermiş. Ruhsal molalar vermiş. Namaz kılmak dinlenme molaları açısından önemli,

Sizlere stresin dozunu azaltan, strese anti tepki yapabilecek denemiş tecrübe edilmiş bir önerim var. Sırt üstü halının üzerine uzanın. Beş dakika orada kalın. Emin olun çok iyi gelir. Bütün vücut orada sakinleşir.

 Birde burada uyarmamız gereken bir konu daha var. aşırı derecede çay kahve ve kola içmek stresin dozunu arttırır.. Kola zaten içmiyoruz ama içenler varsa diye söylüyorum ben yaklaşık yirmi beş yıldır kolayı ağzıma sürmüyorum çok şükür… Bu konuda meyve suyu, limonata ve ayran çok daha iyi bir alternatif…

Sosyal ilişkilerimizdeki gerginlikleri çözebilmek için şunu yapabiliriz

 Karşımızdaki insanı suçlamak yerine kendimizi tartmayı öğrenebiliriz.

 Yani ben nasıl davransaydım bu olayı yaşamazdım?

 Bir daha ki sefer hangi konuya dikkat etmem lazım?

Streste hormon dengeleri değiştiği için enerji çok yükseliyor. Stresten uzaklaşmak için farklı yenilikler ve uğraşılar ile meşgul olunabilir.

Benim çok ağır bir imtihan dönemimde kızım evlenecekti. çeyiz almam lazım ama bir türlü çeyizi almaya o an için imkân olmadı. Vakit bulamadığım bir kitap projem vardı, bende bu bekleme sürecinde ‘’İlahiaşk Yolculuğu’ kitabımı yazdım. Kitabı bitirdikten sonra Mevlam nasip eyledi, gittim iki günde bütün çeyizi dizebildik. Rabbime şükürler olsun. Üç ay, dört ay oturup ağlayıp üzülmek yerine, o enerjiyi daha kaliteli bir şeye harcadığınızda size artı olarak geri dönüyor.

Mesela, çocuğunu ayağında sallayan bir anne, o anda bir kitap okusa, bir Yasin-i şerif okusa hem aynı anda çocuğunu sallamış olur, hem de dini ibadetini yapmış olur. Stresi azalır. Mutfağa girmek istemeyen, yemek yapmak istemeyen, o anda mutfağın işi zor gelen bir hanımefendi kardeşimiz; sohbet, ilahi, Kur’an-ı Kerim dinletisi açsa o mutfağını nasıl temizlediğini anlayamaz bile…

Trafikte tıkanıp kalan bir beyefendi ilmi bir sohbet dinlemeye başlarsa o anki sıkıntılı durumu bir ilim meclisine gitmiş gibi değerlendirmiş olur.

Enerjimizi daha sağlıklı şeylerle dengeleyebilmemiz çok önemli.

Farklı yenilikler ile iştigal olarak, kitaplar okuyarak, kitap yazarak, dua ederek, yürüyüşle, çiçek yetiştirmek, bahçe işleri, vakıf işleri, hayır işleri bunların hepsi o stresli ortamdan uzaklaştığınızda yapabileceğiniz alternatifler… Hatta bazen mekân değiştirmek çok önemlidir. Bir komşuya gidip kahve içtiğimizde emin olun o mekânı değiştirmeniz bile emin olun üzerimizde çok büyük etkisi var.

Ben şu şekilde de yapıyorum, benim yakın çevrem bunu bilir; bazen çok daraldığımda, o an hiç bir yere gidemiyorsam gözlerimi kapatıp hemen bir Allah dostunun türbesine giderim. Allah dostunu manen ziyaret ederim, çok iyi gelir.. Peygamber efendimizin (sav) Ravzasına giderim. Kâbe’nin yanına giderim, tavaf ederim, orda otururken Kâbe’yi seyrederim. Manen bu benim anlattıklarım ama yapabilir misiniz? evet sizde yapabilirsiniz. Yeterki bunu alışkanlık haline getirelim. Mesela sahile gittiğimi de hayal ederim. Bir yeşillikte olduğumu da hayal ederim. Gözlerinizi kapattığınızda kurabileceğiniz çok güzel hayaller var. O anda işte düşünceyi değiştirmek olumsuz olayları düşünmek yerine böyle güzel şeyler düşünmeye başladığınızda hemen anında hormonların salgılanması değişiyor. Aşırı stresteyken

‘’bu bana neden böyle dedi?’’

‘’neden ben böyle dedim’’

‘’keşke bu böyle olmasıydı ‘’

Bakın bu negatif düşünceler içindeyken bir anda bir sahile veya bir türbeye gittiğinizi, Allah dostunu ziyarete gittiğinizi, yeşilliğe, bir şelalenin kenarına, hatta çok sevdiğiniz köyünüzdeki evinize, bir sümbül tarlasında oturduğunuzu, bir gül bahçesinde çay içtiğinizi düşündüğünüzde ne olur? Bir anda düşüncenizi değiştirdiğiniz için beyniniz vücudunuza faydalı olan hormonları salgılamaya başlar. Mutluluk hormonu, seratonin, oksitosin gibi bir sürü faydalı  hormon salgılanır ve anında vücut tedavi olmaya başlar.

 ‘’Büyük Düşünmenin Büyüsü’’ kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Bir Profesörün kitabıdır. Beynimizi yönetmeyi çok güzel bir üslupla anlatan çok değerli bir eser. Hayatımda iyiki okudum dediğim şaheser eserlerden biri. Size de tavsiye ediyorum.

Stresten kurtulmak için maalesef birde yanlış yollara gidenler var.

Madde bağımlılığı, kontrolsüz alışveriş, aşırı olumsuz tepkiler, her şeyi içine atmak ya da içe kapanmak veya aşırı yemek yemek… Bunların hepsi zararlı… Stresi yönetmeyen kişi bunlara bağımlı olur. Kontrolsüz alışverişe gider sanki alışveriş yaptığında çok mutlu olacak zanneder. Gereksiz bir sürü alışveriş yapar. Üzerine bir sürü kredi kartı veya madden borçlanır. Bu seferde akşam eşiyle tartışma. Sözde problemi çözdü. Daha fazla fatura geldi. daha çok strese sebep oluşturdu. Mesela bir konuya aşırı tepki göstermek, aşırı içine atmakta doğru değil. İçine kapanmakta doğru değil. Aşırı yemek yemek de doğru değil.

Stres oluştuğunda kendini yönetmek açısından

 ‘’ben şuanda neye stres yaptım, ben bu stresi nasıl çözebilirim,ne yaparsam düzelir,şu an benim neye ihtiyacım var? ‘’

Yaşam koçluğu yaptığım danışanlarım bilir onlara da söylerim. Sakin bir odaya çekilmenizi öneriyorum. Kendi kendinizle konuşun.

-evet, ben su anda çok gerginim, niye bu kadar gerildim?

-peki, şuan ben ne yaparsam çok iyi gelir?

 Kendi içinize sorun. Emin olun o içeriden o an o kadar güzel şeyler gelecek ki…

‘’dinlenmek istiyorum’’ diyebilir.

-tamam dinlen işte.

 -Namazımı kılamadım

– Namazını kıl o vakit hemen.

kendi kendinize bu şekilde de terapi yapabilirsiniz ama bunun için iç sesinizi dinlemeyi öğrenmeniz lazım.

 Stresi yönetmek çok önemli… Önce tespit ediyoruz. Nasıl tespit ediyoruz? Hemen sakin bir yere geçiyoruz..

-ben nasıl yaşıyorum?  Strese tepkilerim neler? Vücudum ne durumda? Hangi duygulardayım?

 Stresin şiddetini eksiltiyoruz, bazı şeyleri değiştiriyoruz ve duyguları azaltıyoruz, o yoğun duyguları frenliyoruz. Sonra o stresle baş etmeyi öğreniyoruz. Herkesi memnun etmek zorunda değiliz. Biz insanız, hiç kimse de mükemmel değil, ne enteresandır bazı insanlar kendisindeki eksikliği görmeyip hemen bir arkadaşının, komşusunun kusurunu aramaya çalışır. O ev sahibinin canına okur. Onun evine misafirliğe gitsek Allah bilir ne kadar hata çıkacak ama işte insanoğlu böyle. Biz yapabildiğimiz, ağırlayabildiğimiz kadarıyla sorumluyuz. Herkes gücünün yettiğinden mesuldur, bu düşünce çok rahatlatıyor.

Nefes terapisini de bilmek iyi olur.

 Stresli olduğunuz anda derin nefes almak çok önemli. Şimdi hemen kısaca bir nefes terapisi yapalım Beş kerede nefes alın, beş kerede nefesi tutun, yedi kerede verin. Bir kaç kez yapın. Ne kadar rahatlattı değil mi? Bu nefes terapisinin faydası nedir? Kasları gevşetir. Stres olduğunuz zaman kaslar gerilir, arada bu nefes terapisini yaptığınız zaman kaslar gevşer.

Dengeli beslenmekte önemlidir. vitamin ve mineral desteği ile beslenmemiz önemli. Mesela B vitamini, D vitamini eksikliklerimiz varsa bunlar vücudumuzda bir arıza olarak çıkar. Bunları aralarda kan testleriyle takip etmemiz önemli. Kilomuzu da muhafaza etmeliyiz. Uyku düzenimizi kontrol etmemiz şart, her gün aynı saatte yatıp, aynı saatte uyandığınızda uyku düzeni düzgün olur. Birde uykudan önce gergin şeyler izlemek, gergin konular konuşmak, bide o uykunun saatini kaçırmak vücudu gerer. En sağlıklı uyku düzeni gece 11 ile 1 arasıdır.


Enerjini dengele kendini değiştir. Stresin en güzel çözüm yolu, önce yaşam enerjimizi dengelememiz çok önemli. Uyku, uyanma, yemek yemek, dinlenme, ibadet, kitap okuma, telefon görüşmelerinin vakitlerinin dengeli olması gerek, bunlar önemli… Birisi diğerinden fazla oldu mu yaşam çemberimizin dengesi zarar görüyor.  

Bir de hep karşı tarafı suçlamak değil de, acaba bizimde bir şeyleri aşmamız gerek olabilir mi? Bizimde bazı şeyleri artık biraz değiştirmemiz gerek olabilir mi? mutluluğu kendi içimizde keşfetmemiz lazım. Hep dışarıdakiler bizi mutlu etmek, anlamak zorunda değil… Aslında kendi içimizden kendi mutluluklarımızı yakalayabilmemiz önemli. Mesela iyi yönlerimize odaklanalım. Stresli anlarınızda ‘’ benim iyi taraflarım neler, başarılarım neler?’’ başardığınız konuları, bu zamana kadar geçirdiğiniz birçok mücadelede ki aşamalarınızı bir düşünün.

Olumlu düşünmekte çok önemli... Yarısı su dolu bardak örneğini tefekkür edelim. Olumsuz insanlar hep o bardağın yarım boş tarafına bakarlar. ‘’bu bardak niye yarım?’’ derler olumlu insanlar o dolu tarafa bakarlar ‘’evet benim yarım bardak içeceğim su var, Allah’ıma şükür’’derler. Olumlu düşünme boyutuna geçmek içinde olumlu düşünmeyle alakalı kitaplar okumamız önemli. Birçok eser bu ilmi anlatmak için yayınlanmış. Geçmişten gelen annelerimizden aldığımız bazı olumsuz düşünceler var, beynimize çok yerleşmiş. Bende bunları aşana kadar çok mücadele ettim. Olumlu düşünmeye geçtikten sonra ‘’Rabbim, dünyanın cenneti gibi olumlu düşünmek ve hayata olumlu bakmak’’ dedim. Birde şu anı yaşamanız çok önemli, çok geçmişte kalmak veya çok geleceğe gitmekte doğru değil. Çok geçmişte takılırsanız depresyon olur, çok geleceğe takılırsanız endişe olur. Şu an, Şu dakikaları yaşayabilmemiz çok önemli. Şimdinin kıymetini bilmek ‘’Huzur Anı’’dır.

Verdiğimiz kararları sağlıklı verelim birde çok sevdiğim bir cümle vardır; ‘En kötü karar kararsızlıktan iyidir.’ bir yerde bir karar vermeniz lazım, çok ince eleyip sık dokuyup hiç bir karar vermemeniz bu stresi kronikleştirir. Bir karar verin, en kötü kararda olsa bir karar verin. Ve o problemi biran önce çözün, kurtulun ki ferahlayasınız. Belirsizlik varsa telefon açın o konu hakkında bilgi toplayın. Belirli hale getirin. İnsanlarla iletişim kurun, istişare edin. Mesela bir kaç gün önce ben de bir anda böyle aşırı gergin bir telefon trafiği yaşadım yaşadım.    bir anda ne yapacağımı bilemedim. Bocaladım karar veremedim. Allah razı olsun bir gönüldaşıma telefon açtım. ‘’sen dışarıdan daha sağlıklı bakarsın, sorunum şu şekilde, bir an önce bana bu konuda bir yol göster’’ dedim. Gönüldaşım bana çok güzel bir çözüm yolu gösterdi. Aslında o anda sadece cesarete ihtiyacım varmış, hemen o cesareti verdi. Telefon görüşmelerimi yaptım. Sorunu çözdüm. Çok şükrettim. Ama o arkadaşımla görüşmeseydim o an zorlanabilirdim. Neden söyledim bunu, istişare yapabilmek önemli… Bazen bu bir akıl yetmiyor, beş akılla istişare yaptığımızda o kadar güzel çözümler çıkıyor ki… Biz dernek yöneticiliği yaptığımızda dostlarımızla istişarelerimizi çok yaptık Allah razı olsun o istişarelerde çok güzel çözümler çıkarırdık.

Birde değerlerimize göre hareket edelim. bazı stresler bizim değerlerimize ters gelebilir. İnsanlar bize yakışmayan şeyleri isteyebilirler. Burada mutlaka kendi değerlerimizi ortaya koymamız lazım. Hayır diyebilmek bize zor gelmemeli. Benim hoşuma gitmeyen, Allah’ın razı olmadığı bir şeyi sırf karşı taraf istiyor diye onu onaylarsam bu bana ters geleceği için, bu stresin boyutu daha fazla uzayacaktır. Bu yüzden  değerler sohbetimizi ‘’bizi biz yapan değerlerimiz’’ tekrar okumanızı tavsiye ederim.. Değerlerinizi yeniden bir kontrolden geçirin ve kendinizi yeniden tanıyın ki verdiğiniz kararları kimliğinize zarar vermeden yerine getiriniz.

 Bu niye benim başıma geldi? Evet, yinebir stres sebebi… Allah’ü Tealanın imtihan dünyasında bize neler yazdığını bilmiyoruz. Kader filmimizde başımıza neler gelecek bilmiyoruz. Her şey başımıza gelebilir. Allahu Tealayı sorgulama hakkına sahip miyiz? Hayır. Allahu Teâlâ bizi sınav yapmak, imtihan için gönderdi. ‘’Bu niye benim başıma geldi?’’ değil,’’ evet bu başıma geldi, ben bunu nasıl çözebilirim, ileriye doğru nasıl yürüyebilirim bununla nasıl baş edebilirim?’’ diyebilmeliyiz. Bakın bu çok önemli bir konu! Hatta o gelen üzüntüler, sıkıntılar ve sorunlar aslında bizim için çok hayırlı. Hep bir kabuk kırarız. Mesela ben 20 yaşında ki Mihrican değilim, 30 yaşında ki Mihrican’da değilim, 40 yaşında ki Mihrican’da değilim… Devamlı kabuk kırıyorum. Allahu Teâlâ tarafından gelen bu imtihanları aşa aşa, kabukları kıra kıra, o yeni Mihrican’ı oluşturuyorum. Hepimiz için böyle her imtihan ve her sıkıntı Allahu tealanın kişisel gelişimimiz için bize verdiği sınavlardır.

 Herkes bizi sevmek zorunda değil bu da çok önemli. Herkese kendimizi sevdirmeye çalıştığımızda sıkıntı yaşıyoruz. Kendimizi geliştirelim, diğerlerini de olduğu gibi kabul edelim.

 İmtihanları kabul edelim. İmtihanları kabul ettiğinizde Rıza Makamına gelirsiniz ve onların çözümünü Allahtan istediğinizde size lütuflar gönderir. Birde ‘’beterin beteri vardır’’ bunu unutmayalım. Halimize şükredelim. Mesela hasta bir eşine sabredemeyen bir bayan eşi yatalak hale geldiğinde daha beteriyle karşılaşmış olur değil mi?

 Veya çocuğunun yaramazlığına sabredemeyen bir anne, çocuğu ateşli bir hastalığa tutulsa daha beteri gelmiş olabilir. Daha büyük sorun yaşar. Şikâyet etmemek lazım… Şükre dilimizi çok alıştırmamız lazım. Bulunduğumuz hallere şikâyet ettikçe, Allahu Teâlâ bulunduğumuz halleri aratır. Şikâyet değil şükür olursa dilimizde ve gönlümüzde Allahu Teâlâ bizi bulunduğumuz halden çok daha güzel hallere çıkarabilir.

Hayır demeyi de öğrenelim, her şeye evet dediğimiz de aslında yaşam enerjimizi kontrol edemeyiz. Çünkü etrafımızdaki insanların istekleri bitmez.  Bizim bazen ‘’hayır’’ deyip kendi hayatımızın kontrolünün elimizde olması lazım. Her şeye evet diyenler ondan sonra kurban psikolojisine girer. Hâlbuki Allah-u Teâlâ -evet ve hayır-ı bizler için vermiş. Yeri geldiğinde ‘’hayır yapamam, müsait değilim ‘’ diyebilmeliyiz.

Birde mutlaka dostlarınızla dertlerinizi paylaşın. Paylaştığınızda Hz. Mevlana’nın (ks) dediği gibi’’ dertli insanın içi dumanlı eve benzer, pencereyi açın ki duman dağılsın’’ pencere bizim ağzımızdır. İnsan derdini anlattıkça, içindeki duman dağılır. Ferahlar, rahatlar, daha güzel görmeye başlar. Dost biriktirin, dostlar çok önemlidir. Dertleşebileceğiniz en az iki üç dostunuz olsun. Sizde onların derdini dinleyin. -Hep ben anlatıyım beni dinlesin- demeyin, yeri geldiği zaman sizde dostunuzu arayın, onun dertlerini de dinleyin, halini hatırını takip edin. Karşılıklı o duygusal alışverişleri yapın.

Birde stres anında ortamdan biraz uzaklaşmakta iyidir. Mesela, anneyle kız şiddetli bir kavga yapıyor, devam ettikçe iş daha kötüye doğru gidebilir. Biraz odalarına çekilsinler. Kız evlat biraz sakinleşsin. Annede bir sakinleşsin. Olayı daha güzel tartsınlar. sonra gelip sakin sakin otursun konuşsunlar. Eski büyüklerimizin şu huyunu çok seviyorum. Çok yüz göz olmayı sevmezlerdi. Saygı, edep vardı.  Şimdi biz iletişim kuracağız diye yüz göz olmalara fazla gidebiliyoruz. O ayarı kaçırabiliyoruz. O ayarları da takip edelim.

Mutlaka hepinizin hobisi olsun. Hobi düşünceleri düzene koyar. İnanın lif, sepet örmek basit bir şey değil, o kadar faydalı ki… Canlı çiçekle uğraşmak gibi bir sürü hobi şekli var. Mutfakta yaptığınız yemeği bile sanat, hobi olarak yaparsanız, bakış açınız değişir terapi olur. ‘’Mecbur vazifem tüh, bugün de yemek yapmak zorundayım’’ diye değil, tam tersine ‘’ben şu an mutfağıma girdim, bir sanat eseri çıkaracağım, hobimle uğraşıyorum’’ dediğinizde o da sizin stresinize çok güzel bir çözüm.

Size ait zamanlar olsun

 Lütfen anneler kendinizi çok yıpratıyorsunuz. Aşırı derecede hizmet etmekle meşgul olayım derken oturup dinlenmeye, uzanmaya vakit ayırmadığınız için, stres dozunuzu çok yükseltip hiç olmadık şeylere patlayabiliyorsunuz. Bu konuda da lütfen -kendinize ait zamanlar oluşturun- inşallah.

Mutlaka sosyal projelerde gönüllü çalışın bunun o kadar büyük güzellikleri var ki size kelimelerle anlatamam. güvendiğiniz bir dernekte , bir hayır işinde, sosyal projelerde mutlaka vazife alın.. İnsanlara yardım olunacak yerlerde çalışın. Bunların çok psikoterapisi vardır. İnsanın ruhuna, insanın ailesine onlardan alınan hayır dualarının çok büyük faydaları vardır.

Birde hedefleriniz olsun beş yıl sonra, on yıl sonra, yirmi yıl sonra hedefleriniz olsun. Hedef insanı diri tutar. Mesela Allah muhafaza tam boşanmaya karar verdiniz. On yıl sonrasının hedefini planlayınız. ‘’ya şimdi boşanmanın zamanı değil, bak on yıl sonra çocuklar evlenecek, birbirimize daha çok ihtiyacımız olacak’’ bir anda bakın, bu hedefler o andaki stresi ne yaptı? Küçülttü.  Daha büyük sorunlar gözünüze geldiğinde ‘’aman bunu şimdi hiç düşünmemeliyim, çözebiliriz’’ olayına gidebiliyorsunuz.

 Teknolojiyi sağlıklı kullanmakta çok önemli…

Teknolojiyi sağlıklı kullanmak ve teknolojiyle baş etmek zorundayız. Çocuklarımız ve biz bilgisayarın, internetin üzerindeyiz. Saatlerce facebookta,  twitter’da, ınstagram’da, farklı sosyal mecralarda geçirmek yerine ilmi ve dini sohbetler, seminerler dinleyerek zamanı verimli değerlendirebiliriz. Kur’an dinleyebiliriz, belgeseller, doğa gezileri izleyebiliriz. ‘’Allah dostlarının türbelerini gidemiyorum’’ diye üzülenler oluyor, o türbelerin videolarını izleyip, Mübareklere üç İhlâs bir Fatiha okuyup hediyelerimizi gönderebiliriz, manen ziyaret etmiş gibi hem de bulunduğu yeri gözümüzle de görmüş oluyoruz., dinleyebiliriz, dostlarımızla görüntülü konuşmalar yaparak bu pandemi sürecinde gönüller alabiliriz.

Önemli insanların hayatlarını, biyografilerini okuyup, dinleyebiliriz, hobiler öğrenebiliriz. Kızım örgüyü youtubedan öğrendi ve çok güzel şeyler ördü. bu şekilde hayra kullandığınızda ne kadar güzel kişisel gelişim oluyor. Yeni tarifler, yabancı diller öğrenebilirsiniz mutfağa girdiniz yemek yapıyorsunuz, açın bir şelale, deniz, kuş, doğa sesleri yemeklerin lezzeti, şifası artsın.  Beton binaların arasında hapis olabiliriz evet, lakin Allah bize teknoloji nimeti vermiş. Hayra kullanınca her şeye derman oluyor.

İtikâf vakitleri

Bazen o kadar hızlı yaşıyoruz ki… Namazımı hızlıca kalkıp kılıp başka şeylere yetişeyim demeye hiç gerek yok. Telefonunuzu yarım saate veya yirmi dakikaya kurun. Kronometreyi açın’’ evet ben yirmi dakika Allah’ın huzurundayım, beni kimse rahatsız etmesin.’’ bunu deneyin. Ben yapıyorum, yarım saate kurduğum çok daha güzel oluyor çok faydasını görüyorum. Namazımdan ve dualarımdan çok daha fazla feyz alıyorum. Tesbihimi çekiyorum dualarımı okuyorum, ibadetimi çok daha güzel yapıyorum, ibadetlerde tedbir alınmadığında şeytan akla gelmeyecek gelmeyecek şeyleri hayale getiriyor. Onu da yapacaktın, bunu da yapacaktın, ona yetişecektin. Ama kronometreyi kurup da ‘’ben yarım saat Allah’ın huzurundayım. Cenab-ı Hakla birlikteyim’’ dediğinde hele birde itikâfa niyetlendiysen Elhamdülillah o yarım saat seni hiç rahatsız etmiyor ve sakinleşmiş olarak namazdan ayrılıyorsun. O namazın içine girmediğimizde işte o namazın bize vereceği o şifayı maalesef kullanamamış oluyoruz.

Peki, stres başka ne yapar neden olması gerekir bazen de vücudumuzda bozulan dengeyi yeniden düzenler. Bir örnek verelim,  kendini halsiz hisseden küçük çocuklu bir anne,yarım saat içinde sevdiği bir insanın misafirliğe geleceğini duyduğunda, birden kalkar evi temizleyiverir. Gözünde büyüttüğü o dört saatlik iş yarım saatte biter. Bazen stresler bizim için hayırlıdır. Vücudumuzda ki o bozulan dengeyi yeniden toparlar. Adrenalin salgılamalarıyla sağlığımızı toparlar, o yüzden stresi yönetmeyi başarmamız çok önemli.


Sağlıklı uyum göstermezsek stres birçok hastalığında kökenini oluşturuyor kanser, ülser, bel fıtığı, boyun fıtığı birçok şeyler stresi yönetemeyip ileriye götürdüğümüzde karışımıza geçiyor. bu açıdan stresi geldiği vakit çözmeyi öğrenmemiz lazım. Stresten Huzura geçişi sohbetimiz içinde birçok tüyolar vererek işlemiş olduk. Ayrıca Ebedi Sevgiliye Doğru sitemizde ‘’İlahi aşkın demlerinde huzura ermek’’ sohbetimizi müsait olduğunuzda okumanızı tavsiye ediyorum.  . Bugün yaptığım sohbetten sonra size çok güzel bir terapi olacak inşallah.

 
Stresin bağışıklık sistemimize de çok büyük etkisi var.

 Savunma sistemimizi yönetiyor fazlası zarar veriyor. Azı bizi dengeliyor. Sağlıklı uyum göstermezsek hastalıklara yol gösteriyor. Bizim bulunduğumuz çağ bunalım çağı. Teknoloji çok geliştiği için her şeye birden ulaşabiliyoruz. Çok hızlı çalışmak zorundayız. Villalar, evler, arabalar yetmiyor insanlara, her şeyin daha iyisi, daha yükseği, daha markalısı… Eskiden insanların bir ekmek bulup şükrettiği noktada, şu an maalesef şükürsüzlükte hat safhadayız. İstekler çok fazla, çocuklarımızı memnun edemiyoruz. Eşlerimizi, kendi nefsimizi memnun edemiyoruz. Bunalım çağı dediğim nokta işte bu memnun edememeler… Arkasından çeşitli hastalıklarla musibetlerle imtihan olduk ama hiç bir şey için geç de değil…

 Şimdi biraz dini inanç boyutuna gelmek istiyorum.

Dini inanç çok önemli… Ölüm korkusu stres ilerlediği zaman tehlikeli olmaya başlar. Tasavvuf dersli olanlar bilir. Derviş her gün rabıtasında ölümü tefekkür eder ve bu ölüme hazırlıktır.. Nasıl ki tiyatro oyuncusu sahneye çıkmadan defalarca prova yapıyorsa ölüm rabıtası da kabre girmeden kulun provasıdır. Kabirde vereceği cevabı her gün tekrarlar. Orada başına gelecekleri bilir. O her gün yaptığı rabıta gün içinde hayatını da düzene koyar. Yaşanmış bir anı anlatayım.  Bir gün genç bir hanım derviş rabıta-i mevte (ölüm rabıtası) oturmuş, iki tane küçük çocuğu var. Akrabasından birisinin söylediği bir söz o gün onu çok üzmüş. Günlük o dersini yapması lazım. Allahu Ekber bir anda o düşüncesi gitmiş.’’ya ölüm var, neyi kafana takıyorsun ki, kaza namazlarım, ibadetlerim, keşke şu Kuranı daha fazla okusaydım’’gibi bir anda dini düşüncelere geçmiş, hakiki üzülmesi gereken gerçekten önemli ve çözebileceği dertlerin farkına varmış ve çok rahatlamış. Rabıtadan kalkınca sakin bir anne, sakin bir kul olarak kalkmış, az önce niye üzülmüşüm ki diye kendine de şaşırmış.

 Ölüm korkusunu yenmenin en güzel öğretisi bize Peygamber Efendimizin şu hadisi şerifiyle tembihleniyor. Tirmizî’den rivayetle Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor, “Lezzetleri yok eden ölümü çokça anın.”

Ölümü düşünelim ama ölümden korkarak değil ‘’evet ben öleceğim, kabre gireceğim, hepimizin başına gelecek, ben buraya nasıl hazırlık yapabilirim? Kaza namazlarım var onlara başlayayım, arkamdan güzel bir sadaka-i cariye, hayır hasenat bırakayım? Etrafımdaki insanların hayır dualarını toplayayım? Ömrümü nasıl hayırlı geçireyim? Boş şeylere üzülüp te kafa yormayayım’’

.

Çok lüks evler, lüks arabalar şart değil… Elimde olanlarla Rabbime daha güzel kulluk yapayım. Bakın bir anda o ölümle barışı yakaladığımızda düşünce boyutumuz değişiyor. Mevlana Hazretleri (k.s) ölüme Şeb-i Arus diyor. Mevlana hz etkilenerek hazırladığım‘’Ebedi Sevgiliye Doğru /Son Nefesimde’’ yazımda ölümü düğün gibi anlattığım bir tefekkür yazısıdır. Ölümden korkanların bu yazıyı okumalarını tavsiye ediyorum inşallah.

Ahiret bilgiside şart

 Ahireti öğrenirsek ne bu dünyaya,  ne bu dünyadan ayrıldığımıza üzülürüz. Çünkü Müslüman için asıl yer ahrettir. Dünyayla ahireti barıştırdığımız da, ahirette bizi bekleyen o güzellikleri, Cenneti, Cemalullahı, Mevlanın bize vereceği ikramları okuduğumuzda, fazla değer vererk büyüttüğümüz dünyayı aşağıya indiriyoruz ve ahiretle birlikte dengeliyoruz. Ahiret ve dini inançları zayıf olanlar ne yapıyorlar? Dünyayı çok büyüttükleri için her şeyi dünyada bulmaya çalışıyorlar. Müslüman bir hanımefendi dünyayla ahireti dengeler, madalyonun iki yüzü gibi dünyadan ahireti kazanır.  Ahreti de dünyayla kazandığını bilir. Bir hastaya bakarak, eşiyle ilgilenerek, çocuklarını çok güzel yetiştirerek, ibadetlerini yaparak, maneviyatını güzelleştirerek, hayır duası alarak, yetimleri sevindirerek ahireti kazanır. Biz bu dünya tarlasında –Cenneti, İlahi Rızayı ve Cemalullahı seyran mükâfatını kazanacağız. bu yüzden hayat dengemiz çok önemli. Din konusunda Allah’ın varlığına inanmak umutsuzluğu giderir. Allah’a sığınmak ve yardım istemek umudu artırır. İnanç bu yüzden çok önemli, inanç kaybolursa umut kaybolur, umut inançla birlikte devam eder. O yüzden biraz akaidimizi, inancımızı güçlendirmek lazım. Umudun bitmesi; benliğin çöküşü, iradenin felç oluşudur ve iç dinamiğin bozulmasıdır. Allahı bilen, Allahı seven, Allaha güvenen bir insan niye umutsuz olsun? İnançsız ve umutsuz insan nedir? Kolonsuz binadır. Kolonu olmayan bir bina düşünün en ufak bir sarsıntıda ne yapar hemen yıkılır. O beş kolon var; islamın beş şartı, imanın altı şartı bütün bunların hepsi bizim binamızın kolonu. en ufak sarsıntıda yıkılıp çökmemek için Allahu teala ile olan ilişkimizi güzelleştirmemiz lazım. Rabbimizi anlatan o güzel kitapları, tasavvuf kitaplarını yeniden okumamız lazım. Marifetname’de Marifetullah ve Muhabbetullah bölümü var, aklıma şuan onlar geldi. İmam-ı Gazali’nin Allah sevgisini yeniden okuyalım. şu kalbimizi yeniden tamir edelim. İlahiaşk için gönlümüzü hazırlayalım. Tüm dertler aşki ilahi ile yanar yok olur. O aşk öyle bir iksirdir ki harap olmuş vücut ülkesine nevbahar gülistanlıklar getirir. Gençleştirir. Acıları dindirir. Ah ilahi aşk sen ne güzel bir şifasın… 


Dini inançlar bize sığınılacak limandır. Stres gemisinden huzur limanına demir atmak dedik, stres gemisi şart. Hayatın içinde birçok yolculuk yapıyoruz o gemilere binmemiz gerekiyor. İmtihanları, sınavları yaşamamız gerekiyor.   Arada bir o gemileri limana da getireceğiz. o liman nedir? Dini inancımız huzur limanımızdır. Orası sığınılacak bir limandır. Denizde kalırsa o gemi bir zaman sonra ne yapar batar.  Arada bir gelecek, dinlenecek, tekrar açık denizlere gidecek.  Dini inançlar çaresizlik ve korkuyu da tedavi eder. Dayanma gücünü arttırır. Yaşama azmini güçlendirir, psikolojik yıpranmaları tedavi eder. ruh sağlığımızı korur. ‘’Bismillahi tevekkeltü alellahı’’ çektiğim de ben hiç bir şeyi dert etmiyorum. Misafir mi alacağım, tamam diyorum, bu tesbihimi çekiyorum, misafirimi alıyorum. Her sıkıntımda ilaçtır bana.

 ‘’La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim’’ bu tesbihi de okuduğumuz anda taşıyamayacağımız hiç bir yük yok Allah’ın izniyle.

 İçiniz mi bunaldı, sıkıldınız mı, hemen bir inşirah okuyun. Subhanallah, Elhamdulillah, Salâvat getirin. Sadaka verin. Gönülden dua edin.  Bunlar hep bildiğimiz şeyler bunları sizlerde biliyorsunuz sadece birer tekrar olsun ilim tekrar iledir.

Allah sevgisi çok önemli.

Hep ceza veren bir Allah düşünmeyelim, lütfen çocuklarımıza da bu şekilde anlatmayalım. Allah’ın gücünden de şüpheye düşmeyelim. Önce Allah’ı biz seveceğiz. daha sonra o sevgiyi çocuklarımıza aşılayacağız. Allah sevgisiyle büyüteceğiz. Korkmaktan daha çok sevgi insana itaat getirir. Seven insan sevdiği için her şeyi yapmaya çalışır. Çocuklarımıza Allah sevgisini güzel yerleştirirsek o çocuklarımız Allah sevgisiyle niye ibadetlerini yapmasın… Biz Allah’ı çok seversek namazda, ibadette zorlanmayız. Birde Allah’ın gücünden şüpheye düşmeyelim. Cenabı Hak bize imtihan vermesini de bilir bu imtihandan selamete çıkarmasını da bilir. Vakti saati vardır. O vakti saatini bulduğunda Allah’ın izniyle o sıra geldiğinde selamete erişiriz. Kimine bu bir ayda gelir, kimine bir günde gelir, kimine de üç yıl… Bazı imtihanları yaşamak zorundayızdır. Bazı insanların cennette ki dereceleri çok yüksektir dünyadaki ibadetleri yeterli değildir Allahu Teâlâ onun o cennete ki derecelerine ulaşması için biraz sınavını zorlaştırabilir.
Bu konularda imamı Gazali’nin hastalıklar ve sabır konusunu okumayı tavsiye ederim. O kadar büyük kıymetli bir konu ki, bu dünyada çektiğimiz bütün sıkıntıların karşılığını kalbimizi mutmain edercesine anlatır, Mübarek…


Nevzat Tarhan’ın bir sözüyle tamamlamak istiyorum.’’ hastalığın iyileşmesinde hastalığa verilen duygusal ve zihinsel tepki ilaçtan daha önemlidir. Çünkü beden ve ruh birbiriyle bağlantılıdır’’.

 Stresin en güzel ilacı iman, teslimiyet, tevekkül. (Allah’ı vekil tayin etmek )Allah’a güvenmek

Bunların her birini de kaynağı sağlam olan Tasavvuf kitaplarında bulabilirsiniz.  Tevekkül konusunu da yaz tatili boyunca lütfen okuyalım tavsiye ediyorum.


Acımadı bitti, yanmadı ki

Bir de ben çocuklarımı büyütürken bir öğrettiğim cümle vardı ‘’acımadı bitti’’

 Bizim bir oyunumuzdu; elini bir yere mi vurdu, acımadı bitti derdik. Bunu ben ‘’Büyük düşünmenin büyüsü’’ kitabında okudum. İlk tepki çok önemli. Mesela benim elim yandı ya, yanmadı diyorum. Yanmadı dediğim de vücudumuz buna içerden enteresan bir tedavi gönderiyor, acılarınızın ilk anında deneyin göreceksiniz. Acımadı bitti, yanmadı ki, ilk tepki çok önemli, bunu da aşabilirsek çok daha güzel olur. Dertler balon gibi konuştukça şişer büyür. Üstüne gitmeyince yavaş yavaş küçülür gider. Hastalıkları bile sahiplenmeyin. Uğrar ve giderler.

Bir yazı çıkardım sizin için çok hoşuma gitti sizlere de okumak isterim.
Depremler ve savaşlar olmasaydı daha güzel olmaz mıydı dünya
Hiroşima olmasaydı daha sevimli olmaz mıydı yeryüzü
Tsunamiler olmasaydı Moğol istilası olmasaydı Osmanlı yıkılmasaydı Hz
Hasan Hz. Hüseyin şehit edilmeselerdi daha hayırlı olmaz mıydı?
Kendi kişisel hayatımıza göz gezdirdiğimiz de
Keşke şu sınavı kazansaydım
Şu üniversiteyi okuyabilseydim
Şu başarıyı elde edebilseydim
Bu hastalığa tutulmasaydım
Depresyona girmemiş olsaydım
İflas etmemiş olsaydım
İhanete uğramasaydım
Gibi herkesin yüzlerce keşkesi vardır ancak

Bunlar dünyanın ve insanın bütünlüğünü tamamlayan meselelerdir..
Dünya bir cennet değildir.
Dünya sırat köprüsü değildir.
Dünya kabir hayatı da değildir
Dünya anne karnı değildir.
Dünya dünyadır
Onun kendine has kusurları vardır
Dünyayı dünya yapan kısmen kusurları olduğu için onun içinde ne kusursuz bir eş ne kusursuz bir arkadaş ne de kusursuz bir ev ne de kusursuz bir eş bulunmayacaktır.

.
Dünya bir sınav, imtihan yeri… Allahu Teâlâ kullarını tartacak, ölçecek, bakalım kim neler yapabilecek, kim verdiğim sınavları nasıl aşabilecek, kim cenneti kazanacak, kim benim sevgime erişecek, bunun için buradayız. Hiç bir şeyimiz kusursuz değil, biz bize verilenlerle Rabbime iyi bir kul olmayı başarabilirsek inşallah sınavı kazananlardan oluruz.

Bunun için geldiniz, dinlediniz, vakit ayırdınız. Rabbim hepinizden gani gani razı olsun.

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü Nurhayat Başbuğ’a, ses kaydını yazıya döken sevgili Hatice Şahin’e, katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Allah hepinizden razı olsun. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

7.5..2021/ 

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

07
Haz
21

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZ


14-11-2018

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZ

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisanî yefkahu kavli

Cümleten bütün gönüldaşlarım hepiniz hoşgeldiniz, safalar getirdiniz

Sizlerden 1 Fatiha, 3 İhlâs-ı Şerif rica ediyorum. Peygamber Efendimiz (a.s) a, Manevi büyüklerimize hediyemiz olsun. Sohbetimiz feyizli ve verimli geçsin inşallah.

Bu arada elinize hemen bir kalem kâğıt alıp, notlar alabilirseniz, sohbet hepiniz için daha kalıcı ve faydalı olur inşallah.

 Bugün konumuzu “Bizi Biz Yapan Değerlerimiz” olarak belirledik.

“Çok yardım edenin çok da yardımcısı olur” sözü ile başlamak istiyorum.

           Evlatlarımıza; sınav, sınav, sınav, kariyer, kariyer, kariyer diye diye onları bir yarışın içine soktuk. Aslında bu sadece bizimle alâkalı değil. Biz toplum olarak kültürel bir erozyon yaşıyoruz. Sınavlarda başarılı olursa ya da kariyerinde yükselirse iyi bir insan olacak algısı içindeyiz. Maalesef çocuklarımız yarış atına döndü. Günümüzde bizler de bu kültür erozyonundan nasibimizi aldık. Mevlâ’mızın bize emanet ettiği gül gibi yavrularımızı aslında ne için yetiştirmemiz gerektiğini unuttuk Bu yolda kilitli her kapıyı açacak bir anahtar var elimizde; değerlerimiz.

Değerlerimiz bizim karakterimizdir.

 Kendisiyle barışık, mutlu, başarılı, yaşamın sırrını bilen, duygularını terbiye etmiş, etrafındaki herkesle doğru iletişim kurabilen bir insan olmak hiçbirimiz için zor değil. Ahlâkî değerlerini bilen insan sınav başarısından daha çok, toplumsal ve ailevî başarıya gereken önemi verir. Değerler fizikten, matematikten, fenden çok daha önemlidir. Bu değerlere sahip insanın yaşam yolculuğunda başarılı olması da çok kolaydır. Ahlâkî değerleri yerine oturmamış insanlar iş, aile ve sosyal yaşamlarında daha yalnız kalır ve iletişim kurmakta sorunlar yaşarlar. Bugün bir farkındalık oluşturmak için bu konuyu seçtim. Toplumsal huzur, içsel huzur ve ailevi huzur… Bunları yakalamak ve çatışmaların önüne geçmek için bu konu çok önemli. Huzur, huzur diyoruz ama belki de kaynağının çok da farkında değiliz.

          Nedir değerlerimiz?

  Bir ağaç düşünelim, insanlık ağacı. Bakalım insanlık ağacımızda hangi meyvelerimiz var. Tek tek saymak istiyorum. Hepimiz kendi içimize dönelim ve bu meyvelerden hangileri bende var hangileri yok, hangilerini edinmem gerek diye tefekkür edelim; samimiyet, duyarlılık, şefkat, sorumluluk, özgüven, cömertlik, barış, dostluk, iyi niyet, yardımlaşma, saygı, güven, dürüstlük, sevgi, hediyeleşmek, başarı, sabır, huzur, bilgelik, fedakârlık, empati, güzel ahlâk, vefa, iyilik, sadâkat, tutumluluk, çalışkanlık, vatanseverlik, alçak gönüllülük… gibi. Değerlerin hepsi birbiriyle de yakın alâkalı.

 “Saygı kayığına binmeden sevgi denizi aşılmaz.”

 Eşler arasında, anne baba ve evlatlar arasında, komşular arasında ve daha birçok yerde saygı o kadar önemli ki o saygıyı kaybetmediğimiz müddetçe sevgimiz devamlı olur. Sevgiyi bir arabanın gazı olarak düşünürsek saygı frendir. Frene basmasını bilmezsek araba kaza yapar. Mesela hoş görü olmazsa dostluk uçup gider. “Saygı olmazsa sevgi olur mu?” dedik. Aile içinde, akrabalar arasında barış olmazsa mutluluk olur mu? Peki, sabır olmazsa başarı olur mu? Bir talebe düşünün, sabırsız bir talebe ilminde başarılı olamaz. Bir hanımefendi düşünün, sabır olmazsa kırk yıllık, elli yıllık evlilikler devam eder mi? Çocuğunu büyütüp onun telli duvaklı gelin olduğunu görebilmesi için yetişme döneminde sabırlı olmazsa başarıya ulaşabilir mi? Teşekkür etmek, özür dilemek, rica etmek bir değerdir. Anlayışlı olmak bir değerdir. Ciddiyet, önemsemek, misafirperverlik, edep, sözünde durmak, nezaket, arkadaşlık, iş birliği, zarâfet, cesaret ve öz denetim de birer değerdir. Acaba bahsettim değerlerden kaç tanesi bizim insanlık ağacımızda var? Şimdi bir terazi düşünmenizi istiyorum, bir tarafını kötü bir tarafını iyi değerler olarak kabul edelim. Cimrilik ve cömertlik, acelecilik ile sükûnet, kin tutmak ile affetmek gibi değerlerimizi düşününce acaba biz yüzde kaç insanız sorusu geliyor aklıma. Bunun da ölçüsü değerlerde saklı. Bu sayılanlardan kaç tanesi ben de var ya da kaç kötü huydan arınabildim? Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin hataları, kusurları, yanlışlıkları var ama önemli olan kademe kademe ileriye gidebilmek. Mesela zorba mıyım, zarif mi, Şiddete meyilli miyim yoksa kibar mı, sahtekâr mıyım dürüst mü, kopya mı çekiyorum yoksa çalışarak mı kazanıyorum, hırsızlık mı yapıyorum yoksa elimin emeğini mi kazanıyorum? İşte değerler aslında insanın özü ve mayası.

Biz bu değerler sayesinde insan olmayı başaracağız.

 İnsanlık yolculuğunda, tek tek çıkmamız gereken basamaklardır değerler. Hangi basamakta olduğumun farkına varıp bir üst basamağa çıkmamız lâzım. En üst basamakta bilge insan olmak var. Felsefeciler buna “Bilge İnsan” tasavvuf ise “insan-ı kâmil” der. İkisi de aynı şeyden bahseder. İnsan-ı Kâmil yani tüm bu değerleri kendi içine toplayan insan. Tasavvuf konusu çok uzun ve ayrı bir sohbet konusu olsa da ufak bir tüyo vereyim. Mesela cimri bir insan cömertliğe nasıl alışır? “Vere vere cömert olur, sabırsız insan sabrede sabrede sabırlı olur, yalan konuşan doğru konuşmaya başladıkça doğru sözlü olur ve adı Sıddıklardan yazılır” diyor İmam-ı Gazali ‘’Kimyayı Saadet’’ adlı eserinde. Aslında değerleri kazanmak zor değil, yolu da reçetesi de var ama bunun için önce bizim istememiz gerekli. İnsanlık basamağında bulunduğumuz yer ile varmak istediğimiz yer arsındaki yolculuk değerlerden geçiyor.

Olgun insan kimdir, bilge insan kimdir, Kâmil insan kimdir?

 İnsan-ı Kâmil kendisiyle barışıktır. Kendini güzel görmeyen bir insana herkes çok güzel olduğunu söylese de pek etkisi olmaz. Bilge insan hayatla da kendisiyle de barışıktır, tekâmül etmiştir. Yani her geçen gün daha da ileriye doğru gider. Kâmil insanın özü sözü birdir. Dingindir, sakindir, aydındır bilge insan. Sevgi doludur, hem kendisini hem tüm insanlığı sever. Doğayı sever, duyarlıdır, sağduyuludur, bilgilidir, yardım severdir, mutludur, akla uygun davranır. Bilge insan yanındakilere huzur verir. Eksiği olan, ham olan insan ise hangi topluma girerse girsin insanlar ondan uzaklaşır. Bilge insanın içi sevgi doludur ve bu sevgiyi de dışarıya yansıtmasını bilir. Hoşgörülü ve merhametlidir. İçi arınmış bir insandır. Kalbi temizdir. Ama bu, “benim kalbim temiz” diyerek ibadetlerin terk edilmesi gibi basit bir şey değildir. Fiziki olarak kalbin temiz olması zaten mümkün değil çünkü litrelerce kan pompalıyor.  Ama manevi olarak kalp temizlenebilir. Çekilen tesbihler, yapılan iyilikler ve güzelliklerle temizlenir kalp. Bunların hiçbirini yapmamış bir insan içinin temizliğinden bahsedemez. Kendini aşmayı başarmış bir insandır bilge insan. Birilerine bağımlı değil özgürdür. Bu çok önemli çünkü eşine bağımlı olan var, komşusuna bağımlı olan var, mesleğine bağımlı olan var. Bağımlılık hiçte makbul değil. Birbirimizin özeline saygı duyarak, incitmeden ilişkileri yönetebilmemiz önemli. İnsanlara ya da herhangi bir şeye bağımlı olmak ne kadar yanlışsa insanlarla ilişkiyi koparmakta o kadar yanlış. Bu dengeyi iyi ayarlamalıyız. İşe giden eşine bağımlılık oluşturduğundan, gün içinde sürekli arayarak onu rahatsız eden bir hanım. Ya da bir komşu olsun devamlı çat kapı gelip bir türlü gitmek bilmeyen. Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, ödevini bile annesi olmadan yapamıyorsa bunlar bağımlılık işaretleridir. Kendimizi ve çocuklarımızı bağımlılıklardan kurtararak hakiki özgürlüğü tadabiliriz. Allah her birimizi özgür yaratmış.

          Bilge insan tüm değerleri hayatına geçiren insandır, toplumu iyileştirendir.

 Bilge insanın kalbi sevgi ile açılmış bir gül gibidir. Kin ve nefret ile dolan kalp solar ve maalesef karanlıklar içinde kalır. Nur esması o kalpte tecelli edemez.

          Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koyuyor, “Bu ekmeğe basabilecek kimse var mı?” diye soruyor, kimseden ses çıkmayınca basan kişiye yüz lira vereceğini söylüyor yine çıt yok, fiyatı beş bin liraya kadar yükseltiyor yine ses yok, en son salonda bulunanlardan biri, “Hocam istersen beş yüz milyar ver kimse o ekmeği çiğnemez, boşuna uğraşma” diyor. Doğan hoca “İşte değerler eğitimi budur” diye noktayı koyuyor. Ekmeği çiğneteceğiniz insan sayısı yok denecek kadar az iken bedavaya yalan söyleyen, azı çok çoğu az gösteren insanların bu kadar çok olması garip değil mi? Sosyal hayatta bunun birçok örnekleri var. Evet ekmeğe hürmet edeceğiz aksi hali düşünülemez, fakat bununla birlikte vatan da, bayrak da bizim için önemli birer değer. Dinimiz de bizim için bir değer. Değerlerimizin ne kadar farkındayız? Dilimiz de bir değer ama dışarı çıkıp mağazaların tabelalarına baktığımızda dilimizin ne hale geldiğini orada net olarak görüyoruz. Eskiden bu hassasiyetlerimiz yüksek seviyedeyken ne oldu da böyle oldu. Osmanlı da Cuma namazına giden esnaf dükkânını kapatmazmış hiçbir şey de çalınmazmış. Şimdi her yer güvenlik kamerası doldu, onlar da Müslümandı biz de Müslümanız.

Bize ne oldu ki birçok değerimiz yer ile yeksan oldu?

Bizi biz yapan değer yargılarımızı içselleştiremediğimiz sürece bu sorunlar artarak devam edecek. Birey önce kendisini tanıyacak, içsel uyumunu, içindeki uyumunu yakalayacak, düşüncelerini, kalbindeki duygularını düzeltecek ve tutarlı davranacak. İçsel uyumu yakalamak; akıl, ruh, kalp ve bedenin  biraraya gelmesiyle mümkün. Aklı; düşünceleri düzeltecek, ilim ve bilgi ile. Kalbi; duyguları düzeltecek, değerleri çok iyi yerleştirerek. Ruhu; ibadetlerle yükselecek, bedenini de -beden zaten bir asker, bir makine- içerideki barışın ve bilgeliğin yolunda kullanacak ve içsel uyumu yakalayacak. Daha sonra bu dışarıya doğru yansıyacak.

          Neyin doğru neyin yanlış olduğunu takip ederek, kendi içimizde bir değişim ve dönüşüme başlamamız lâzım. Tasavvuf ilmi bu idealin olmazsa olmazıdır. İnsanın nefsini terbiye etme yollarını öğretir. Bilge insan özelliklerinde saydığım birçok hasleti tasavvuf terbiyesiyle edinebiliriz. Eskiden bu ilimleri dervişlere tekke ve zaviyelerde öğretirlerdi. Çocuklar medresede dış ilimleri, tekkede ise iç ilimleri alırdı. Yani içinin terbiye eğitimi. Sonra sanatı öğrenir hem içi hem dışı tamir olmuş bir şekilde halkın arasına karışırdı. Ama şimdi çocuklarımızı tek yönlü yetiştirince bu eksiklikler nedeniyle devamlı sorunlar çıkaran bireyler haline geliyorlar.  Çocuklarımız iç terbiyesi aldıktan sonra yalnızken ya da toplum içinde değerlerimizi davranışlarıyla yansıtırlar. Yalnızken de kötü bir şey yapmayı düşünmemek, bir minibüs şoförüne teşekkür edebilmek ne güzel şey. Kalabalıkta yapamayacağın şeyi yalnızken de yapmıyorsan, gizli günah işlemiyorsan ne güzel. Demek ki değerler yerlerine oturmuş.

          Çok başarılı ama ahlâksız bir yönetici olmak ister misiniz, çok lüks bir sitede oturuyorsunuz ama ahlâksız komşularınız olsun ister misiniz, akademik başarısı yüksek ama çocuk psikolojisinden anlamayan bir öğretmenin çocuklarınıza eğitim vermesini ister misiniz? Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Bir öğretmen tanıdım, veli toplantısında -Allah kahretsin ben sınıfımda engelli çocuk istemiyordum, ama maalesef sınıfıma engelli çocuk düştü- dedi. Kariyeri ne olursa olsun ahlâkî yönde sıkıntıları olduğu ortada. Nitekim ilerleyen zamanlarda çocuk ruhundan anlamayan biri olduğuna da şahit olduk.

          Değerlerimizin sosyal hayatımıza etkisi nedir?

Değerler ilişkilerimizi düzenler, bireyler arası bağlarımız gelişir. Komşumuza güvendiğimizde ilişkimiz ilerler ama hırsızlık yapan biriyle kaçımız komşuluk yapmak isteriz ki? Değerler düzgünse birlikte yaşamak kolaylaşır ve uyum oluşur, ama değerler bozuksa birlikte yaşamak aile içinde bile zorlaşır. Mesela mutlu bir aile nasıl mutsuz bir hale gelir? Değerler zedelenirse mutsuzluk başlar. Bir bey hanımı aldatırsa sadâkat zedelenir. Sadâkat zedelenince de ailenin huzuruna zarar gelir. Değerler bir tesbih tanelerinin birleşmesini sağlayan ip gibi toplumu da birleştirir. Kim ki kötü değerlere sahip o toplum birlikteliğinin dışına atılır.

          Eğer bir bireyde değerler yerine oturduysa ahlâkî, kültürel, ruhsal, toplumsal ve bireysel duyarlılık oluşur. Değerler eğitimi anne karnında başlar ancak 0-6 yaşın önemi çok fazladır. Anneler çocuklarının ilk öğretmenidir. Eğer üniversite diplomasını alan çocuğumuzda ahlâk yoksa bu gencin yaşamı da çok sıkıntılı olur. Kariyerin yanında ahlâk da varsa eğer bu evladımız her şeyi başarır Allah’ın izniyle. Değerler eğitiminde aile yetersiz kalırsa şiddet, suç oranları ve bağımlılık artar. Uyuşturucu konusunda bir araştırma yapmıştım.  Aile de sevgi eksikliği ve aidiyet duygusunun olmadığı durumlarda çocuklar başka şeylerle bu eksikliği gidermeye çalışır. Bağımlılıkların bile ucu değerler eğitimine dayanıyor. Çocuk eğitiminde tesadüfe yer yoktur. Değerlerimizi planlı bir şekilde vermeli ve hayata geçirilmesine de önayak olmalıyız. Aynı zamanda onlara rol model olmaya çalışmalıyız. Annenin, babanın, öğretmenin, komşunun, akrabaların, abi ve ablanın da rol model olması lâzım.

 İlk çocuk gömleğin ilk düğmesidir.

İlk düğmeyi doğru iliklersek diğerleri de doğru iliklenir. İlk çocuğu diğer kardeşleri takip edecektir. Bu nedenle ilk çocuklarımıza eğitim verirken daha dikkatli olmalıyız. Çocuklarımıza değerli olduklarını hissettirmeliyiz çünkü, evinde değer görmeyen çocuk dışarıda arar.

           Allah-u Teala Maide suresinde mealen şöyle buyuruyor. “Ey iman edenler, siz kendinizi düzeltin, siz doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez.” Kendimizi düzeltmemizden bahsediyor Rabbimiz.

          Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav). “Kim haksızlıkla mal toplarsa Allah o malı tehlike ve afetlerle yok eder” buyuruyor Yine “En hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” (Tirmizî, 1992: Birr, 47) diyerek değerlerimize dikkati çekiyor.

          Hazreti Ali’den (r.a)de nasihatlerimizi alalım “Güzel ahlâk hayırlı bir yoldaştır, akıl hayırlı bir arkadaştır, edep ise hayırlı bir mirastır,” “Kötülerle arkadaşlık etmekten sakın çünkü ahlâk bulaşıcıdır. Allah’ı yücelt ve Allah’ın dostlarını sev,” “Her insanın kıymeti ahlâkının güzelliği kadardır,” bugün Hazreti Ali’den inciler saçıldı önümüze.

          Tabi milli ve manevi değerlerimizden de kısaca bahsetmek isterim.

 Vatanımız, marşımız, bayrağımız, kültürümüz birer değerdir ve tabii ki manevi değerlerimizle iç içedir. Biri olmaz ise diğeri de erozyona uğrar. Kur’an-ı Kerim değerdir, ibadetlerimiz değerdir, Allah-u Teâla, Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav) bizim için çok kıymetli değerimizdir. Bu değerlerimizi tek tek sistemli bir şekilde çocuklarımıza vermeliyiz.  Burada sosyal medya ve yayın organlarına da değinmek istiyorum, bazı yayınlar değerlerimizi yozlaştırmaya, yok etmeye çalışsa da her birimiz önce kendimizden sonra ailemizden başlayarak ve yakın sosyal çevremizden devam ederek aslımıza ve özümüze dönüş yolundaki çakıl taşlarını temizlemeliyiz. Eski insanların güzel ahlâk nehirleri çağıldıyordu ama bizim dönemimiz de o kadar kirletildi ki nehirler kurumaya yüz tuttu. Dizilerde bile kültürümüze zıt birçok mesaj bilinçli olarak veriliyor, mesela eve ayakkabıyla girmek geldi hemen aklıma. İslam kültür ve toplumunu ahlâkını bozarak yok etmek asıl amaçları. Bunları temizleyerek yeniden bizi biz yapan değerlerimize tutunmamız lâzım.

         Son söz olarak hayata yüklediğimiz anlamlar değerlerimizi doğru öğrenmek, anlamak ve yaşamak ile irtibatlıdır.

 Mutluluğu başkasına zarar vermeden, aksine onları da mutlu etmenin yollarını arayarak, küçük şeylerle dahi mutlu olmayı başarabilmekte bulmalıyız. Bize verilenlere razı olarak yaşadıklarımızın içindeki mutluluk sırlarını keşfedebilmeliyiz. Bilge insan olabilmek için daha hangi değerlere ihtiyacımız varsa onları kazanmaya çalışmalıyız. Son nefese geldiğimizde keşke yerine iyiki diyebilmeliyiz, pişmanlık ateşleriyle kıvranmak yerine huzur içinde ömür sürmeli ve huzur içinde gözlerimizi kapatabilmeliyiz. Ahirette Mevlâ’mızın huzuruna çıktığımızda da alnı ak mü’mine kullardan olabilmeliyiz.

          Değerler eğitimi ile ilgili kitaplar okumalı eksiklerimizi tamamlamalıyız. Değerlerimiz ile ilgili hikâyeleri okumanızı tavsiye ederim. Bu günlük bizden bu kadar…

Bakara Suresi 286. Ayet ile bitirelim “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir her kötülükte kendi aleyhine. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama. Ey Rabbimiz! En öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma ve bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen yüce Mevlâ’mızsın. Hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et Ya Rabbi.”

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü Nurhayat Başbuğ’a, ses kaydını yazıya hazırlayan sevgili Editörümüz Ayşe Sarıçiçek’e Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Allah hepinizden razı olsun. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

23.4..2021/ 

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

22
Nis
21

Tevekkül ile Gelen Gönül Ferahlığı


Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisanî yefkahu kavli

Cümleten bütün gönüldaşlarım hepiniz hoşgeldiniz, safalar getirdiniz

Sizlerden 1 Fatiha, 3 İhlâs-ı Şerif rica ediyorum. Peygamber Efendimiz (a.s) a, Manevi büyüklerimize hediyemiz olsun. Sohbetimiz feyizli ve verimli geçsin inşallah.

Bu arada elinize hemen bir kalem kâğıt alıp, notlar alabilirseniz, sohbet hepiniz için daha kalıcı ve faydalı olur inşallah.

Muhterem gönüldaşlarım bugün konumuzu “Tevekkül ile Gelen Gönül Ferahlığı” olarak belirledik.

“Bismillahi tevekkeltüalallah

La havle vela kuvvete illa billah”

Yarabbi senin rızan için toplandık, rızana ermeyi nasip eyle. Bugün yapacağımız sohbeti hayırlara vesile eyle.

Allah’ın selamı rahmeti bereketi üzerinize olsun. Cenabı Hak cümlenizi sevdiklerinizle beraber iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin.

Tevekkül nedir?

Sözlük anlamı: Güvenmek, dayanmak, vekil tutmak anlamlarına gelir.

Dini anlamı ise: Allah’a güvenmek, Allah’a dayanmak….

 Sebepleri yerine getirdikten sonra kalan işlerimizde Allah’a sırtımızı dayamak, teslim olmak ve Allah’a havale etmek demek.

           Tevekkül bahsi ile ilgili birçok yanlış anlamalar var. Kimisi hiçbir şey yapmıyor, oturup bekliyor “Allah’a tevekkül ediyorum” diyor, Kimisi de çok çalışıyor ama ben ancak çalıştığımı alırım diyor, ikisi de yanlış. Biz burada konuyu detaylı ele alacağız. İnşallah işin sünnet boyutunu da ele alacağız.

 Neden Tevekkül konusu?

Çünkü baktığımızda bu konuda eksiklikler görüyoruz. Oturup düşündüğümüzde toplumda eksikliğini hissettiğimiz konulardan biri de tevekkül. Tevekkül konusunu da konuşalım inşallah; anlatmak bizden tesir Allah’tan. Benim de bu şekilde her sohbet öncesi seçtiğim konuyu hayatıma geçirmeye uğraşıyorum ki yaşamadığım şeyleri size anlatmayayım. Sizden rica ediyorum, lütfen not tutmayı alışkanlık haline getirin çünkü “söz uçar yazı kalır.” Hiç olmazsa başlıkları not alın. Ben gençken hocalarımızın sohbetlerinde başlıkları muhakkak not alır eve gidince de başlıkların altını aklımda kalanlarla doldururdum. Otuz yıllık yazdığım sohbetlerim duruyor hala.

          Niçin Tevekkül dedik?

Karamsarlık, korku ve endişe toplumumuzda çok yayıldı. Aslında Allah’a şükür hepimiz Müslümanız, çok güzel bir dinimiz var. Fakat bu dini hayatımıza ne kadar geçirebiliyoruz?  Sadece namaz kılmak, Kur-an okumak ve tesettürümüzü yerine getirmek değil. Birçok başka hasletleri de var yüce dinimizin. Tevekkül de bunlardan biri, çok önemli bir duygu ama acaba biz ne kadarını hayatımıza geçiriyoruz? Belki de geçiremediğimiz için anti depresanlara bağımlı yaşıyoruz. En ufak şeyde doktor doktor gezer hale geldik. Yanlış anlaşılmasın tabi ki Doktor da lazım ama biz abarttık. Karamsarlık, korku, endişe, bir de geçmişten gelen ve geleceğe dönük düşünceler bu günümüze zarar veriyor. Ben de Tevekkülün tedavi edici boyutunu anlatmak istiyorum.

Tevekkül bize ne yapar?

 Tevekkül bize daha huzurlu, dingin ve mutlu bir hayat yaşamayı öğretir.

Size Kuran-ı Kerim’den örnek vermek istiyorum:

“Hiç ölmeyen, daima diri olan Allah’a güvenip dayan” (Furkan Suresi- 58)

Mü’minler ancak Allah’a dayanıp güvensinler” (Maide Suresi- 11)

Her birimiz Kuran-ı Kerim okuyoruz ama manasına ne kadar aşinayız bilmiyorum. Lütfen Kuran hatimlerini ihmal etmeyelim ama mealini de okuyalım ve gereken önemi verelim. Çünkü oradaki bir cümle bizi bizden alır, kendimize getirir, teselli eder.

Allah kuluna yetmez mi? Tabi ki yeter.

Şimdi de Tevekkül hakkındaki Hadislere bakalım

Enes Bin Malik anlatıyor; bir adam devesiyle geldi ve Peygamber (S.A.V) efendimize şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Resulü deveyi bağlayıp ta mı tevekkül edeyim yoksa bırakıp ta mı tevekkül edeyim.”

Peygamber Efendimiz cevaben şöyle dedi:

 “Deveni bağla ondan sonra Allah’a tevekkül et.”

           Tevekkül konusunda bir Hadis-i Şerif daha söylemek istiyorum:

 “Eğer Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı. Onlar sabahleyin aç olarak çıkarlar ve tok olarak dönerler.”

Burada bir kere bazılarımızda “çalışmaya gerek yok” gibi bir bakış açısı oluşabiliyor ama bu bakış açısı tembel bakışı. Hâlbuki burada çok güzel bir ayrıntı var, orayı kaçırmayalım; kuş aç ama kanat çırpıyor, arıyor rızkını ve buluyor. Buradaki ince sırrı anladık mı şimdi? Yarın ki yemeği biriktirmiyor kuş, bizim de öyle bir korkumuz var ki bir senelik rızkımızı biriktirmeye çalışıyoruz. Biz her gün üzerimize düşen vazifeyi yapsak Cenabı Hak o günkü rızkımızı bize verecek. Yani tembellik yaparak değil çalışarak. Şimdi tevekkülü biraz açalım.

 Tevekkül ne için gerekli?

 Her birimizin başka bir insana dayanma ve güvenme ihtiyacımız var. Bizim yardıma ihtiyacımız var. Fakat gençliğimizde yaşamışızdır; neye dayansak sırtımızdan hançerlendik ya da terk edildik. Şimdi gençlerle sohbet ederken de görüyorum onlarda bundan şikayetçi; arkadaşıma güveniyorum beni yarı yolda bırakıyor diyor. İnsan komşuya güvenir, akrabaya güvenir, kardeşe güvenir ama bir miras davasında kardeşler birbirine düşebilir. Araya giren maddi bir çıkar insanları bir anda değiştirebiliyor. Peki, biz neye güveneceğiz, oysa bizim güvenmeye ihtiyacımız var. İşte tevekkül burada devreye giriyor. En çok güveneceğimiz merci Allahu Teâlâ. Allah’a sırtını dayayan hiçbir zaman yarı yolda kalmaz. Evlatlarımıza, gençlerimize bunu anlatalım, benim de sıkıntılı durumlarımda sevgili Sabriye hocam

“Dayanma ağaca kurur, güvenme insana ölür, dayan Mevla’ya Mevla’ya” derdi.

 Tabi ki arkadaşımıza da komşumuza da güveneceğiz, güveneceğiz de asıl güvenmemiz gerekenin Allah olduğunu bileceğiz.

Tevekkül Tevhid inancında son noktadır.

Tevhid inancı nedir? Her şeyin Allah’tan olduğunu bilmek… “La ilahe illallah…” güç kudret, kuvvet her şey Allah’tan. Gören, duyan, yaratan, yaşatan, öldüren O’dur. İşte Tevhid zirvedir. Kul Tevhid inancına geldiğinde şunu söyler: “Bana gücü kuvveti veren kim? Allah. Ben sırtımı Allah’a dayarsam yarı yolda kalır mıyım? Asla. Ben üzerime düşeni yapar ve Allah’a da sırtımı dayarsam Cenab-ı Hak bana çok daha fazla güç verecek.’’ Emin olun ben bunu mucizelerle seyrediyorum. Yaşım kırk dokuz, bazen o kadar çok planım ve çalışmalarım oluyor ki; “ben bunları yapabilecek miyim” diye düşününce “Ya Rabbim, diyorum ben niyet ediyorum” deyince gerçekten nice kapılar açılıyor. Planlarımın birçoğunu uygulayabiliyorum. Ama biliyorum ki benim yaşımda anti depresanlarla ayakta duranlar da var. “La ilahe illallah’’ı çok iyi anlamamız lazım. Bütün herşey Allah’tan ve biz Ona dayandığımızda birçok problem kendi kendine çözülecek inşallah. Acı, tatlı başımıza ne gelirse gelsin bu da Allah’tan ve sonuç mutlaka bizim yararımızadır. Ya dünyada ya da ahirette, muhakkak faydasını görürüz. Bu sebeple Mü’minler Allah’a güvenmelidir. Her konuda O’na güvenip dayanmalıyız. Emir ve takdirlerine rıza göstererek kulluk görevlerimizi yerine getirmeliyiz.

          Tevekkülün psikolojik faydaları nelerdir?

Karamsarlık, endişe, aşırı üzüntü, geleceğe dair kaygılar ve geçmişin üzüntüleri. Sanki geçmişle gelecek arasına sıkışmış bir Müslüman profili var ve ne yapacağını bilemiyor. İşte burada Tevekkül en güzel şifa olarak karşımızda duruyor. Geçmişte yaşadığımız olumsuzluklar nedeniyle bazı korkular yerleşmiş ve karamsarlık oluşmuş. Bunun yanında geleceğe yönelik hayaller, amaçlar, arzular var ve üstelik bunlara ulaşamama endişesi de var bizde. İşte bu insan, sıkışık ve yıpranmıştır. Kendisiyle içerideki savaş arasına sıkıştığı için ne kendisine ne de çevresine faydalı olamaz. Bunun çözümü ne? Çözümü ilk önce tevekkülü olması gereken yere yerleştirmek. Neydi? Allah’ a güvenip dayanmak, güç ve kudretin Allah’ tan olduğuna inanmak, Allah’ a sığınmak. Bunu imanımızın gücüyle kalbimize yerleştiriyoruz. Bunu bilen bir Müslüman Çanakkale zaferinde Seyit Onbaşının yaptığını yapar, 215 kiloluk mermiyi “La Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Aliyyül Azim” der, tek başına kaldırır ve zafere sebep olur. Bir daha kaldır dendiğinde kaldıramamış, o anda o gücü ona veren kim?  “Allah-u Teâlâ.”

 Hepimizin hayatında buna benzer tevekkül hikâyeleri vardır.

 Ben bir kere intihar etmek isteyen bir bayanı evin dış camından tek başıma “La Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Aliyyül Azim” diyerek içeri aldım. Rabbim bana bir güç verdi. Ben o anda “yalnız değilim” diye düşündüm ve Allah’ a tevekkül ettim, manevi büyüklerimden yardm istedim. Çok şükür Mevlam ve manevi büyüklerim bana yardım etti. Şu an o arkadaşım da çocuklarına çok güzel annelik yapıyor Elhamdülillah.

Hatıralarımdan bir örnek daha vereyim: Babam rahatsızdı ona bakmak için gittim, babama bakacağım ama bahçe çok kötü durumda, otlar büyümüş, ağaçlar budanacak. Bir sürü iş, bunları yapmaya ne gücüm ne de bilgim var. “Allah’ım” dedim, “benim gücüm buna yetmez ben burayı sana bırakıyorum, Bismillahi Tevekkeltü Alallah dedim. Bu tesbih öyle güzel bir tesbih ki Allah’u Teâlâ yapacak insanı gönderiyor. Nitekim Adem amca geldi ‘’bu bahçenin hali ne olacak gelin’’ diye sordu ben de bilmediğimi söyledim. “yarın gelirim” dedi.’’ Üç gün burada Allah rızası için çalışacağım’’ dedi. Sabah geldi ve üç günde hem de Ramazan’da oruçlu çalışarak bahçeyi çiçek gibi yaptı. Otları biçti, ağaçları budadı, ağaçlara beyaz kireç sürdü. Bende ona yardım ettim. Yunus Misali odun taşıdımJ Budanmış güllerin dallarından yeni fideler diktim.

‘’ Allah’ım tevekkül bu kadar mı güzel, teslimiyet bu kadar mı güzel’’ diye hayret ettim. “Tevekkeltü Allallah” Allah’ın izniyle bu işi başaracağım” demek. Bu insana bir güç veriyor. Tevekkül konusunu yanlış anlamayalım; üzerimize düşen çalışmaları yaparak Allah’a tevekkül ediyoruz.

          Geçmişi ve geleceği ne yapacağız?

Geçmişte yaşadığımız bütün o üzüntüleri, sıkıntıları yaşamamız gerekiyordu ve hepsi bizim için bir tecrübeydi, bir eğitimdi. Yapılan bir kötülük varsa affederek üzerimizdeki karamsarlıktan kurtulacağız.

            Misafirliğe gittiğiniz evde simsiyah perdelerin kapalı olduğunu görseniz ne deriz? Ya arkadaşım önce şu perdeleri bir aç, içimiz daralıyor deriz. İşte birçoğumuz böyle kara perdelerle geziyoruz, hâlbuki güneşte var. Ne güneşi? İman güneşi. Allah aşkının güneşi, Allah’ın muhabbetinin güneşi her yerde var, hazır fakat perdesini kapatana o güneş ne kadar ışığını verebilir ki? Önce perdeleri açmamız gerek. Bunu da geçmişin yüklerinden kurtularak yapıyoruz. Hiçbir tecrübeyi yaşamadan olgun insan olamayız, hiç hata yapmadan en iyiyi bulamayız.

           Sonra gelecek; ümit ve güven. Allah’a güvenecek ve ümit edeceğiz. Evet, birçok sıkıntı yaşamış olabiliriz ama geleceğimiz de güzel şeyler olmayacağının garantisi var mı? Yarın bize güzellikler gelmeyeceğinin garantisi var mı? Her an bizlere Allah’ın ikramları iniyor. Biz de geçmişin yaşanmışlıklarını bırakarak geleceğe yönelik ümitvar olacağız. “Allah’ım ben senden ümidimi kesmem, her şey yoluna girecek, Hasta mısın? “İyileşeceğim Allah’ım ben ümitliyim, sadece bu sıra bir hastalık sınavından geçiyorum.” Bakın pozitif düşünce bu işte. Tevekkül burada bize güç verir. “Ben Allah’a güveniyorum, beni yaratan Allah bana yardım edecek” düşüncesi bize güç verir. “Beni yaratan Rabbim işlerimi düzeltecek” diye düşüneceğiz. Ama Allah kendisine dayanana daha çok yardım eder.

           Tevekkülün sosyolojik faydaları nelerdir?

Bir talebe düşünün okula gitmiyor, ders çalışmıyor ama “ben Allah’a güveniyorum, bana başarı verecek” diyor. Ya da bir Öğretmen düşünün öğrencilerin dersleriyle hiç ilgilenmiyor ama diyor ki “çocuklar çok başarılı olacak.” Olur mu?   Olmaz. Bir fırıncı düşünün geceden hamurunu yoğurmadı, fırınını yakmadı, ekmekleri pişirmedi “ben Allah’a tevekkül ediyorum, O benim rızkımı verir” dedi. Olmaz. Bakın burada sosyolojik faydası çıkıyor ortaya. Tevekkül neydi “sen bütün vazifelerini yerine getireceksin ve Allah’a güveneceksin”. Fırıncının geceden hazırlık yapması, ekmekleri hazırlaması, mis gibi ekmekleri şöyle bir tezgâha dizmesi” bu fırıncının tevekkülü, “Allah’ım ben elimden geleni yaptım, rızkımın bereketini sen ver” demesi. Bu süreç onun tevekkülü. Talebenin derslerini çalışarak “Allah’ım ben sana tevekkül ediyorum, bana başarıyı verecek olan sensin” demesi talebeyi rahatlatır. Endişelerinden kurtulur. Sosyolojik bir döngü var. Hayat tıkır tıkır işliyor. Amir memurların başında, otobüs şoförü vaktine riayet ediyor, öğretmen, öğrenci herkes kendi üzerine düşeni yapıyor. Hayat ne kadar güzel bir düzen halinde işliyor. İşte sosyolojik faydalarından bir tanesi de bu. Burada HZ. İbrahim geldi aklıma. Biliyorsunuz Nemrut İbrahim Peygamberi (a.s) yakmak için hazırlık yaptı ve bir menkıbedir ki anlatılır; karınca aldığı bir damla suyu götürürken onu gören karıncalar boşuna uğraştığını söyleyince “ben bana düşeni yapıyorum” diyor. Önemli olan elinden geleni yapmak… Biz çabamızı göstererek Allah’ a bırakacak ve verilene de razı olacağız. Burası da çok önemli… Bir genç kız bir delikanlıyı sever, evlenmeyi ister ama nasip olmaz her ikisi de farklı insanlarla yuva kurarlar. Demek ki o evlilik onlar için hayırlı değildi diye düşünerek razı olmak ta önemli. Bizim için neyin hayırlı neyin şerli olduğunu bilemeyiz.

           Bir de Sünnetullah var.

Sünnetullah Allah’ın koyduğu kanunlardır. Biz Sünnetullahın dışına çıkmadan üzerimize düşen vazifeleri yerine getiriyoruz ve takdiri Allah’ tan bekliyoruz. Bir Müteahhit düşünelim malzemeden çalıyor, sonra bir depremde bina çöküyor ve “kader böyleymiş” diyor. Hayır, burada sorumlu olan kişinin büyük bir vebali var. Bir anne çocuğuyla ilgilenmiyorsa ve çocuğun başına kötü bir şey gelince de bunu kadere yoruyorsa bu yanlış.

           Tevekkülün tasavvufi faydalarına da değinmeden geçemeyeceğim.

Tevekkülde istişare var, önce akıl danışıyor sonra tedbirlerimizi alıyor, Allah’a tevekkül ediyor ve gelen sonuca da razı oluyoruz. İyi yolda var kötü yolda. Hangi yöne gideceğini kul seçiyor, “hangi yola çalışırsam Allah o yolu bana açacak” Allah hayrı da şerri de yaratmış. Karar verirken; Kur-an, sünnet ve İslam Âlimlerinin yolları bize ışık tutacak. Ama ben fenomenleri, artistleri takip edersem onları rehber almış olurum. Bunlar da beni yanlış yöne götürür. Oysa ben Kur’an-ı Kerimi, Peygamber efendimizi (sav)  ve Allah dostlarını takip edersem bu yol beni Cennete götürür. İşte burada kulun verdiği karar çok önemli; son nefese kadar mücadele edeceğiz ve hiçbir zaman Allah’ın ipini bırakmayacağız. Bazen nefsimiz zorlayacak, bazen çevremiz bizi zorlayacak, ya da başka bir imtihan. “Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir” çok doğru bir söz. Başımıza gelmeyen bir şeyin masumu değiliz. Allah’ın ipine sıkıca sarılırsak Rabbim bizi doğru yoldan ayırmaz.

 M. Esad Coşan (r.a) hocamızın da bu konuda hoş bir sözü var: “Bir kul tevekküllü olursa, dertlerinde ve boyunu aşan her konuda tevekkül ederse Allah onun sıkıntısını giderir, istediğini verir, yardımını gönderir, bu gözle görülür bir şekilde anlaşılır bir olay olarak hayret edilecek bir şekilde tahakkuk eder” diyor.       

   Niyetimiz de çok önemli. Daha önce de bahsetmiştim; kişisel hayat planlarınız olsun, haftalık, aylık, yıllık planlarınız olsun. Bu planların yarısını gerçekleştirdiniz diyelim, ama niyet ettiniz, ahirette bunların hepsi  yapılmış olarak karşınıza çıkar. Hiç plan yapmayanların halini siz düşünün. Plan yaptığımızda onun enerjisi geliyor üzerimize. Ama hiç niyetlenmediğimizde, bir planımız olmadığında o gün o kadar boş geçiyor ki, yazık oluyor. Her gününü böyle geçirenleri düşünün bir de.

           Burada bir tevekkül hikâyesi daha anlatmak istiyorum

 “Vaktiyle medresede okuyan bir talebe: “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’ın üzerinedir” ayetini görmüş. Düşünmüş demiş ki artık yemeğe gitmemeye karar vermiş çünkü yemek önüne gelecek diye düşünmüş. Aşçı sabah çorbaları dağıtmış ama talebe gitmemiş, bekliyor ayağına gelecek. Aşçı seslenmiş “almayan kaldı mı?” ses yok. Arkadaşları karınlarını doyurmuş. Öğle yemeğinde yine aşçı “almayan kaldı mı” diye sorunca iyice acıkmış olan talebe “öhö öhö” demiş. Aşçı “öksüreceğine gel de yemeğini al” demiş. Gidip yemeğini almış ve dönüp arkadaşlarına demiş ki “Allah rızkı öksürmeden vermiyor” demiş.

            İbrahim Hakkı Hazretleri diyor ki:

Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayr eyler

Arif anı seyreyler

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

          Biz üzerimize düşeni yapalım, şerlerin içindeki hayrı görmeye çalışalım. Her şeyin bir hikmeti var. Bu dörtlük bize Allah hakkında iyi zan beslememizi hatırlatıyor. “Rabbim sen her şeyin en güzelini nasip edersin, sana güvendim, sana dayandım. Bir kul olarak yapmam gerekenleri yapıyorum ama sen benim Rabbim’sin, benim için şerleri de hayra çevir.”

            Gazzali Hazretleri de Tevekkül konusunu şöyle açıklıyor:

 Tevekkül edenin Allah’a güvenmesi çocuğun annesinin yanındaki durumu gibidir. Çocuk annesinden başkasını bilmez, yalnız ona güvenir, onu gördüğünde eteğine yapışır, onu bırakmaz. Annesinin olmadığı sırada başına bir şey gelse dilinden dökülen ilk söz “anneciğim” olur. Aklına gelen ilk kimse annesi olur. İşte bütün bunlar bilinçaltından gelen bir yönlendirme ile olur. İşte kul da Allah’a bu kadar dayanabilse… Her şeyde “anneciğim” dediği gibi çocuğun her başına gelende “Allah’ım” derse tüm korkuları güvene, endişeleri ümide döner inşallah.

           Tevekkülde yanlış anlaşılan bir şey;

Mesela neden hendekleri kazdılar savaştan önce, çünkü bu bir tedbirdi. İşte Peygamber Efendimizin(s.a.v)  hayatında tevekkül tedbirlerini görüyoruz. Oysa tevekkül bazen yanlış anlaşılıyor. Sevr Mağarasına saklanması; Medine yolunda olmamasına rağmen sırf düşmanı şaşırtmak için Sevr’e gidiyor. Bu da bir tevekkül tedbiridir. Biz de hayatımızda üzerimize düşen her şeyi yapmak durumundayız. Gayret bizden ama başarı Cenab-ı Hak’tan.

            Tevekkülün zıddı nedir?

Hiç tevekkül etmemek: Mesela diyor ki “para yeter benim parayla açamadığım kapı yok.” Bu çok tehlikeli ve Allah bu insanı kendi haline bırakır, öyle bir hastalığa tutulur ki parasıyla dahi çözemediği noktalara gelebilir.

        Kim dünyaya ve dünyalığa bel bağlarsa onun hali perişan olur. “Onu dünyaya döndürüverir, kendi haline salıverir, dünya ile baş başa bırakır.” Sadece kocasına, malına ya da mevki ve makamına güvenen var. Oysa bir felçle ne mevki kalır ne makam. Benim babam Mercedesle gezerdi, bir felç oldu yarım saatte birçok bildiği ve sahip olduğu şeyi kaybetti. Hiçbir gücünüze güvenmeyin, Allah’a güvenin.

         Son olarak; “Hasbinallahi ve niğmel vekil” Allah’a tevekkül edenlerin işine Allah’u Teâlâ yetişir. Tevekkül eden ve kazaya razı olan istemekten kurtulur, kederden emin olur. Kim nasipse onu sebep eyler. Tevekkül etmeyenlerin zahir ve batınları dağınık olur. Yani Allah’a tevekkül etmeyenin dışı da içi de dağınık olur. Kalbi de dünyası da dağınık olur. Önce Allah’a güven, sonra teslim ol, vazifelerini yap ve en son gelen sonuca da razı ol. İşte böyle yaşamak muhabbet şerbetini içirir, Marifet makamına erdirir.

            Yüce Rabbim imanımızı kâmil eylesin, amelimizi salih eylesin, Kalbimizi temiz eylesin, doğru davranış şekillerini ortaya koyarak, yanlış inançlardan arınarak kendi rızasına uygun işler yapmayı nasip etsin, bize düşen vazifeyi yerine getirip sonucu Rabbimize bırakıp gerçek tevekkül inancıyla yaşayanlardan eylesin. Allah Teâlâ hepimizi ölünceye kadar zamanlarını ilim öğrenerek geçirip, öğrendiklerimizi öğretip, İslam’ı yayarak, hayatımızı rızasına uygun geçirmeyi nasip eylesin. Sonunda da iyi bir akıbet ile huzuruna varıp sevdiği, razı olduğu kullarından eylesin. Peygamber Efendimize cennette komşu eylesin.

            Üzülmeyin, mahzun olmayın, ilim öğrenin. İhtiyaçlarınızı Allah’a arz edin ve yardımını bekleyin.

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Emine Bolat’a

Ses kaydını yazıya hazırlayan: Şaziye Şahin’e

Yazı Editörümüz: Ayşe Sarıçiçek’e

Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versinAllah hepinizden razı olsun. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

19.3.2021/  6.Şaban 1442

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

18
Mar
21

İnsanın Kendi İçine Yolculuğu


https://i0.wp.com/lh5.ggpht.com/-KnGr8Z7ePCw/U4PIHFzRWhI/AAAAAAAAO3o/Kg-U9SMnErI/s1600/10374880_716399218426155_6043404108176803892_n.jpg

İnsanın Kendi İçine Yolculuğu

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisanî yefkahu kavli

Cümleten bütün gönüldaşlarım hepiniz hoşgeldiniz, safalar getirdiniz

Sizlerden 1 Fatiha, 3 İhlâs-ı Şerif rica ediyorum. Peygamber Efendimiz (a.s) a, Manevi büyüklerimize hediyemiz olsun. Sohbetimiz feyizli ve verimli geçsin inşallah.

Bu arada elinize hemen bir kalem kâğıt alıp, notlar alabilirseniz, sohbet hepiniz için daha kalıcı ve faydalı olur inşallah.

Muhterem gönüldaşlarım bugün konumuzu “İnsanın Kendi İçine Yolculuğu” olarak belirledik.

Nereye gidersen git;

Doğu, batı, kuzey, güney çıktığın her yolculuğu

 Aslında içine doğru bir seyahat olarak düşün.

Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.

Var olmamızın bir sebebi var   

Allah (C.C.) bizi dünyaya yollamışsa var olmamızın bir hikmeti var bu hikmeti biraz konuşalım.

Dünyaya gelen her birimiz burayı tanımaya ve buraya tutunmaya çalışırız. Dış âleminde gözü açık ama iç âleminde kapalı. Bir nevi koza içindeki kelebek misaliyiz… Bizim için koza nedir? Dünya kozadır, biz de içindeki kelebekleriz. Aslında zahir ve batın kanatları olan bir insanız. Yaşamı keşfetmeye ve bin bir zahmetle ona tutunmaya çalışıyoruz; Bu yolculukta kâh anne babamıza, kâh çevremize, dostlarımıza, okulumuza, maddiyata, sanatlara tutunuyoruz…

 Ben Kimim

 Bütün bu çabamız –kendimizi var etme– çabasıdır aslında. “Ben varım” fikri ağırlaştıkça, dünya çileleri arttıkça arayışımız başlıyor. Kimi bunu on beşinde, kimi otuzunda, kimi de altmışında fark ediyor.’’ Ben kimim’’ sorusu karşımıza çıkıyor… Aslında bu yolculuğun ilk başlangıcına “ben kimim” sorusuyla ilk adımı atmış oluyoruz. İlk başlangıç; İlk farkındalık… İçinizde kaçınız bunu yaşadınız, bilmiyorum ama genellikle ergen yaştakiler de çok olur. Ayna karşısına geçtiğinde içeriden seslenen bir ses vardır “ben kimim”, hayatı ve insanları sorgular. Bu nedenle aslında ergenlik çetrefilli bir yolculuktur. Bu dönemde anne, baba ile çatışma yaşamaya başlar. Tabi bu konumuz ile alakalı değil ama küçük bir parantez açmak istiyorum. “ Ergenlik dönemi gelmeden çocuğunuza verecekleriniz çok önemli… Temeli sağlam olmazsa -ben kimim- sorusuyla içinde yaşadığı çatışmayı size yansıtacak ve belki de Allah korusun farklı inançlara kayacak. Eğer temel sağlamsa üzerine yapacağı binada sağlam olur. Ergenlik önemli bir konu bu nedenle ufacık değinmek istedim.”

Hangi yaşta olursa olsun insan kendini bulma çabasındadır. Arayışa giren insan kaç yaşında olursa olsun sorgulamaya, düşünmeye ve merak etmeye başlar. Din arayışına girer. Ruhsal sırları, sınırları, sorunları en iyi anlayan dindir. Bunun farkına vardıkça Allah’ı (C.C), Kuran-ı Kerimi ve H.z Peygamber’i (sav) merak yolculuğu başlar ama genelde aile veya çevresinden tepkiler alır. Aslında benim kendimi bilme ve bulma yolculuğum da benzer şekildedir. Bu yolda yürürken öğrendiklerimi hayata geçirmek istedim; namaza başlama ve tesettüre girme kararı verince maalesef ben de tepkiler aldım. O dönemde geleneksel bir inanış vardı, Cumhuriyet sonrası dini yaşayış kısıtlamaları sebebiyle onlara dikte edilen öğretilen din ile Kuran-ı Kerimden ve Sünnet-i seniyyeden öğrendiğimiz ve yaşamaya çalıştığımız din farklıydı. Mesela bir düğünde başını açmayı onlar normal görüyorlardı. Tesettürün bilinci çok zayıftı ve geleneksel bir örtünme anlayışı hüküm sürüyordu. Biz İslam’ın gerçeğini anlattıkça ve İslam’ın emirlerinin doğrusunu yaşamaya çalıştıkça çok tepkiler aldım.

Keşf yolculuğuna çıkanlar için ok yaydan çıkmıştı ve artık geri dönüşü yoktu. Çünkü artık kendini keşfetme yolculuğu başlamıştı ve çok huzur vericiydi. Uyanıyordur bir kere… Hayatına uyguladığı İslam’ın her prensibi ruhsal olarak onu olgunlaştırır. Şeriat, tarikat, marifet, hakikat kademe kademe menzilleridir. Her bir adımda gafletten rahmete doğru yol alınır.

Gaflet nedir?

 Allah’ı unutmak demektir. İmamı Gazali’nin (ks)’’İlahi Nizam’’ kitabında -Gaflet -konusu detaylı anlatılmıştır. Dünya sevgisiyle kalbi dolu, Allahı unutmuş olanlar gaflet ehlidir.  Gafletten uyanan kişi Arif’ler makamına geçer. Ariflikten Âşıklığa, oradan da Arif-i Billâh mertebesine, Maşukluğa ulaşır. Hayret makamını tadar.

Hayret Makamı nedir?

 Dünyaya yeni gelmiş bir çocuğun gözüyle dünyayı seyretmek gibidir. Belirli bir kemalat mertebesine erişen kişi her şeye hayret gözlüğü ile bakar, bu makama ulaşmanın en güzel yolu; Mürşid-i Kamil rehberliğinde ilerlemektir. Bazıları da Tasavvuf ekolünden geçmeden çok çile ve hastalıklarla bu makama ulaşır.  Böylece yaşadığı, gördüğü her şeyi hayret penceresinden seyran etmeye başlar. Baktığı her şeyde İlahi sır ve hikmetleri görerek, her ibadetin manasını görmeye başlar. Aslında önce Taklid-i iman vardı, kendini keşfetme yolculuğuyla birlikte Tahkik-i imana ulaştı. Yani kozadan çıkıp kanatlanmaya başladı. Önce zahiri kanatlarını taktı, ilim aldı. Sonra Batın-i kanatlar, hayret makamı ve ardından gelen ikramlar; Haccın sırrı, namazın sırrı, tesettürün sırrı, hayatın sırrı… Sanki yeniden dünyaya gelmiş gibi ama bu sefer bize yardım eden anne babası değil, kendi içindeki İlahi güçtür. Allahü Teâlâ’nın Rabbani kulları vardır. Allah Teâlâ hiçbir kulunu boş bırakmaz mutlaka yardımcılar gönderir.

Bu ruhsal yolculuğu herkes tadar mı?

Bu soruyu mutlaka soruyorsunuzdur? Orası zor, binde bir kişi belki de… Neden mi? Dünyanın onca cazibesi var. Eğlencesi, lüksü, şatafatı, güzellikleri, yemekleri, tatilleri, dizileri, filmleri, şarkıları, sanatları, uğraşıları hobileri, yatırımları, sevgileri var. Aşkları var…

Bütün bunlardan sıyrılıp içine yolculuk yapmak için önce ölmeden ölmeyi nefsinden kurtulmayı başarabilmesi lazım.

Nefsinden nasıl kurtulabilir?

 İlk yolculuk nefsi ile ikincisi ruhla devam eder. İlk nefisle olan yolculuk neydi? Dünyayı tanıması, var olma çabası, kendini ispat mücadelesi… Peki, İkinci yolculuğa geçiş nasıl olacak? Nefis terbiyesi ile mümkün olacak. Kısaca bu konuya değineyim nefsin mertebelerini biliyorsunuzdur. Yedi nefis mertebesi var.  Nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i raziyye, nefs-i merdıyye ve nefs-i kâmile. Nefs-i emmare mertebesinde olanlar sadece nefsi için yaşayanlar, Allah’ı unutmuşlar ve maalesef kendini keşfetmenin kıyısına sahiline bile gelmeyenlerdir. Kendini keşfetmeyi, bir denize benzetirsek, sahili ise tarikata, hakikati de bu denizdeki incilere benzetirsek onlar daha kıyısına bile gelememişler diyebiliriz. Nefs-i emmare sahipleri sahile kilometrelerce uzaktadır.  Oraya yaklaşmanın yolu Tasavvuftan geçer.

 Tasavvuf nedir?

 Ruhsal yolculuğun okuludur. İnsan-ı Kamil yetiştiren, güzel ahlak kazandıran, edep, terbiye Üniversitesidir. İnsanın keşif yolculuğunun olmazsa olmazıdır. Tekke okul, Mürşit Öğretmen, ihvanları okul arkadaşlarıdır. Tekkeye gelen her kişi birbirinde kusur aramaya başlamamalı. Çünkü her bir salik sınıftaki talebedir. Oraya pişmeye, olgunlaşmaya gelmiştir. Hataları kusurları elbet olacaktır. Kamil insanın dergâhta ne işi var? Yetişenleri zaten vazifeli olarak yeniden ‘’İnsanı Kâmil Öğretmeni’’ olarak vazifeye gönderirler. O halde nakısların, yarımların ihvan kardeşlerinde kusur aramayla meşgul olmak yerine, onların kusurlarını örterek ve kendilerini yetiştirmeyle uğraşmaları gerek vesselam…

 Dünyaya gözünüzü bir an kapatın, işte şu an iç âleme gözlerini açıyorsunuz. Kalbinizi, aklınızı, ruhunuzu keşfetmeye başlarsınız.  Şimdi, yeniden açın bakın, etrafta ne kadar uyarıcı objeler, maddeler, nesneler, görüntüler var. Görüntü olarak herkes insandır, peki iç âlemiyle nasıllar? Asıl mesele buradadır. Bu nefis terbiyelerini geçerek, verilen ödevleri yaparak, zikirlerini çekerek, rabıta ve murakabelerini yaparak,  tüm insanlığa ve canlılara hizmet ederek yavaş yavaş algıları açılmaya başlar. İçsel görüler, içsel duyular içsel işitiler artar.

Ruhun Hakikati

Ruh aslında çok büyük bilgilere sahip lakin dünyaya gelişinde beden kafesine kapatılmış, uçabileceğinden habersiz her şeyi o kafesten ibaret sanıyor oysa kanatlarını fark edip uçabileceğini anlayınca yerinin kafes olmadığını idrak eder. Burada bir parantez açmak istiyorum; çok çile çeken insanların manevi kalp gözleri açılabilir, manevi âlemde bazı güzellikleri yaşayabilir. Nefis ezildikçe ruh yükselir. Hayal ettiğinde Kâbe’ ye gidebilir, Peygamber efendimizle (sav) buluşabilir. İşte dışarıdaki çileler o kadar hayırlı ki bu çileler Allah’ın bize ikramı olabilir. Aslında bize çileler imtihanlar hal diliyle bize diyor ki “içinize dönün, nice görmediğiniz âlemleri görün. Dünyaya dalanlar o manevi âlemlerden habersiz yaşarlar.’’ ama maalesef bazılarımız da kafesinden o kadar memnun ki uçabileceğini aklına bile getirmiyor

Seküler Müslümanları da biraz konuşalım

Günümüzde instagram kendi evini, lüks yaşayışını gösterme yeri oldu ne yazık ki. Ben şuraları şuraları geziyorum, evimin dekorasyonu -şöyle şöyle -diye herkesin görmesi için yapılan paylaşımlar… Tiktoklar ahlaksızlığın sergilendiği, mahremiyetlerin yer ile yeksan edildiği bir sosyal paylaşım sitesi olmuş durumdadır.  Kur’an ve Sünnetin istediği Müslüman yaşam tarzı değil de hep nefs-i emmare Müslümanlığı…

İşte bunlar kafesinden çok memnun olanlardır. Düzenlerini bozmak istemezler, konfora düşkündürler. Öyle ya eğlence var, en güzel yemekler var, diziler, alışverişler, tatiller, müzikler, bol uyku ve daha bir sürü süs varken neden namaz, oruç, hatim, zikir ve Allah rızasına talip olsun ki? Niye hayır işlerinde koştursun ki? Niye bir vakıfta vazife alsınki? Karşılıksız, hem de eleştirileceği hizmetlere talip olsun ki? Niye şu an bu sohbeti okusun ki? Bu sohbeti dinlerken ve okurken onca nefsinizin hoşuna gidecek şeyleri ertelediniz… Niçin? Kendinizi aradığınız, hakikatinize giden yolculuğu araştırdığınız için. Ne mutlu size… Bu sohbet ne kadar sizin için verimli oldu bilemeyiz, karınca kararınca bizden sizlere bir nebze ışık olması ümidiyle yayınlanmıştır.

Bu lüksten ve şatafatından vazgeçemeyenler, korkar ve geri çekilirler. Şimdi, hatırıma çok sevdiğim koçluk eğitmen hocam Semiha Bahadır geldi; yaşam koçluğu eğitiminde şunları söylemişti. “bazı kadınlar evlerine tapar ve orası adeta onun mabedi olmuştur. Çünkü evinde sözü geçer, kimse ona itiraz edemez. Öte yandan komşusuyla geçinemez, akrabasıyla geçinemez. Neden geçinemiyor? Çünkü insan ilişkileri bize aynadır ve biz bu ayna sayesinde hata ve kusurlarımızı görürüz”. İşte tam da bu nedenle kabuğumuzdan çıkmamız lazım, yani dostlar ile birlikte, hizmetlerde, güvenilir derneklerde, sivil toplum kuruluşlarında vazifeler almalıyız. Bu hizmetler pişirir bizi…

Dünya; dünya aslında bir rüya

Dünya; dünya aslında bir rüya uyanınca bitecek. Ne zaman uyanacağız? Kabre girince. Uyanacak ve eyvah diyeceğiz. Orada pişmanlık yaşamadan önce bu dünya aynasında Allahü  Tealanın karşımıza çıkardığı bizi uyaran dostlara, olaylara ve imtihanlara gözlerimizi açalım. Biz ders almadıkça aynı imtihanlarla karşılaşıp duracağız. Bir komşunla mı geçinemedin bina değiştirirsin hoop bakarsın orada da aynı imtihan ile karşılaşırsın. Büyüklerimiz “yastık değişir kader değişmez” derler, buradaki sır “geçirmemiz gereken bazı aşamaları fark edip düzeltmektir.”

İnsan eşrefi mahlûkattır, âlemi kebirin minyatürüdür.

Bu cümleyi ilk duyduğumda hayret etmiştim; her birimizin içinde koskoca bir âlem var, Cenabı Hak her birimizi çok özel yaratmış bunun farkına varırsak birçok sorun da kendiliğinden çözülecektir. Şimdi şöyle bir sarılın kendinize, sevin kendinizi, fark edin biricikliğinizi. Her biriniz çok kıymetli ve değerlisiniz. İnsanın gönlü Beytullah’tır. Aslında Hac ibadeti insanın kendi kalbine yolculuğunun görsel simgeleri ile doludur. İçimizde Hac’ca gitmiş olanların Hac’cını Allah kabul etsin, Gidemeyenlere de nasip etsin inşallah. Oralara gidenler bazen şöyle derler “ay çok ta aman aman bir şey yokmuş, hep taş toprak” aslında o sembollerin arkasında ne manalar var, hepsi bizim kendi içimizdeki yolculukla ilgili. Hani Rabıta-i Huzur var ya; Allah Teâlâ’nın huzurunda olduğumuzun farkında, gönlümüze indiğimiz ve gönüldeki o kapıdan geçerek âlemi seyran ettiğimiz yer… Marifetullah ilminin kaynağı… Aşkın zirve noktası… Muhabetullahın buram buram yanık sevda kokusu… İşte Hac; dünyada İstanbul’dan Mekke’ye gitmek, manada ise insanın kendi kalbine yaptığı yolculuktur. Kendi içine yaklaşmak demek Kâbe’ye yaklaşmak, ilahi aşka erişmek demektir. İçimizde nice denizler, semalar, güller, bülbüller dolu… Bu iç alemi keşfedenler; nefs-i mutmaine, nefsi raziye , nefs-i merdiyye, nefs-i safiyeye ulaşanlardır. İçimizde güzellikler kadar kuyular, bataklıklar, sırtlanlar, akrepler, yılanlar da var. Her bir hayvan bizim bir huyumuzun simgesi ve biz nefis terbiyesi ile onları tek tek terbiye etmeliyiz. Zikirler, rabıtalar, hizmetler dualar bunların panzehri. Bir insan kendi mücadelesiyle ancak üç nefis mertebesi geçebilirmiş, Mürşidi Kamil’i yoksa dördüncü mertebeye ancak yüz kişiden biri hatta bin kişiden biri ulaşabilirmiş. Orada çok büyük manevi yardımlar var, burada tabi derslerimize sıkıca tutunmakta çok önemli. Hiçlik makamına ermeli, nefsi terbiye etmeli.

 Burası dünya evet fakat içimizde başka bir âlem daha var. Nefsi terbiye demek Allah’ta yok olmak demektir. Nefsini terbiye eden Rabbini bilir. Aradaki farkı şöyle açıklayabilirim; nefsinin yolunda giden her şeyin kendi arzu ettiği gibi olmasını ister oysa diğeri “ben Allah’ın bir kuluyum, benim burada bir görevim var her şey O’nun kontrolünde, O’nun inayetiyle oluyor” diye düşünür. ‘’Ben kimim’’ diyen “Rabbim Allah’tır” der, oysa ‘’ben, ben , ben’’ diyen O’nu nereden bilsin?

“ilahi ente maksudi ve ridake matlubi”

Her birimizin dünyaya gelişinin var olmamızın bir sebebi var. Bu dünyada bize verilen yeteneklerle bize kolaylaştırılan şeyler var ve bu yeteneklerle ümmeti Muhammed’e hizmet etmek için çalışmalıyız. Önce kendimizi keşfediyor ardından, Allah (C.C)  için faydalı olmaya çalışıyoruz. “İlahi ente maksudi ve ridake matlubi” önemli. Ben yaşam koçluğundaki vazifemde danışanlarımla konuşurken de “Hayatınızın merkezinde ne var? Yaşama gayeniz nedir? Amacınız nedir?” diye sorarım. Biraz anlatayım; yaşam çemberini bir tekerlek gibi düşünün, onu sekize böleriz, eğitim, kariyer, aile-sağlık, sosyal ilişkiler, hobilerimiz bir de manevi alan var yani ibadetler. Bunlar bizim “yaşam çarkımızı” anlatır, tam ortası ise’’ ben, ben’’ dediğimiz yer, oysa oraya maneviyat yerleştirilmeli.        Oraya “ilahi ente maksudi ve ridake matlubi” yerleşmeli. Kur-an ve Sünnet hayat ölçümüz olmalı. Mesela bir insan gelse bir akrabasıyla görüşmek istemediğini söylese başka bir yaşam koçu “görüşmek istemediklerin ile görüşme” der ben öyle diyemem. Çünkü Allahu Tealanın küsmemize izin vermediklerine küsemeyiz. Lakin İlişkilerimizi dikkatli bir şekilde yönetebiliriz.  İnsanlar madenler gibidir. Kimi altın, kimi gümüş, kimi demir; her birinin kendine göre bir değeri var, bazılarına yaklaştığınızda zarar görürsünüz, bazılarına yaklaşınca o ilahi aşkı hissedersiniz. İşte kime ne kadar yaklaşıp uzaklaşacağımızı Kur’an ve Sünnetin ölçüsüne göre ayarlamamız lazım. Hayatımızın merkezine “ilahi ente maksudi ve rızake matlubiyi yerleştirmemiz lazım. Bu bizim mihenk taşımızdır. İhlâstır.   Yani; ‘’Allah’ım benim maksadım sensin, rızana eriştirecek olanda sensin.” Yaşam çemberimizin merkezine yerleşirse her şeye, tüm insanlığa ve canlılara, O’nun (C.C.) rızası için hizmet etmeye ve yaklaşmaya başlarız. Artık hizmet alan noktasından hizmet veren boyutuna geliriz. Hep hasta olmak yerine Doktor olmaya çalışalım. İnsanlara Tebliği, İrşadı, Öğretmenliği, Vaizeliği, Rehberliği, hizmetçiliği Mevlam bize nasip etsin. Çocukların, dulların, yetimlerin hizmetine koşabilmeliyiz. İnsan olmak merhamet, sevgi, şefkat, teslimiyet, aşk, adalet, edep, saygı ile donanmalıyız. O değerler var ya, o değerler… O kadar önemli bir konu ki. Sohbetimizin konusu çocuk eğitimi değil ama yine bir parantez açma ihtiyacı doğdu. Bu konuda en yakınımızdaki çocuklarımızdan başlayabiliriz. Önümüzde yaz tatili var. Her gün sohbet ederek bir değerimizi verebiliriz, kahvaltılardan sonra ya da akşam çay saatlerinizde, yarım saat, bir saat bir değeri konuşun, tartışın.  Makale, hikâye, şiir ve oyunlarla işleyin.  Üç çocuğumda da bunu yapmış ve çok faydasını görmüş biri olarak size de tavsiye ederim.

  Kalp Sultandır, Akıl Vezirdir     

 İnsanın önce kendini tanımasının önemli olduğundan bahsettik, insan ruh ve bedenden teşekkül etmiş bir varlık. İçimizde bizi biz yapan dört özellik var; akıl, ruh, beden ve kalp. Akıl; ilim ve düşüncenin, kalp; duygu, sevgi ve aşkın, ruh; özümüzün sırrı, beden; bir araç, binek. Burayı özellikle vurguluyorum; beden sadece araç. Ruhun bir vizyonu olacak ki bedeni de oraya götürsün.  “bir at arabası düşünün, tahta araba insanın bedeni, öndeki atlar ise nefstir, sürücü insanın ruhudur. Eğer dizginler sürücünün elinde olursa arabayı istediği yere götürür ve o atları terbiye eder, ama dizginleri elinden bırakırsa atlar nereye giderse beden de gider, nerde yeşil ot var atlar oraya gider. Kalp Sultan’dır rotayı belirleyen ve engelleri aşandır. Aklın vezirliği ile Sıratı Müstakimi elbet bulacaktır.

’’ İnsan bir şeye niyetlensin yeter ki, engeller bir bir ortadan kalkar. Bu arada nefse ihtiyacından fazla verilen gıda desteği ve uyku molaları hayallere ulaşma yolunda engeldir.

            Bu yolculuk nereye gider?

Can Canan’a gider. Can insan, Canan ise Cenab-ı Hak’tır. Bu yolculuk Can’dan Canan’a gidişin yolculuğudur. Gönül haccını yapan âşık, dünyadan sıyrılıp insanın kendi hakikatine giden yolculuğu başarandır. Kâbe dünyanın merkezidir. Kalp ise bedenin Kabesidir. Hac insanın hakikate giden yolculuğunun simgeleri ile doludur. Yol, Bezm-i Elestten Cemalullaha uzanan İlahi aşk yolculuğudur. Yolcu insan, İnsan ise Halifedir. “Hani Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Melekler: biz seni hamd ile yüceltip ve seni bütün noksanlıklardan tenzih edip ulularken orada bozgunculuk çıkaracak ve kan akıtacak birisini mi yaratacaksın? Dediler. Allah’ta Şüphesiz ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim dedi” ( Bakara-30). Bu ayetin neden buraya ekledim. Sohbet bittikten sonra bu ayeti okuyunca sohbetle daha güzel bütünleştiğini görüyoruz.

 Ve bir Hadis-i Şerif şöyleydi “ Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvani ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz.” (el Acluni Keşfü’l- Hafa, 2:29) ya da ‘’Ölmeden evvel ölünüz’’ olarak da geçer. Kendini keşfetme yolunda bu hadisi şerifin bize verdiği çok dersler vardır.

Nefsimizden temizlenip ruhumuzun hakikatine geçmeyi ne de güzel anlatır.  Birçok insan ölmeden evvel ölmeyi tadar. Nasıl tadar? Kader sırrında nice imtihanlar onu bazen ölümün sınırına eriştirir. İntiharın haram olmasının sırrı da budur. Sabredip o imtihanları canına kıymadan geçirebilenler, ruhlarının hakikatine hayattayken erişmeye başlarlar.Erenler dediğimiz maneviyat erlerine dahil olurlar. Allahın size yazdığı kadere güvenin. Nice hikmet pencerelerini göreceksiniz inşallah. Aslında en güzel uyanış da bundan sonra başlar “Ben nefsim için değil, Allah için yaşayacağım” demektir.

Son olarak; Derviş dediğin her an ölüme hazır olmalı. Allah’tan başkasına borcu olmamalı, tövbesiyle borçlarını ödemiş ve hesabını kapatmış olmalı. Kul haklarını vermiş, namaz borcunu bitirmiş, her ibadetini vaktinde yapmış olmalı. O zaman bu insanın ölümden korkusu olur mu? Kendi hakikatinizi keşfetme yolculuğunuzu başarıyla tamamlayabilmeniztemennisiyle, sizleri ve kendimi Mevlama emanet ediyorum.

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Nisa Nur Kalkan’a

Ses kaydını yazıya hazırlayan: Şaziye Şahin’e

Yazı Editörümüz: Ayşe Sarıçiçek’e

Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versinAllah hepinizden razı olsun. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

19.3.2021/  6.Şaban 1442

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

14
Mar
21

GÜL KOKULU EFENDİMİZ


Ebedi Sevgiliye Doğru

Ravza-i Mutahhara'da Osmanlı mührü

Ey en sevgili,
Yüreğime gel ey Muhammed(s.a.v.)!Misafirlerin en azizi, en mukaddesi ve en güzeli.Öyle bir gelişle gel ki sana olan özlemimi, sana olan ihtiyacımı ve sana olan sevgimi gül gönlüne sunayım.Gel ve gülle doldur kalbimi, gel ve sevginle kandır,gel ve aşkınla yandır yüreğimi.

Sensiz o kadar yalnız o kadar bir biçareyiz ki efendim.Kalbim yetim , ruhum yetim, dünya yetim efendim.Bazen seni düşünüyorum yaşadığım, gezip dolaştığım yerlerde.Karşıma çıkıp bana gülümsediğini görüyorum . Ama bir hayal olduğunu anlayınca hıçkırıklar saplanıyor boğazıma, gözümden dökülen yaşlar bir nehir olup akıyor senli topraklara.

Biz senin diyarında senli günleri göremedik efendim.Hep mahzun hep yarım kaldık.Ne zaman adın geçse bir yerde ahlara bulandık.Keşkeler kapladı dört bir yanımızı.Keşke onun sevdiği ashabından olabilseydik.Ama biz kim ashabından biri olmak kim efendim!Daha seni hakkıyla anlayan ve sana hakkıyla sevgi gösteren kullar olamadık ki.
Ebu Hureyre(ra) sıcak bir günün öyle vaktinde evinden çıkıp mescide gelmişti. Sende oradaydın YA RASULLALLAH(sav) Açlıktan evinde duramayıp…

View original post 157 kelime daha

14
Mar
21

Yollarına Güller Döşesek


AŞK'a ulaşabilmek için önce gül bahçesinin kokusu sinmeli üzerine.  Sevgilinin yolu gül bahçesinden geçmeli ki… | Güzel bahçeler, Bahçe, Peyzaj  düzenlemesi fikirleri

Gel ey, konuşurken dudaklarına tebessümler karışan!..

Gel ey, yüzüne üzgünlerin üzüntüsünü dağıtmak yaraşan!..

Gel ey, ateş-i aşkına yanmak için âşıkları birbiriyle yarışan!..

Gel ey!..

Ayrılığında çoğalan alevleriyle arınalım aşkının; yanalım yandıkça ve yandıkça yanalım. Aşk yüzünden elbisesi yırtılan da, Hak uğruna gözlerini kurutan da seni arzulamakta şimdi. Bizi kendine madem yine sensin bağlayan ve ayrılığının derdine yine sensin ayrılıkla derman olan, o hâlde gülümse bize Efendim, bize gülümse. ‘‘Allah onları sever; onlar da Allah’ı sever’’ sırrına ermekte rehberimiz ol, tut günahkâr ellerimizden; günahkâr ellerimizden tut.

Sen ey!..

Gelsen hayallerimize bir kez… Ve üzerine sepet sepet güller döksek biz. Gelsen düşüncelerimize bir an… Ve baharları sersek ayağına çiçek çiçek, mevsim mevsim, ıtır ıtır… Dolunaylar yerine doğsan dünyamıza bir vakit…Ve zatını gündüz değilse, hayalini gece göstersen bizlere. Girsen ansızın düşlerimize, şevkat parmaklarınla okşasan başımızı ışık ışık… Ve ışığına düşsek pervaneler gibi; pervaneler gibi ışığına düşsek.

Gel Efendim…

Bir kez doğ içimize de isterse kaybolsun dolunaylar güneşler… Gir gözümüze de bir nefes, isterse silinsin tutyalar, sürmeler… İlham olup ak gönlümüze bir anda, isterse yitirilsin uçtan uca naatlar ve gazeller, beyitler ve dizeler uçtan uca yitirilsin isterse…

Gel Efendim, dostluğuna muhtacız; umutsuz ve çaresiz bırakma çaresizlerini. Gel yeter ki, hakkımızda verilecek her hükme razı olalım.

Gel ey, bitir bitmeyen hasretini içimizde!..

Gel ey, onsuz mutluluk bulamadığımız!..

Gel ey, kendisine lâyık olamadığımız!..

Gel benim Efendim, bir kez olsun dokun yüreğime, yüreğime dokun bir kez olsun…

Yüreğim kanıyor efendim, kanıyor yüreğim!..

Çığlık çığlığa beşeriyet, çiğnenmiş reyhanlar misali hep seni arıyor. Uyandır, zindanlara koyduğumuz Yusufî sevdalarımızı efendim! Uyandır, bahtını üftadelerinin!..

iskender pala

Organizasyonlarda yolluk halı üzerine beyaz pembe gül yaprakları atılı

Share this:




İlahiaşk

Blog İstatistiklerim...@

  • 899.808 hits

Hatırlatıcı Notlar

 

 

İlahi Aşk Yolculuğu

İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.

İmam-ı Gazali

İmam-ı Gazali son nefeste iman üzere ölmek için aşağıdaki duanın sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okunmasının tavsiye etmiştir Bismillahirrahmanirrahim " Ya hayyü ya kayyumü ya bedias semavati vel erdı ya zel celali vel ikram" Allahümme inni es'elüke en tuhyiye kalbi bi nuri ma'-rifetike ebeden ya allahü ya allahü ya allahü ya rahmanü ya rahıymü bi rahmetike ya erhamer rahımiyn"

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçluğu
Hayatında denge problemi yaşayan,
kişiliğinde, aile ilişkilerinde, ebeveynliğinde, sosyal ilişkilerinde, eğitiminde, ruhsal dünyasında kendini geliştirmek ve problemlerini çözümlemek, hedeflerine bilinçli yol almak için deneyimli bir rehbere ihtiyaç duyan, bayan danışanlara yardımcı olmak için buradayım. Saygılarımla.

Yaşam Koçu

İletişim için : DM’den ulaşabilirsiniz.

mihricanulupnar

Profesyonel bir yaklaşımla ve uygun fiyatlarla hizmet vermekteyiz.

 

@Hakkımda…@

15 Kasım 1971/26 Ramazan 1391 Niğde Değirmenli Kasabası doğumluyum.

1977′ den itibaren Eğitim hayatımı İstanbul’da tamamladım.

Halen Dünyanın incisi İstanbul’da ikamet etmekteyim.

Biz Mevlamızın İlahiaşkının Hamallarıyız

Tek derdimiz; Mevlamızın Hakiki Kullarından Olabilmek ve Rızasını Kazanabilmek…

Terk-i dünya/ Terk-i Ukba/ Terk-i Terk/ Hiçlik/ Aşk-ı Deryada damla / Kulluk…

Dileğimiz; Son Nefesimizde Şeb-i Arusu yaşayabilmek ve Cennetten Cemalullah’ ı müşahade edebilmektir…

Saygı, Sevgi ve Hürmetlerimle…

Mihrican Uymaz Ulupınar

mihricanulupinar@gmail.com

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

@En çok okunan Yazılar…@

Hoş Geldiniz :)

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 363 aboneye katılın
Follow Ebedi Sevgiliye Doğru on WordPress.com

Flag Counter

Map

https://www.youtube.com/watch?v=l2LQOB1OcBQ

Bizi Takip Edin