Archive for the 'Hadis-i Şerifler' Category

07
Haz
21

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZ


14-11-2018

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZ

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisanî yefkahu kavli

Cümleten bütün gönüldaşlarım hepiniz hoşgeldiniz, safalar getirdiniz

Sizlerden 1 Fatiha, 3 İhlâs-ı Şerif rica ediyorum. Peygamber Efendimiz (a.s) a, Manevi büyüklerimize hediyemiz olsun. Sohbetimiz feyizli ve verimli geçsin inşallah.

Bu arada elinize hemen bir kalem kâğıt alıp, notlar alabilirseniz, sohbet hepiniz için daha kalıcı ve faydalı olur inşallah.

 Bugün konumuzu “Bizi Biz Yapan Değerlerimiz” olarak belirledik.

“Çok yardım edenin çok da yardımcısı olur” sözü ile başlamak istiyorum.

           Evlatlarımıza; sınav, sınav, sınav, kariyer, kariyer, kariyer diye diye onları bir yarışın içine soktuk. Aslında bu sadece bizimle alâkalı değil. Biz toplum olarak kültürel bir erozyon yaşıyoruz. Sınavlarda başarılı olursa ya da kariyerinde yükselirse iyi bir insan olacak algısı içindeyiz. Maalesef çocuklarımız yarış atına döndü. Günümüzde bizler de bu kültür erozyonundan nasibimizi aldık. Mevlâ’mızın bize emanet ettiği gül gibi yavrularımızı aslında ne için yetiştirmemiz gerektiğini unuttuk Bu yolda kilitli her kapıyı açacak bir anahtar var elimizde; değerlerimiz.

Değerlerimiz bizim karakterimizdir.

 Kendisiyle barışık, mutlu, başarılı, yaşamın sırrını bilen, duygularını terbiye etmiş, etrafındaki herkesle doğru iletişim kurabilen bir insan olmak hiçbirimiz için zor değil. Ahlâkî değerlerini bilen insan sınav başarısından daha çok, toplumsal ve ailevî başarıya gereken önemi verir. Değerler fizikten, matematikten, fenden çok daha önemlidir. Bu değerlere sahip insanın yaşam yolculuğunda başarılı olması da çok kolaydır. Ahlâkî değerleri yerine oturmamış insanlar iş, aile ve sosyal yaşamlarında daha yalnız kalır ve iletişim kurmakta sorunlar yaşarlar. Bugün bir farkındalık oluşturmak için bu konuyu seçtim. Toplumsal huzur, içsel huzur ve ailevi huzur… Bunları yakalamak ve çatışmaların önüne geçmek için bu konu çok önemli. Huzur, huzur diyoruz ama belki de kaynağının çok da farkında değiliz.

          Nedir değerlerimiz?

  Bir ağaç düşünelim, insanlık ağacı. Bakalım insanlık ağacımızda hangi meyvelerimiz var. Tek tek saymak istiyorum. Hepimiz kendi içimize dönelim ve bu meyvelerden hangileri bende var hangileri yok, hangilerini edinmem gerek diye tefekkür edelim; samimiyet, duyarlılık, şefkat, sorumluluk, özgüven, cömertlik, barış, dostluk, iyi niyet, yardımlaşma, saygı, güven, dürüstlük, sevgi, hediyeleşmek, başarı, sabır, huzur, bilgelik, fedakârlık, empati, güzel ahlâk, vefa, iyilik, sadâkat, tutumluluk, çalışkanlık, vatanseverlik, alçak gönüllülük… gibi. Değerlerin hepsi birbiriyle de yakın alâkalı.

 “Saygı kayığına binmeden sevgi denizi aşılmaz.”

 Eşler arasında, anne baba ve evlatlar arasında, komşular arasında ve daha birçok yerde saygı o kadar önemli ki o saygıyı kaybetmediğimiz müddetçe sevgimiz devamlı olur. Sevgiyi bir arabanın gazı olarak düşünürsek saygı frendir. Frene basmasını bilmezsek araba kaza yapar. Mesela hoş görü olmazsa dostluk uçup gider. “Saygı olmazsa sevgi olur mu?” dedik. Aile içinde, akrabalar arasında barış olmazsa mutluluk olur mu? Peki, sabır olmazsa başarı olur mu? Bir talebe düşünün, sabırsız bir talebe ilminde başarılı olamaz. Bir hanımefendi düşünün, sabır olmazsa kırk yıllık, elli yıllık evlilikler devam eder mi? Çocuğunu büyütüp onun telli duvaklı gelin olduğunu görebilmesi için yetişme döneminde sabırlı olmazsa başarıya ulaşabilir mi? Teşekkür etmek, özür dilemek, rica etmek bir değerdir. Anlayışlı olmak bir değerdir. Ciddiyet, önemsemek, misafirperverlik, edep, sözünde durmak, nezaket, arkadaşlık, iş birliği, zarâfet, cesaret ve öz denetim de birer değerdir. Acaba bahsettim değerlerden kaç tanesi bizim insanlık ağacımızda var? Şimdi bir terazi düşünmenizi istiyorum, bir tarafını kötü bir tarafını iyi değerler olarak kabul edelim. Cimrilik ve cömertlik, acelecilik ile sükûnet, kin tutmak ile affetmek gibi değerlerimizi düşününce acaba biz yüzde kaç insanız sorusu geliyor aklıma. Bunun da ölçüsü değerlerde saklı. Bu sayılanlardan kaç tanesi ben de var ya da kaç kötü huydan arınabildim? Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin hataları, kusurları, yanlışlıkları var ama önemli olan kademe kademe ileriye gidebilmek. Mesela zorba mıyım, zarif mi, Şiddete meyilli miyim yoksa kibar mı, sahtekâr mıyım dürüst mü, kopya mı çekiyorum yoksa çalışarak mı kazanıyorum, hırsızlık mı yapıyorum yoksa elimin emeğini mi kazanıyorum? İşte değerler aslında insanın özü ve mayası.

Biz bu değerler sayesinde insan olmayı başaracağız.

 İnsanlık yolculuğunda, tek tek çıkmamız gereken basamaklardır değerler. Hangi basamakta olduğumun farkına varıp bir üst basamağa çıkmamız lâzım. En üst basamakta bilge insan olmak var. Felsefeciler buna “Bilge İnsan” tasavvuf ise “insan-ı kâmil” der. İkisi de aynı şeyden bahseder. İnsan-ı Kâmil yani tüm bu değerleri kendi içine toplayan insan. Tasavvuf konusu çok uzun ve ayrı bir sohbet konusu olsa da ufak bir tüyo vereyim. Mesela cimri bir insan cömertliğe nasıl alışır? “Vere vere cömert olur, sabırsız insan sabrede sabrede sabırlı olur, yalan konuşan doğru konuşmaya başladıkça doğru sözlü olur ve adı Sıddıklardan yazılır” diyor İmam-ı Gazali ‘’Kimyayı Saadet’’ adlı eserinde. Aslında değerleri kazanmak zor değil, yolu da reçetesi de var ama bunun için önce bizim istememiz gerekli. İnsanlık basamağında bulunduğumuz yer ile varmak istediğimiz yer arsındaki yolculuk değerlerden geçiyor.

Olgun insan kimdir, bilge insan kimdir, Kâmil insan kimdir?

 İnsan-ı Kâmil kendisiyle barışıktır. Kendini güzel görmeyen bir insana herkes çok güzel olduğunu söylese de pek etkisi olmaz. Bilge insan hayatla da kendisiyle de barışıktır, tekâmül etmiştir. Yani her geçen gün daha da ileriye doğru gider. Kâmil insanın özü sözü birdir. Dingindir, sakindir, aydındır bilge insan. Sevgi doludur, hem kendisini hem tüm insanlığı sever. Doğayı sever, duyarlıdır, sağduyuludur, bilgilidir, yardım severdir, mutludur, akla uygun davranır. Bilge insan yanındakilere huzur verir. Eksiği olan, ham olan insan ise hangi topluma girerse girsin insanlar ondan uzaklaşır. Bilge insanın içi sevgi doludur ve bu sevgiyi de dışarıya yansıtmasını bilir. Hoşgörülü ve merhametlidir. İçi arınmış bir insandır. Kalbi temizdir. Ama bu, “benim kalbim temiz” diyerek ibadetlerin terk edilmesi gibi basit bir şey değildir. Fiziki olarak kalbin temiz olması zaten mümkün değil çünkü litrelerce kan pompalıyor.  Ama manevi olarak kalp temizlenebilir. Çekilen tesbihler, yapılan iyilikler ve güzelliklerle temizlenir kalp. Bunların hiçbirini yapmamış bir insan içinin temizliğinden bahsedemez. Kendini aşmayı başarmış bir insandır bilge insan. Birilerine bağımlı değil özgürdür. Bu çok önemli çünkü eşine bağımlı olan var, komşusuna bağımlı olan var, mesleğine bağımlı olan var. Bağımlılık hiçte makbul değil. Birbirimizin özeline saygı duyarak, incitmeden ilişkileri yönetebilmemiz önemli. İnsanlara ya da herhangi bir şeye bağımlı olmak ne kadar yanlışsa insanlarla ilişkiyi koparmakta o kadar yanlış. Bu dengeyi iyi ayarlamalıyız. İşe giden eşine bağımlılık oluşturduğundan, gün içinde sürekli arayarak onu rahatsız eden bir hanım. Ya da bir komşu olsun devamlı çat kapı gelip bir türlü gitmek bilmeyen. Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, ödevini bile annesi olmadan yapamıyorsa bunlar bağımlılık işaretleridir. Kendimizi ve çocuklarımızı bağımlılıklardan kurtararak hakiki özgürlüğü tadabiliriz. Allah her birimizi özgür yaratmış.

          Bilge insan tüm değerleri hayatına geçiren insandır, toplumu iyileştirendir.

 Bilge insanın kalbi sevgi ile açılmış bir gül gibidir. Kin ve nefret ile dolan kalp solar ve maalesef karanlıklar içinde kalır. Nur esması o kalpte tecelli edemez.

          Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koyuyor, “Bu ekmeğe basabilecek kimse var mı?” diye soruyor, kimseden ses çıkmayınca basan kişiye yüz lira vereceğini söylüyor yine çıt yok, fiyatı beş bin liraya kadar yükseltiyor yine ses yok, en son salonda bulunanlardan biri, “Hocam istersen beş yüz milyar ver kimse o ekmeği çiğnemez, boşuna uğraşma” diyor. Doğan hoca “İşte değerler eğitimi budur” diye noktayı koyuyor. Ekmeği çiğneteceğiniz insan sayısı yok denecek kadar az iken bedavaya yalan söyleyen, azı çok çoğu az gösteren insanların bu kadar çok olması garip değil mi? Sosyal hayatta bunun birçok örnekleri var. Evet ekmeğe hürmet edeceğiz aksi hali düşünülemez, fakat bununla birlikte vatan da, bayrak da bizim için önemli birer değer. Dinimiz de bizim için bir değer. Değerlerimizin ne kadar farkındayız? Dilimiz de bir değer ama dışarı çıkıp mağazaların tabelalarına baktığımızda dilimizin ne hale geldiğini orada net olarak görüyoruz. Eskiden bu hassasiyetlerimiz yüksek seviyedeyken ne oldu da böyle oldu. Osmanlı da Cuma namazına giden esnaf dükkânını kapatmazmış hiçbir şey de çalınmazmış. Şimdi her yer güvenlik kamerası doldu, onlar da Müslümandı biz de Müslümanız.

Bize ne oldu ki birçok değerimiz yer ile yeksan oldu?

Bizi biz yapan değer yargılarımızı içselleştiremediğimiz sürece bu sorunlar artarak devam edecek. Birey önce kendisini tanıyacak, içsel uyumunu, içindeki uyumunu yakalayacak, düşüncelerini, kalbindeki duygularını düzeltecek ve tutarlı davranacak. İçsel uyumu yakalamak; akıl, ruh, kalp ve bedenin  biraraya gelmesiyle mümkün. Aklı; düşünceleri düzeltecek, ilim ve bilgi ile. Kalbi; duyguları düzeltecek, değerleri çok iyi yerleştirerek. Ruhu; ibadetlerle yükselecek, bedenini de -beden zaten bir asker, bir makine- içerideki barışın ve bilgeliğin yolunda kullanacak ve içsel uyumu yakalayacak. Daha sonra bu dışarıya doğru yansıyacak.

          Neyin doğru neyin yanlış olduğunu takip ederek, kendi içimizde bir değişim ve dönüşüme başlamamız lâzım. Tasavvuf ilmi bu idealin olmazsa olmazıdır. İnsanın nefsini terbiye etme yollarını öğretir. Bilge insan özelliklerinde saydığım birçok hasleti tasavvuf terbiyesiyle edinebiliriz. Eskiden bu ilimleri dervişlere tekke ve zaviyelerde öğretirlerdi. Çocuklar medresede dış ilimleri, tekkede ise iç ilimleri alırdı. Yani içinin terbiye eğitimi. Sonra sanatı öğrenir hem içi hem dışı tamir olmuş bir şekilde halkın arasına karışırdı. Ama şimdi çocuklarımızı tek yönlü yetiştirince bu eksiklikler nedeniyle devamlı sorunlar çıkaran bireyler haline geliyorlar.  Çocuklarımız iç terbiyesi aldıktan sonra yalnızken ya da toplum içinde değerlerimizi davranışlarıyla yansıtırlar. Yalnızken de kötü bir şey yapmayı düşünmemek, bir minibüs şoförüne teşekkür edebilmek ne güzel şey. Kalabalıkta yapamayacağın şeyi yalnızken de yapmıyorsan, gizli günah işlemiyorsan ne güzel. Demek ki değerler yerlerine oturmuş.

          Çok başarılı ama ahlâksız bir yönetici olmak ister misiniz, çok lüks bir sitede oturuyorsunuz ama ahlâksız komşularınız olsun ister misiniz, akademik başarısı yüksek ama çocuk psikolojisinden anlamayan bir öğretmenin çocuklarınıza eğitim vermesini ister misiniz? Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Bir öğretmen tanıdım, veli toplantısında -Allah kahretsin ben sınıfımda engelli çocuk istemiyordum, ama maalesef sınıfıma engelli çocuk düştü- dedi. Kariyeri ne olursa olsun ahlâkî yönde sıkıntıları olduğu ortada. Nitekim ilerleyen zamanlarda çocuk ruhundan anlamayan biri olduğuna da şahit olduk.

          Değerlerimizin sosyal hayatımıza etkisi nedir?

Değerler ilişkilerimizi düzenler, bireyler arası bağlarımız gelişir. Komşumuza güvendiğimizde ilişkimiz ilerler ama hırsızlık yapan biriyle kaçımız komşuluk yapmak isteriz ki? Değerler düzgünse birlikte yaşamak kolaylaşır ve uyum oluşur, ama değerler bozuksa birlikte yaşamak aile içinde bile zorlaşır. Mesela mutlu bir aile nasıl mutsuz bir hale gelir? Değerler zedelenirse mutsuzluk başlar. Bir bey hanımı aldatırsa sadâkat zedelenir. Sadâkat zedelenince de ailenin huzuruna zarar gelir. Değerler bir tesbih tanelerinin birleşmesini sağlayan ip gibi toplumu da birleştirir. Kim ki kötü değerlere sahip o toplum birlikteliğinin dışına atılır.

          Eğer bir bireyde değerler yerine oturduysa ahlâkî, kültürel, ruhsal, toplumsal ve bireysel duyarlılık oluşur. Değerler eğitimi anne karnında başlar ancak 0-6 yaşın önemi çok fazladır. Anneler çocuklarının ilk öğretmenidir. Eğer üniversite diplomasını alan çocuğumuzda ahlâk yoksa bu gencin yaşamı da çok sıkıntılı olur. Kariyerin yanında ahlâk da varsa eğer bu evladımız her şeyi başarır Allah’ın izniyle. Değerler eğitiminde aile yetersiz kalırsa şiddet, suç oranları ve bağımlılık artar. Uyuşturucu konusunda bir araştırma yapmıştım.  Aile de sevgi eksikliği ve aidiyet duygusunun olmadığı durumlarda çocuklar başka şeylerle bu eksikliği gidermeye çalışır. Bağımlılıkların bile ucu değerler eğitimine dayanıyor. Çocuk eğitiminde tesadüfe yer yoktur. Değerlerimizi planlı bir şekilde vermeli ve hayata geçirilmesine de önayak olmalıyız. Aynı zamanda onlara rol model olmaya çalışmalıyız. Annenin, babanın, öğretmenin, komşunun, akrabaların, abi ve ablanın da rol model olması lâzım.

 İlk çocuk gömleğin ilk düğmesidir.

İlk düğmeyi doğru iliklersek diğerleri de doğru iliklenir. İlk çocuğu diğer kardeşleri takip edecektir. Bu nedenle ilk çocuklarımıza eğitim verirken daha dikkatli olmalıyız. Çocuklarımıza değerli olduklarını hissettirmeliyiz çünkü, evinde değer görmeyen çocuk dışarıda arar.

           Allah-u Teala Maide suresinde mealen şöyle buyuruyor. “Ey iman edenler, siz kendinizi düzeltin, siz doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez.” Kendimizi düzeltmemizden bahsediyor Rabbimiz.

          Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav). “Kim haksızlıkla mal toplarsa Allah o malı tehlike ve afetlerle yok eder” buyuruyor Yine “En hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” (Tirmizî, 1992: Birr, 47) diyerek değerlerimize dikkati çekiyor.

          Hazreti Ali’den (r.a)de nasihatlerimizi alalım “Güzel ahlâk hayırlı bir yoldaştır, akıl hayırlı bir arkadaştır, edep ise hayırlı bir mirastır,” “Kötülerle arkadaşlık etmekten sakın çünkü ahlâk bulaşıcıdır. Allah’ı yücelt ve Allah’ın dostlarını sev,” “Her insanın kıymeti ahlâkının güzelliği kadardır,” bugün Hazreti Ali’den inciler saçıldı önümüze.

          Tabi milli ve manevi değerlerimizden de kısaca bahsetmek isterim.

 Vatanımız, marşımız, bayrağımız, kültürümüz birer değerdir ve tabii ki manevi değerlerimizle iç içedir. Biri olmaz ise diğeri de erozyona uğrar. Kur’an-ı Kerim değerdir, ibadetlerimiz değerdir, Allah-u Teâla, Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav) bizim için çok kıymetli değerimizdir. Bu değerlerimizi tek tek sistemli bir şekilde çocuklarımıza vermeliyiz.  Burada sosyal medya ve yayın organlarına da değinmek istiyorum, bazı yayınlar değerlerimizi yozlaştırmaya, yok etmeye çalışsa da her birimiz önce kendimizden sonra ailemizden başlayarak ve yakın sosyal çevremizden devam ederek aslımıza ve özümüze dönüş yolundaki çakıl taşlarını temizlemeliyiz. Eski insanların güzel ahlâk nehirleri çağıldıyordu ama bizim dönemimiz de o kadar kirletildi ki nehirler kurumaya yüz tuttu. Dizilerde bile kültürümüze zıt birçok mesaj bilinçli olarak veriliyor, mesela eve ayakkabıyla girmek geldi hemen aklıma. İslam kültür ve toplumunu ahlâkını bozarak yok etmek asıl amaçları. Bunları temizleyerek yeniden bizi biz yapan değerlerimize tutunmamız lâzım.

         Son söz olarak hayata yüklediğimiz anlamlar değerlerimizi doğru öğrenmek, anlamak ve yaşamak ile irtibatlıdır.

 Mutluluğu başkasına zarar vermeden, aksine onları da mutlu etmenin yollarını arayarak, küçük şeylerle dahi mutlu olmayı başarabilmekte bulmalıyız. Bize verilenlere razı olarak yaşadıklarımızın içindeki mutluluk sırlarını keşfedebilmeliyiz. Bilge insan olabilmek için daha hangi değerlere ihtiyacımız varsa onları kazanmaya çalışmalıyız. Son nefese geldiğimizde keşke yerine iyiki diyebilmeliyiz, pişmanlık ateşleriyle kıvranmak yerine huzur içinde ömür sürmeli ve huzur içinde gözlerimizi kapatabilmeliyiz. Ahirette Mevlâ’mızın huzuruna çıktığımızda da alnı ak mü’mine kullardan olabilmeliyiz.

          Değerler eğitimi ile ilgili kitaplar okumalı eksiklerimizi tamamlamalıyız. Değerlerimiz ile ilgili hikâyeleri okumanızı tavsiye ederim. Bu günlük bizden bu kadar…

Bakara Suresi 286. Ayet ile bitirelim “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir her kötülükte kendi aleyhine. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama. Ey Rabbimiz! En öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma ve bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen yüce Mevlâ’mızsın. Hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et Ya Rabbi.”

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü Nurhayat Başbuğ’a, ses kaydını yazıya hazırlayan sevgili Editörümüz Ayşe Sarıçiçek’e Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Allah hepinizden razı olsun. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

23.4..2021/ 

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

05
Şub
21

İLAHİ AŞKIN ESİNTİLERİNDE HUZUR DEMLERİ


ilahiaşk ile ilgili görsel sonucu

İLAHİ AŞKIN ESİNTİLERİNDE HUZUR DEMLERİ

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

 Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Hoş geldiniz, safa getirdiniz İlahi aşk Meclisimize… Bugün gönülleri ve canları davet ettik Aşk meclisimize… Gönül ki Allahü Zülcelalin evi, bedenin Kâbesi…

Kutsi hadiste Allah-u Teâlâ buyuruyor ki; “Ben yere göğe sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım’’.

 Kalp ki bir yumruk kadar küçük belki, manen ise uçsuz bucaksız bir umman gibi… Gönlün temizliğine özen göstermeliyiz. Şemseddin Sivasî Hazretleri(ks) bir beytinde gönülde Allah’tan başka ne varsa temizlenmeli diye işaret eder;

“Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak

Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan.”

Bir misafir gelmeden önce evlerimizi nasıl temizliyorsak, gönüllerimizi de dünyalık sevgilerden arındırmamız lazım ki, Hak aşkı hepimizin gönlünde tecelli eylesin inşallah. Yunus Emre ise gönlü mukaddes bir mekân olarak tanımlar. Gönül yapmanın çok büyük sevap olduğunu, gönül yıkanın ise kıldığı namazın bile kabul olmayacağını işaret eder;

“Bir gez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil

Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise

Bir gez hayr ettin ise, birine bindir az değil”

Gönüller sevgi ile dolmadıkça insanlık kemalâta eremez. Gönül bir kadeh, Allah-u Teâlâ’nın sevgisi ise şerbet gibi… Bu gönül kadehine ilahi aşkın şerbeti dolarsa eğer, aşka hasret gönüller şifa bulacak inşallahü Teâlâ…

“İyi biliniz ki Kalpler ancak Allah’ı anmakla zikretmekle huzur bulur.” Rad Suresi 13/28

İlahi aşkı hep duyuyoruz, bu aşk nedir? Nasıl ulaşılır?

İlahi aşk yüce Mevla’ya duyulan derin sevginin zuhurudur, menbağıdır. Kulun maddesel dünyaya ait varlıklara olan sevgisinin kaynağına dönerek, onları yaratan Allah’a hissettiği yüce bağlılıktır. Allah-u Teâlâ önce bize dünyalık sevgileri tattırır, sonra bu sevgileri terbiye etmeyi başarabilenler, Hak aşkının sırlarına ererler. Rabbim bu sırlara erenlerden eylesin inşallah. Ezelden ebede giden hepimizin bir yolculuğu var. Kullar bu yolculuklarında dünya durağına uğrarlar, bu istasyon da birçok sevgiyi tadarlar; kâh mecazi aşklar, kâh sanatlar, kâh eşyalar veya şan şöhreti sevdası… Allah-u Teâlâ bu sevgileri insana tattırır, nice aşk ve sevda sancılarıyla belki kıskançlıklarıyla da uğraşır durur kullar. Kimi ifrata girer, kimi tefrite girer.

Dünya kargaşa yeri, imtihan yeri… İnsan-ı kâmil olmak için kulların ‘Hamdım, piştim, yandım, Elhamdülillah’’ dedikleri yerdeyiz. Hüzün, karanlık, çaresizlik, dertler, yalnızlık, hırslar, dağınık kalpler… Kalplerin ritmi bozuldu, hızla koşuyoruz dinlenmeden ya da avare oturuyoruz nereye gideceğimizi unutmuşçasına… Kalplerin huzura ihtiyacı var. Evet, kalplerimizin huzura ihtiyacı vardı. Kalplerimizin huzurla dolması için bir şiirle gönlünüzü şenlendirmek istiyorum.

DÜMEN BENDE GİBİ AMA DEĞİL

Takdir edilen ezelden çizilmiş bir rota

Yüreğim de bir huzur hâkim inşirahta

Hissediyorum varacağım liman vuslatta

Ben bende gibi ama değil

İpuçları verilmiş lakin bir muammada

Çözülmesi güç kader sınavında

Bazen sendelesem de ilacım tefvizde

Aklım bende gibi ama değil

Ümidim Ebedi Sevgilimin İlah-i Aşkında

Bu zamana kadar bırakmadı hiç yarı yolda

Ona teslimim bundan önce ve sonrada

Kalbim bende gibi ama değil

Ne olaydı burada sana bilmediğim yolculukta

Her dem onunla olaydım, Gizli ve aşikarda

Sevgisine müptela Muhabbetine ram meşkte

Ruhum bende gibi ama değil.’

Ne vakit ki hayat rotamızı Kur’an ve Sünnet’ e çevirdik İlahi nura yolculuk başlamış demektir. Bu yolculuğun rehberi Hz. Muhammed (a.s.v)’dır. Onun varisleri âlimlerdir. Karanlıktan kurtulmak için güneşe perdeleri açmak gerekir. Gecenin umudu sabahın ilk ışıklarıdır. Kışın umudu ilkbaharın neşv-ü nemasıdır. Yaşayan Kur’an Hz. Muhammed (a.s.v)’ın ahlakını hayatımıza uygulayabilirsek, yavaş yavaş gönlümüzün güneşi de doğacak demektir.

Burada Peygamber Efendimiz’i (a.s.v) anmışken Mehmet Akif Ersoy’un onun için yazdığı bir şiiri eklemek istiyorum;

“Yâ Nebi. Şu halime bak

Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.

Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,

Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.

Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,

Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.

Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,

Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.

Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,

Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.

Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,

Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.

Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,

Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.

İradem olduğu gündür senin iradene râm,

Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.

Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,

Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.

Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,

Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?

Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir,

Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?

Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,

Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.

Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,

Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.

Nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah

Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh….

Hacca gidenler bu şiiri derinden hissetmişlerdir. Peygamber Efendimiz (a.s.v)’ ın aşkıyla hacca, umreye gidenler türbesine biraz daha yaklaşmak için çaba sarf ederler, fakat bir bakarlar ki büyük demirler vardır önünde, yasaktır demirden öteye geçmek… İşte o zaman;

‘Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,

Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.’

Diyen Mehmet Akif’in dizeleri aklına gelir. Efendimiz’ e daha çok yaklaşamadığı için yüreği yanan Mehmet Akif Ersoy…

 Bu ruhen yakınlığı bilmeyenler için biraz daha zor. O manevi yakınlığı tatmış olanlar istedikleri her an, gözlerini kapattıkları demlerde Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) buluşabilir. Bunun içinde tabi ki tasavvuf eğitiminden, manevi terbiyeden geçmek gerekir. Peygamberimiz ile gönül bağı kurmak zor değil. Salâvat-ı Şerife çektiğimiz, O’nu düşündüğümüz, O’nu hissettiğimiz, O’nun hadisini okuduğumuzda, O’na sevgimizi derinden hissettiğimiz anda Peygamber Efendimiz (a.s.v)’a ruhani bağımızı kurmuş oluyoruz. Allah’tan sonra en çok sevgiye layık olan, şüphesiz, Allah Resûlü’dür. Re­sû­lul­lah’ı en çok sevenlerin başında ise Sahabeler gelir.

Bu sevgi Re­sû­lul­lah’ın şu mübarek sözüne bağlılıklarının ifadesinden başka bir şey değildi:

Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.” Müslim, İman: 69.

Bu hakikat en güzel tezahürünü Sahabenin hayatında bulmuştu. Belki de bu­nun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer muhatap olmuştu. Bir gün Re­sû­lul­lah’ın: “Beni ne kadar seviyorsun?” sorusuyla karşılaştı. Cevabı ise, “Seni canım­dan başka her şeyden çok se­­viyorum!” oldu. Ama Re­sû­lul­lah en can alıcı nokta­ya dikkatini çekmiş, “Canından da çok sevmedikçe tam iman et­miş olamazsın, ya Ömer!” buyurmuştu. Re­sû­lul­lah’ı nasıl ve ne derece sevme­si ge­rektiğini öğ­renen Hz. Ömer de, “Canımdan da çok seviyorum yâ Re­sû­lal­lah!” diye cevap vermişti. Peygamberimiz de (a.s.m.), “Şimdi oldu, ya Ömer.” d­iyerek, onun şah­sında bütün Müslümanlara sevgiyi kullanmalarındaki ölçü­yü göstermişti.

Gönlün mahzenlerinde Peygamber sevdasının meşalesi tutuştuğunda, vakit namazları, kaza ve nafileler kılındığında, oruçlar nefsi terbiye ettiğinde, tesettür tüm mahremiyeti gizlediğinde, doyasıya iyilikler yapılıp, bol bol hayır duaları alındığında gönül kabına sığmaz olur. Buraya biraz dikkat kesilelim. İnsan önce her bir şeye tutunmaya çalışıyor, farklı sevgileri tadıyor, sonra darbeler yemeye başlıyor. Burası çile yurdu, burası imtihan yurdu… O gönül dağınıklıklarında bir bunalım, bir buhran baş gösteriyor ne yapacağını şaşırıyor kul…

 Gençlerimizde var bu, uyuşturucuya dalabiliyorlar,  kötü alışkanlıklar edinebiliyorlar.  Hanım kardeşlerimizde, beylerimizde de oluyor haramlara dalabiliyorlar. Kumara, içkiye, gaflete dalıp farklı sıkıntılara girebiliyorlar. Gönüllerini ferahlatmak için yanlış sevgilere de kayabiliyorlar. İşte burada o ruhani karanlıklardan kurtulabilmemiz için Peygamber efendimizin (s.a.v) manevi ışığına, manevi meşalesine, manevi ipine ihtiyacımız var. Artık nasıl tahayyül ederseniz… Peygamber efendimizi rol model almamız onun sancağı altında toplanmamız çok önemli, yoksa dünyaya milyarlarca insan gelmiş gitmiş, kaçının ismi kalmış, kaç kişinin hatırası kalmış. Öyle olur ki mezarlığa bile uğramaz olur en yakını, kardeşi, arkadaşları. Vefalı dostlar ise bırakmaz dostlarını kabirde dahi… İşte dünyada boş geçirmekten daha ziyade, hayırlı bir ömür geçirmek adına bir rehbere ihtiyacımız var.  Bizim rehberimiz ‘’Hz.Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi ve Sellem Efendimiz’’ dir. Efendimiz’ e kadar onun önünde de rehberlerimiz vardır; Kur’an hocamız, Mürşid-i Kâmiller, bize dini sevdiren, Allah’ı sevdiren dostlar olur. Bunlarda onun önünde ki kademe kademe basamak rehberlerdir. Peygamber Efendimiz’ e (sav) tutunan Allah’ın izniyle aydınlığa erişmiş demektir.

Peygamberimizin sevdası gönlüne yerleşenler; namazlarını, kaza namazlarını, ibadetlerini, oruçlarını eda ederler. Tesettürlerini hakkıyla yerine getiriler. Bol bol iyilik yapmayı, gönlü terbiye etmeyi hayatlarının bir parçası haline getiriler. Bütün bunların hepsini Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i şeriflerin rehberliğiyle yavaş yavaş ileriye götürürler inşallah. Sonra bir an gelir ki, Hakiki Sultan gönül sarayına tecelli eyler. Kalp öyledir ki bir yumruk kadardır, lakin o kalbin içinde gönül denilen bir âlem var. On sekiz bin alem oradan seyran edilir. Ne kadar nefsimizi terbiye edersek o kadar gönülde açılmalar yaşıyoruz yani buradan şunu anlıyoruz, bir terazi düşünün bir tarafta ruh var, diğer tarafta nefis. Eğer nefsi yükseltirsek ruh aşağı iniyor, daralıyor, sıkılıyor ve bunalım başlıyor. Nefsin yükselmesi, onun sevdiği şeyleri vererek olur. Uyku, eğlence, keyif… Kişi bunları gereğinden fazla nefsine verdiğinde nefsini çok şımartmıştır lakin ruhunu da gönül kafesine hapsetmiştir. Nefsine düşkün bir şekilde dünyada yaşıyordur. Ne zaman ki manevi eğitimler almaya başladı. Efendimiz’ in hadisleri, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, Allah dostları ve âlimlerin değerli eserlerinden dinini öğrenmeye, sohbetleri dinlemeye başladı. Nefsine terbiye vermeye ve ruhun gıdası olan ibadetleri yapmaya başladıkça, yavaş yavaş ruh kafesten çıkar ve özgürlüğüne kavuşmaya başlar. İnşirah hâsıl olur. Gönül genişliği nasip olur. Bu, nefsin yukarıda olduğu zaman dayanamadığı bir çift söze ve en ufak bir üzüntüye, sıkıntıya, ruhu yükseldikçe onları artık incelememeye başlar. Üzülmemeye başlar. Çünkü artık rotası değişmiştir, maneviyata doğru ilerliyordur. Dünyalık olayları gözünde çok büyütmez. Birçok sıkıntı,  zaten neyi gözümüzde büyüttüğümüzle, neyi gözümüzde küçülttüğümüzle alakalı… Gözümüzde büyüttüğümüz şeylere dikkat edelim.

Hakiki Sultan gönül sarayına tecelli eyler. Hakiki Sultan Cenâb-ı Hak’tır. Zahiren yapılan tüm ibadetlerin anlamı keşfedilir. Kul Peygamber Efendimizin yolundan giderek önce zahirini güzelleştirir. İbadetlerini, dış görünüşünü hakiki bir müslümana yaraşır hale getirir. Kademe kademedir bu birden olmaz, aceleyle olmaz. Bir çocuk doğar doğmaz nasıl ki hemen yürüyemiyorsa, imanla tanışan, müslümanlığı hakkıyla yaşamak isteyen insandan da birden hepsini bekleyemeyiz. Burada kademe kademe bir tekâmül süresi vardır. İşte önce zahirimizi düzeltmemiz gerekir. Daha sonra kul farzları kılar, nafilelerle de Allah’a yaklaşır. Demek ki ibadetlerimiz arttıkça önce Allah-u Teâlâ’ya borçlarımızı ödüyoruz, sonrada ona hediyeler sunmaya başlıyoruz. Nafile namazlar, sadakalar, yaptığımız hayır işleri hizmetler, aslında hepsi Allah-u Teâlâ’ya bizim hediyemizdir. Ve bunlarla birlikte de gönülde sevgi çoğalmaya başlar işte tam burada yaşam çemberimizin tam ortasına İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi mührünü yerleştirmemiz lazım.

Nedir? ‘’İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi

Allahım maksadım sensin, rızana eriştirecek olanda sensin’’ mührüdür.

Bir yandan yaşam koçluğu yaptığım için burada şunu söylemek istiyorum. Hepimizin hayatının bir çemberi var. Herkes bu hayatının tam çemberin ortasına hangi niyeti yerleştirdi? Yaptığı tüm çalışmaları, yaşam tarzını hangi niyet üzere düzenliyor. Sabah kalkmak için onu canlandıran yaşam enerjisinin kaynağı nedir? Okuduğumuz ilimleri ne için okuyoruz? Eşimizle evliliğimizi niçin yaptık? Çocuklarımızı niçin büyütüyoruz? Sağlığımıza niçin dikkat ediyoruz? Paramızı nerelere harcıyoruz? Kazancımızı nasıl kazanıyoruz? Eğlence şekillerimizi nasıl düzenliyoruz? Sosyal ilişkilerimizi akrabalık, dostluk, komşuluk ilişkilerimizi hangi niyet üzere devam ettiriyoruz? Yaptığımız el işini bile niçin yapıyoruz?  Yaptığımız ibadetleri niçin yapıyoruz?

Mahşer meydanında yaptığımız ibadetlerden sevap almak istiyorsak, Allah’ın rızasını istiyorsak, bu yoldaki niyetlerimizi de düzeltmemiz lazım, bu konuda bir Hadis-i Şerif-i yazıya eklemek istiyorum. Niyetin önemini vurgulamak ve desinler diye yapılanların ahirette kıymeti olmayacağına dikkat çekmek adına paylaşmakta yarar görüyorum.

Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Rasûlullah (asm) şöyle buyururken işittim:

“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kimseler (şu üç kişidir: görünürde şehid, alim, servetini Allah yolunda harcayan zengin. Bunlardan ilk önce:)

1) Şehit düşmüş kimse olup Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve nail olduğu nimetleri itiraf eder.

– Allah: “Peki bunca nimetlere karşı ne yaptın?” diye buyurur.

– Adam: “Ya Rab! Senin yolunda savaştım ve şehit düştüm.” deyince:

– Allah: “Hayır yalan söylüyorsun, sen, cesur desinler diye savaştın. Neticede bu söz de senin hakkında söylenmiştir.”

Sonra bu kişi verilen emir üzerine yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır.

2) Diğer bir adam ise ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimse olup o da Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder.

– Allah: “Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın?” diye buyurur.

– Adam: “İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum.”, cevabını verir.

– Allah da buyurur ki: “Yalan söyledin. Sen, ‘âlim’ desinler diye ilim öğrendin, ‘ne güzel okuyor’ desinler diye Kur’an okudun. Zaten bu sözler de senin için söylenmiştir.”

Sonra emredilir de yüzüstü cehenneme atılır.

3) Daha sonra Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkan verdiği bir kimse Allah’ın huzuruna getirilir. Allah verdiği nimetleri ona hatırlatır, o da onları itiraf eder. Bunun üzerine Allah:

“Peki ya sen bu nimetlere karşılık neler yaptın?” diye buyurur.

– Adam: “Senin rızanı kazanmak için sevdiğin yollarda harcadım.” deyince Allah kendisine: “Yalan söylüyorsun, halbuki sen bütün yaptıklarını, ‘Ne cömert adam.’ desinler diye infak ettin. Bu söz de senin hakkında gerçekten söylenmiştir.” buyurur ve ardından da Allah’ın emri üzerine bu kimse de yüzüstü cehenneme atılır.” (bk. Müslim, İmâret 152, hadis no: 1905; Tirmizî, Zühd 48, hadis no: 2383; Nesâî, Cihad 22)

Sırf niyetten kaybedenler var. Niyeti Allah rızası olanlar iki cihanda da kazananlardır.

Hayatımızın merkezine ‘’İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi’’ mührünü yerleştirdikten sonra artık ne oluyor, her ibadetimiz, evimizi süpürmemiz, yemek yapmamız, çoçuğumuzla ilgilenmemiz, bir arkadaşımızın hâlini hatırını sormamız bunların hepsi ibadet haline geliyor. Rabbimin rızasına daha çok yaklaşıyoruz. Yavaş yavaş o ilahı aşk gönlümüze gelmeye başladığında artık her şeyin tadı değişmeye başlıyor.

Kul hayatının merkezine rızayı yerleştirirse ‘’RIZA’’ diye mühür atın oraya, her an artık Allah’ın rızası için yaşar.  Allah adı aşk iksiridir. İlahi aşkın iksirini içen kulun tüm imtihanları selamete erer. Ölmeden evvel ölümü tatmış yeniden aşk ile dirilmiştir. Bu cümlenin altını çizmek istiyorum.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in  “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz. (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29.)

Hadisi şerifi vardır Efendimizin aslında burada söylemek istediği olay nefsin seni esir almasından kurtulmaktır. Ölmeden evvel ölmek budur. Hayatımızın merkezinden nefsi kaldırıp rızayı yerleştirmektir.

Öyle anlar vardır ki’’ bu başımıza niye geldi?’’ deriz. İşte aslında burada Allah-u Teâlâ bizim sınırlarımızı zorlar, o sınırlar bizim yeniden kabuklarımızı kırmamızı, yeniden hayatımıza taze bir rota oluşturmamız içindir. Yaşadığınız sıkıntıları sevin, yaşadığınız sıkıntılarda Allah’ın sizden dilediği çok güzel bir muradı var. Allah-u Teâlâ sevdiği kulunu kendine çekmek ister, bu şekilde düşünün. Dünyada her nimet elinizde, hiçbir maddi sıkıntınız yok. Rahatsınız üzüntü, keder, dert bunların hiçbiri yok.  Allah demek acaba kaç kişinin aklına gelir? Nerde dertli vardır, nerde hasta vardır, nerde sıkıntılı vardır, orda Allahü Teala ile bağlantı çok fazladır.

‘’İzin ver aksın gönlüne, ilahi aşkın şelalesi, kana kana iç,

gönül seyre doysun, yaraların iyileşsin, sür aşk merhemini Cenabı Allah’ın.

Sen iyileş ki, tabip olasın hasta gönüllere, Sür bu merhemden,

bi çare gönlü, deva-i hasret kalan kullara’’

Yunus Emre ne güzel söylüyor;

“Ben gelmedim dava için benim işim sevi için

Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.”

İyilik ile kötülüğün savaşı kıyamete kadar devam edecek sen iyiliğin aydınlığın tarafında ol ki karanlıklar zayıf kalsın. Dünyayı gözümüzün önüne getirelim ve tefekkür edelim. Dünyanın bir tarafını iyilikler(beyaz), bir tarafını kötülükler (siyah) olarak düşünelim hangisi daha çok çalışırsa dünya o renge bürünür. İyiler çok çalışırsa aydınlığa, kötüler çok çalışırsa dünyayı karanlığa boğar. Biz önce şuna karar vermemiz lazım ben hangi taraftayım? iyiliğin tarafında mı, kötülüğün tarafında mıyım?

 İlahi aşkın sonsuz deryalarında yüzen kimseye ölüm yoktur. Kalbimizin derinliklerinde ilahi aşkın zerreleri var. O muhabbet zerrelerinin açılması için ümmeti Muhammed’in çaba ve gayret sarfetmesi lazım. Madde âleminin hapsinden kurtulup melekût âleminin, sonsuz ufuklarına yelken açmaları lazım…

Bu dünyaya geliş geliş gayemiz İnsan-ı Kâmil olmak sadece hayatı kontrol etmemiz lazım. İnsan-ı Kâmiller (olgun insan); Nefsi Emmare’yi yenmiş, nefsi Safiye’ye ulaşmış, halkın arasında geri dönmüş ve bütün insanlara faydalı olmaya çalışan, hizmet ehli insanlar, Mürşidi kâmiller, Allah dostları, büyük âlimlerdir.

Dünyalık her şeyimiz ya var olmasaydı? Ekmekler çöpe gider miydi? Sık sık eşyalar değişir miydi? Misafirsiz lüks evler olur muydu? Evler son derece dekorlu lakin içlerinde eşlerin sevgisi, evlatların sevgisi, komşuların sevgisi, hayvanatın sevgisi bunlarda büyük bir açlık çekiyoruz. Bu devirde en çok ihtiyaç olan şey sevgi… Artık insanlar dostluk kuramıyorlar, birbirlerine yaklaşamıyorlar, ziyarete gidemiyorlar. Çok sıkıntı var, seviniz, sevdiriniz. Sevgisiz iman tatsız yemek gibidir.

Allahü Zül Celali sevmeliyiz. Muhabbet parayla alıp satın alınmaz, gönüller yaparak kazanılır.

NEYDİ HUZUR?

Dünya bir kargaşa yeri, bunu anladık. Bu kargaşadan huzura nasıl geçebiliriz? Çok mükemmel dört dörtlük yaşam tarzı kimse beklemesin. Çünkü imtihan dünyasındayız. Birisi bitecek birisi başlayacak. Yalnız bu imtihanların arasında huzuru nasıl yakalayabiliriz? Gün içinde kalbimizin ritmini nasıl düzenleyebiliriz? Çünkü kalp bazen çok hızlı atıyor stres halinde oluyoruz. Huzursuz bacak sendromu yaşayanlar, mide şişkinliği yaşayanlar buna en güzel örnekler… Çok atalet olur bazen de yataktan kalkacak halimiz olmaz, güne başlamak istemeyiz.

 Tam bu noktada huzur neydi?

Huzur kişinin bulunduğu anda olmasıydı, o anda olup o anı yaşamak ve o anı hissetmekti. Geçmişe çok takılan depresyona girer. Geleceğe çok takılan kaygıya düşer ne olacak? Nasıl olacak? Ne yapacağım? Farkındaysanız birisi geçmiş, birisi gelecek, arada olan şey şu AN’dır. ‘Şu an ben neredeyim?  Namazını kılıyorsan o anda şunu demeliyiz’’ şu an ben namazdayım? Bedenim namazda ama ruhum nerede? Yemeğimi pişiriyorsam eğer, o ana odaklanmalıyım. Yemeğimi dualarla pişirmeliyim. Bir dostumla sohbet ediyorsam o an aklım başka şeylerde olmamalı ki o anın tadını çıkarayım. İşte, kişinin bulunduğu anda olması, huzurun başlangıcı, gönül rahatlığı ve dinginlik. Huzurun bir diğer anlamı…

Yaptığımız her işte, pişirdiğimiz her yemekte, evladımızla yaptığımız her sohbette, dostumuzla yaptığımız her muhabbette, bir kelebeği seyrederken, bir mumun yanışını izlerken, bir gülü seyrederken, astığımız çamaşırda, boyadığımız duvarda kendini seyretmekti belki de huzur…

Dünyada bir sürü sanat var. Terzi kıyafeti dikerken aslında bir insanın nasıl terbiye edildiğini seyreder. O kumaşı alıp biçmek, dikmek, temizlemek ve bir insana giydirmek aslında bir insanın terbiye surecini anlatır. bir yemeği pişirmekte aynı şekildedir. Örneğin; fasulyeyi bir insan gibi düşünürseniz, tencereden ağza, mideye iniş ve en son kana karışıp o insanla beraber ibadet etmesi vardır fasulyenin… Aslında fasulyede bir insanın pişme surecini anlatır bize…

Derdimiz artık dünyalık biriktirmek olmamalı, insanlık sırrını kemalât yolunu ezel ve ebedin gizemlerini araştırmalıyız.

Genelde, ergenlik döneminde ki gençlerimiz aynanın karşısına geçer ve ‘’Biz bu dünyaya niye geldik? Bu soruyu çok sorarlar. Aslında bu soru çok kıymetli bir sorudur. Aileler, evlatlarını ergenliğe kadar manevi olarak güzel ve kaliteli beslemişse bu soru o genci hayra yönlendirir. Gerekli ruhsal eğitim zamanında verilmediyse, gencin yönelimleri tehlikeli olabilir. Bu sebepten ergenlik yaşından önce sağlam dini inançlar gençlere mutlaka aşılanmalıdır.

 ‘’Ben kimim’’ sorusunun arkasında yeni bir başlangıç başlar, ezel ve ebedin gizemlerini merak etmeye başlar, dünya sadece bir istasyon olduğunu, yolculuğunun devam ettiğini ve hakikatin güneşine erişmek için araştırmaya ve mücadele faslına başlar inşallah…

‘’Ben seni istiyorum Allahım’’ demeye başlamak çok önemli

‘’Cennet Cennet dedikleri üç beş köşkle birkaç huri

İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni ‘ diyen Yunus Emre bize burada da merhaba diyor.

‘’Sen Sultansın ben kulunum ya rab

Sen Gülsün ben bülbülünüm ya rab

Hükmün bütün âleme yeter

Neyim var ki senden başka’’

İlahisi de  bu aşk ile yazılan çok sevdiğim ilahilerden biridir.

Birçok insan bütün dünyada seyahat içinde dolaşır, o ülkeye gider, bu şehre gider, hep gezip dolaşıp dünyayı keşfetmeye çalışır. Bazı tasavvuf erbabı da gönlün içinde seyahat ederler. Gönlün derinliklerine girmeye, İlahi aşkın sırlarına, rıza makamına, tefvize, tevekküle, Allah yolunda hizmete, sadak-i cariyeleri ( öldükten sonra amel defterimizi sağdan almamıza vesile olacak hayırlı sadakaları )nasıl bu dünyada hazırlayabilirimin, derdine düşerler.

Aşk yoksa namaz ruhsuzdur

Aşk yoksa yemek tatsızdır.

Aşk yoksa meclis feyizsizdir.

Aşk yoksa çocuk neşesizdir

Aşk yoksa evlilikler, soğuk-robotvaridir

Aşk yoksa sanatlar devamsızdır

Aşk yoksa secdeler açılmayan kapılardır

Aşk yoksa hac turizmdir, seyahattir

Aşk yoksa mesafeler çoktur

Aşk yoksa ruhlar uzak birbirinden uzaktır

Aşk yoksa Ümmet Peygambersizdir

Aşk yoksa İstanbul ilimsizdir

Aşk yoksa türbeler garip, ziyaretsizdir

Aşk yoksa yollar zikirsiz, korna gürültüleri doludur

Aşk yoksa Eyüp Sultan tanınmaz

Aşk yoksa Aziz Mahmut Hüdayi’ nin kalbiyle ısıttığı su anlaşılma

Aşk yoksa Merkez Efendi’nin merkezi bilinmez

Aşk yoksa şehidin kurbanlığı anlaşılmaz

Aşk yoksa gelinlerin kınası bilinmez

Aşk yoksa Kurban bayramının hakikati nereden bilinir

Aşk… Ah… Aşk

Aşk yoksa kelebek neden ateşe atlar bilinmez

Aşk yoksa bedenen kavuşamayan canların rabıtası nerden bilinir

Aşk yoksa dört mevsimin hikmeti nasıl bilinir

Aşk yoksa kabz ve bast halleri nasıl çözülür

Aşk yoksa hasret ve vuslatın sırları nasıl çözülsün

Kerem ile Aslı’nın, Leyla ile Mecnun’un neden kavuşamadığı, Leyla’dan Mevla’ya geçmenin tadı nasıl bilinsin. Fenafillâha ermeyi, gönül haccını tadmayı, Bekabillah’ ta hizmet aşkıyla tutuşup, Ebedi Sevgili’ ye lekesiz, kusursuz, en nadide nakışlar ile en güzel çeyizleri (salih amelleri) hazırlamayı nerden bilsin aşksız insan…

Ölümün bu kadar güzel oluşunu, sevgiliye kavuşmanın heyecanını, Kur’an’ın kölesi olmayı, Hz. Muhammed (a.s)’ın yolunun tozu olmayı, Ezanların buluşma davetiyesi oluşları, sıcacık yataklardan o eşsiz davet ile sevgilinin evine toplanıp, manevi ikramları ve aşk ile nasiplenmenin güzelliğini nereden bilsin aşksız insan…

İlahi aşk ile huzura erdik. Kâmil insana mutlak sevgi ikramdır. Çektiği ahların mükâfatıdır. Âşık maşuğu ile buluşur. Damla deryada yok olur. Yüzünde güller açar. Gönül sarayı ağyardan(yabancıdan) temizlenir. Açılan dua ellerine damla damla nurdan feyiz yağar. Saatin tiktakları aşk aşk diye atar. Kuşlar nağmelerini aşk aşk diye öter.

Allahım aç kapılarını. Allahım aşk kapılarını Aç… Bizleri ilahi aşkın ile canlandır yeniden. Yeni Fetihler nasip et. İlahi aşkın ile dolsun cümle âlem…

Gönlümüzü ağyardan kargaşadan kurtaralım. Biraz kanaat ehli olalım, biraz verilene razı olalım ve inşallah ilahiaşka açalım kalbimizin kapılarını, maneviyata açalım. Namazımızı kılarken aşk ile kılalım. Kur’an’ımızı okurken aşk ile okuyalım.

Yüreğimiz her nerede daraldı ise, gönlümüzde Allahü Tealanın aşkını hissederek, dilimizde O’nun adını zikrederek, bulunduğumuz anı tefekkür ederek, şu an bu demde hikmeti ilahiler neler ola diyelim. İlahi Aşkın esintilerinde huzur demlerini hissedelim. İnşallah bir nebze gönüllere faydalı olabildiysek ne mutlu bize…

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Rana Tatlıpınar’a ve ses kaydını yazıya hazırlayan: Hatice Şahin’e ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin.

Saygı ve Hürmetlerimizle

15.1.2021

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

23
Kas
18

İnsanın Ahlak ve Maneviyat Hırkası


İnsanın Ahlak ve Maneviyat Hırkası

Mihrican Ulupınar

Eğitimci /Sosyolog /P. Yaşam Koçu

İnsan en zor bilmece; dünyaya imtihan için gönderilen, iyi ile kötü tahterevallisinde dengeyi bulmaya çalışan, kâh eşref-i mahlûkat zirvesine ulaşan, kâh esfel-i safiline yuvarlanan bir gizemli canlı…

İnsanın bu meşakkatli yolculukta istikametten ayrılmamak için kendini tanımaya ihtiyacı var. Nasıl ki her makinenin bir mühendisi, her sanatın bir sanisi var ise insanında bir yaratıcısı var. Yüce Hak Teâlâ (C.C.) kuluna bu meşakkatli ve sırlı yolculuğunun çözülmesini din ilmi ile kolaylaştırmıştır.

İnsan aklıyla, kalbiyle, bedeniyle ve ruhuyla bir bütündür. Mükemmel bir varlıktır. Allahü Teâlâ tarafından yaratılmış olan  bu varlık yeryüzündeki  canlıların da en üstün olanıdır.

Kâinatın insanda mikro kozmos olarak dürüldüğü aşikârdır. Anatomi ile Astronomi zerreden kürreyi anlatır. Aslı toprak, gıdası toprak olan insan, cennete giden yolu ruhun ilmiyle, vahiy yolunun ışığıyla yakalayacaktır. Tertemiz fıtratındaki nice safiyane duygular Kur’an ve Sünnetin rehberliğinde zuhura çıkacaktır. Maneviyatlı ve güzel ahlaklı bir yaşam ile kendini geliştiren canlar, toplumun imarına faydalı bireyler olarak vazifelerde yer alacaktır. İnsan için din tek başına yeterli gelmez. Ahlak ile zenginleştiğinde, maneviyat ile beslendiğinde, kemalat ve olgunluk kisvesini sırtına geçirip tevhidin zirvelerinde yetmiş iki millete hayrı dokunur. Bu hırka sırtında oldukça elinden ve dilinden kimse zarar görmez. Nice hayır duaları içinde ismi yâd edilir.

Terbiye beşikten mezara değin sürer. ‘’Şayet ahlak eğitimi gerekli olmasaydı, niye indi 124.000 Peygamber (A.S) ve Kutsal kitaplar?’’ diye bir soru sormak icap eder.  ‘’Ben böyleyim değişemem’’ diyenler kendi kişisel gelişimlerini yaşayamamış pişmanlıklarla dolu bir ömür sürmeye namzet adaylardır. Ömrün sonuna dek öğreneceği yüzlerce ilim, irfan ve amel sandığına eklenecek nice salih ibadetleri olacaktır.

Din ilmi, ahlak ile bütünleştiğinde erdemli insanlar yeryüzüne ışıklarını yayarlar.

Peygamber Efendimiz H.z. Muhammed Mustafa (sav) “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (bk. Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381)buyuruyor. Bu kıymetli hadisi şerife binaen Her insanda iyi ve kötü ahlak tohumları mevcuttur. Bir bahçıvan misali hangi bahçeye güzel bakım yaparsak o gelişecek güzelleşecektir. Bir madenci gibi maneviyat bahçemizde nice keşfedilmemiş madenler vardır. Cimriyim diyen cömert,  gaddarım diyen merhametli, tembel olan çalışkan, kibirli olan tevazuya, yalan söyleyen doğru söze alışabilir. İffet ve namus, edep ve terbiye,  zarafet ve letafet, cesaret ve şecaat timsali olabilir.

Toplumda yeterli olsa idi sadece teknik bilgiler, çoğalır mıydı bunca kötülük, organ mafyaları, katiller, hırsızlar, rüşvet, faiz, fuhuş, zulüm ve haksızlıklar?

Rahatlık bu kadar çoğalmışken niye yıkılır yuvalar, terk edilir bebeler, şiddet görür kadınlar?

Yüksek okul mezunu kişiler bile şiddetin, zulmün içinde yer alıyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir.

Nice yükselse mevki makam şöhrete erse de akıl

Kibir zincirlerleri uzak eyler seni tüm dostlardan

Bu derdin devası nedir der isen ey biçare akıl

Nefsi terbiye eyle gir gönüle nasiplen dualardan

Maneviyat derinliği sarmazsa ruhu ve kalbi, ne sabır anlaşılır, ne tevekkül, ne teslimiyet, ne rıza, ne de aşkın gizemleri…

Hayatın merkezine Allahın rızası yerleşirse ihlâs, içtenlik, samimiyet, bir gergefte nakış misali zuhur eder tüm yaşam dilimlerine… Yapılan her amelde içsel derinlikler hissedilir.

Huşu ile kılınan namazlar, açlığın sırrını anlayarak tutulan oruçlar, fakiri incitmeyen sadakalar, simgelerin ardında derinliği yaşanan haclar. Ayetin anlamı bozulmadan takılan tesettürler, anne baba eş evlat hakkı gözetilen evlilikler, misafirlerin gönlü hoş tutulan evler, gönlü sevgiyle dolu hak hukuk bilincinde komşuluklar,  kalp kırmadan hastaya hizmet, vakıf derneklerde hizmetlerde koşturan gönül ehli görevliler ve unutulmayan dostlar, başı okşanan yetimler, hizmetine koşulan yaşlılar, burs verilerek okutulan talebeler, bir sanata binbir mana sığdıran sanatkârlar, maddiyatı olmayıp evlenemeyen gençleri evlendiren yüce gönüllü insanlar ve dahi niceleri…

Helal haram ölçülerine dikkat etmeli… Her vakit Allah korkusu ve Allah sevgisi terazinin ibresini dengelemeli.

Tek aklım yeter,  tek din bana yeter, tek ahlakım yeter -kalbim temiz diyen, tek ilim -teknoloji yeter, diyende yanılır.

İnsan erdemli, ahlaklı, vasıflı, kültürlü, ince ruhlu, maneviyatlı, çalışkan, hizmetli, hürmetli, topluma faydalı bireyler olmak ile şeref kazanır.

Aynaya bakmalı ve sormalı her gün

‘’Bugün kaç gönüle dokundum?’’

‘’Bugün dünümden daha mı ilerdeyim?’’

‘’Yolculuğum esfelin bataklığına mı? Eşrefin zirvesine mi?’’

‘’Niyetlerim düzgün mü? Attığım adımların bilincinde miyim, nefsim için mi? Allah için mi koşturuyorum? ‘’

İlahiaşk gönlünüzün yakıtı olsun.

Hizmetleriniz baki olsun.

Mevlam yar ve yardımcınız olsun.

Saygı ve Hürmetlerimle

10
Oca
18

Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…


Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…

bezmi elestten cemalullaha ile ilgili görsel sonucu

Hayat; yaşam döngüsü içinde zıtlıkları barındıran bir o kadarda o zıtlıklarla ahenk içinde birbirini tamamlayan değirmen misali bir döngüyü içinde barındırır.

 Bu döngünün merkezinde İnsan, sonsuzluk deryası olan varlık âlemi içinde ruhuyla, cesediyle, aklıyla, kalbiyle Allah’ın {C.C}“Ahsen-i takvim” üzere yaratmış olduğu yeryüzünün halifesi ve ilahi emanetin teslim edildiği  “Ne gökler ne de yer beni içine alamadı. Fakat mü’min kulumun kalbine yerleştim.”(1) sırrına sahip bir sanat eseridir.

Eşrefi mahlûkat olarak dünyaya gönderilen insan, Bezm-i elestten Cemalullaha uzanan sonsuzluk seyrinde defalarca varlık ve yokluk kavramlarıyla karşılaşır. Bu döngü içinde dolaşıp durur. Ruhlar âleminden anne rahmine ve nihayetinde dünyaya doğumu ile varlığı, vefatı sebebiyle kabir âleminde ise yokluğu tadar. Mahşer meydanında yeniden varlığı tadarak defaatle sonsuzluk âleminde gelgitlerde kulaç atar.

Kimileri bu yolculuklarını kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (sav)  ikazlarıyla gaflet bataklığında geçirmez. İman ile farkındalığını kazanır.  Aklını, kalbini, ruhunu feyzi ilahi ile şereflendirir. Allah’ın{C.C} halifesi olduğunun şuurunda olarak duygu ve düşüncelerinde iç görü kazanır. Ruhunun liderliğinde, aklının vezirliğinde, kalbinin süveyda derununda ilahi aşkın zirvesinde, azalarını da asker bilinciyle istikamete yönlendirerek ebedi saadet müjdesine nail olur.

Kimileri de bu ikaz ve uyarıları dinlemeyerek, ruhlar meclisinde Allah’a{C.C}  verdiği sözü unutarak hayatına devam eder. Gafletle hayatına devam edenlerde isyanın eserlerini görürüz. İman eksikliği ve akli melekelerini yeterince kullanmaması onu isyan bataklığının içinde tutar. İman ve Salih amel yokluğu içsel fırtınalarının da kaynağıdır.

Asıl ölüm ve dirilişi nefsinin terbiyesinde yaşar. Nefsinin isyanından kurtulabilirse hidayete erer. Yaşadığı tüm hastalık, musibet, sıkıntı ve imtihanlar ile acziyetini, güçsüzlüğünü hisseder. İlahi rahmete muhtaç oluşunu idrak eder. Allah’ın{C.C}  dergâhına sığınır.  Bu minval üzere acz ve fakr İlâhî rahmete birer vesiledir. Zengin olsa da Allah’a{C.C} muhtaçlığını, hiçbirini yaratmaya muktedir olmadığını görür. İnsan hem azalarına ve hem de havaya, suya, güneşe, aklına, gözüne, hafızasına, sevgiye, ilme, sese ve nicelerine ihtiyaç içersindedir. Velhasıl-ı kelam acziyetiyle Mevlaya muhtaçlığı daimidir. Bu hissiyatı kalbi derununda hissettiğinde O’na yönelir, O’na sığınır, O’ndan medet bekler. Nefsini terbiye sanatını ve ilmini bilmeyen had bilmezler, Karun ve Firavun gibi malikiyet davasında bulunur. Başarılarını kendisinden bilirler. Vaktinde tevbe etmeyenlerin sonları elim bir azab iledir. Bunu ergeç öğreneceklerdir. Hâlbuki tüm meziyetler Allah’ın{C.C}  inayetiyledir.

Nefsini az konuşma, az uyuma, az içmek ve zikir, tefekkür, uzlet, hizmet ile terbiyeye muktedir olan İnsan, zühd sahibi olur, aza kanaat eder. Dünyaya ve maddî menfaate değer vermez. “Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzülmemek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır”zahid olmak… Dünyayı tamamıyla terk etmek değil, lezzet veren şeyleri azaltmaktır. Dalmamaktır. Dünyaya esaret içinde olmamaktır. Allah  {C.C} elbet kulları için çeşit çeşit nimetler yaratmış envai hazinelerle donatmıştır. Müslüman bunlardan helal yollar ile istifade edecek, harama meyletmeyecek, israf etmeyecek ve kalbini bağlamayacaktır. Dünyayı ahiretine hizmetçi edecektir. Zühd sahibi, dünyaya fren yaptıkça yeter dedikçe ruhsal yönden güçlenmeye başlar. Allahü Teâlâ{C.C}  ile murakabeyi bozacak her şeyi terk edenlere Arif-i billâh denilir. Fenafillâhta hiçlik makamına erişir. Nefsini terbiye metotlarından geçerek ‘’Ölmeden evvel ölüm’’ sırrına erişir.  Ruhunu bedenine sultan eyleyerek Fenâfillah, tefâni sırrı da denilen, “ölmeden önce ölmüş gibi olup” yokluk sırrına ererek, Allah’ın {C.C} varlığında yok olmuş, erimiş olacaktır. Her daim Allah’a {C.C}  ihtiyacı olduğunu, bütün şifaların ondan geldiğini hissederek, Allah yolunda fenafillâh makamına doğru yolculuğuna devam eder. Tasavvuf inancına göre, evrende Allah’ın {C.C} varlığından başka gerçek varlık yoktur. Varlıklar onu gösteren birer aynadan ibarettir.

Aşk yolunun yolcusu Yunus; “Beni bende deme, bende değilem, bir ben vardır bende benden içerü!” diyerek benlikten geçerek “hâkiki benliğine” kavuştuğunu söylüyor.  Nefsini eritip İlahi Nur kaynağına ulaştığının sırlarını şiirlerinin satır aralarına gizliyor.

Hz.Mevlânâ: “Hamdım, piştim, yandım!” beyanıyla açıkladığı ömrünü, aklın son noktasında ilmin acziyetini yaşadığı ve kalbinin zaferiyle ilahi aşkın, varlık yokluk sırrının, idrakini bize hissettirir.  Kendisi yokluğu tadar, aslında orada var olanı seyreder. Kâinatın sahibinin Mü’min Sûresi 16. Ayetinde buyurduğu “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir?” sırrına muhatap olarak Hak Teala olduğunu görür..

İnsan daha önce ‘’ben ben derken, meğer ben sadece O’nun tecellisine bir ayna imişim’’ düşüncesiyle haddini bilmeyi öğrenir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir”

Bu bab da Hiçlik kavramı karşımıza çıkar. Hiçliğe erişen sufiler benlikten bizliğe yelken açmış olurlar. Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için yükseliyorlar.”[2]

“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir, aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[3]

Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

‘’İlim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin /Ya nice okumaktır’’ demiş Yunus Emre derin tefekkür edilesi bir dörtlük…

Bekabillah Tevhid makamıdır. Sırrı ile de küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka misali tekrar dirilişi yaşar. Fecr suresinin muştularını dünyada iken hissetmeye başlar.

27-28. Ey (Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. [krş. 98/8]

29-30. Haydi (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.)(4)

Bu dirilişle artık tüm ömrünü “ilahî ente maksudî ve rizake matlubî” Mihenk sırrıyla insanlığa ve tüm mahlûkata hizmet ile geçirmeye çalışır.

Allah (Cellecelalühü) “Ben bir kenz-î mahfî (gizli hazine) idim. Görünmek için bu âlemleri yarattım.”([5]). Buyurmuştur.  Her şey o”na nispetle, bir tecellî içerisindedir. Yüce Allah”ın (Cellecelalühü) “Lizatihi, bizatihi”([6])  tecellîsi mevzû-i bahistir. Evvelâ her şey O”nun Mutlak Zat varlığının bir tecellîsi, kendisi ile yine kendisine tecellîsinin birer  tezâhüründen ibarettir. Yine bir Kutsî Hadis”de: “Ben insanın en büyük sırrıyım ve insan benim en büyük sırrım.”([7])  Buyurulmuştur.

Cüneydî Bağdadî Hazretleri: “Allah”ın (Cellecelalühü) seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesi”([8])

Hakk’ul-yakîn bilgisi (hakîkate kavuşmak) bekâ-billâh makamında hâsıl olur. (9)

Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzûrun, yâni her an Allahü teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün değildir. (10)

Tasavvufta fenâ ve bekâ’dan ilk bahs eden Ebû Saîd-i Harrâz’dır.

Tüm işlerinde Allaha tevekkül eder. Kendi gücü nisbetinde her şeyi yaptıktan sonra tevekkül boyutuna geçer. İşlerini Allaha ısmarlar. Tevekkül kavramı, Allah’a güvenmek, dünyaya ve âhirete ait maksatlara ulaşmak için gereken bütün tedbirleri aldıktan ve sebeplere tam riayet ettikten sonra, neticeyi Allah’tan beklemek ve tesiri O’ndan bilmektir.
Tefviz kavramı ve tevekkül yakın mânâ taşırlar. “Tevekkül tefvîzin bir koludur.” , “Tefvîz, tevekkülün en ileri şeklidir.” denilmiştir. Ve kalbin manevi şifa iksirlerinden biridir. İbrahim Hakkı Hazretleri, “Tefvîznâme” meşhur şiiriyle bizlere manevi iksirden doya doya ikram eder.

  “Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler,”

“Tertib-i mukaddematta tefvîz tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür.” (11)

Buna göre, bir işin meydana gelmesi için birtakım ön çalışmalar gerekiyorsa, bunlar yapılmadan tefvîz yoluna girmek tembelliktir. Gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek ise tevekküldür. Sabır artık onun şiarıdır. Tahammülünün tüm sınırlarını zorlar Gücü yettiği kadar aklını kalbini ruhunu bedenini kullanır. Hatta gücünün üzerinde işlerde dahi sınırlarını zorlar. Bilirki“La havle velâ kuvvete illa billâh” sırrıyla..bütün güç ve kuvveti Allahtan geldiğini idrak eder Ondan gelen her şeye razı olur. Rıza makamını yaşar. İnsanı kâmil olarak ömrünü tamamlar. Bu yokluk âlemine seçilerek gelişi veda ederken de işe yaramaz, değersiz, esfeli safiline düşmüş bir sonla değil… İnsanı kâmil mertebesini kazanmış bir Hak aşığı, bir Hak dostu olarak, aklına Marifetullahı, kalbine de Muhabbetullahı nakş ederek Cemalulah yolcuları arasına ismini kaydettirir.

‘’Âşk geldi damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu.

Bedenimin bütün cüz’lerini sevgili kapladı.

Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o…’’(12)

Dipnotlar:

1-Acluni, Keşfü’l-Hafa, II, 195.

(2) Attâr, Tezkire, s. 622.

(3) Attâr, Tezkire, s. 629.

(4)Feyzül Furkan Hasan Tahsin Feyizli

(5) Necip Fazıl Kısakürek, Age, s. 167

(6)Necip Fazıl Kısakürek, Age s.177

(7) Necip Fazıl Kısakürek, Age s.108

(8) Molla Câmî

(9) Ahmed Fârûkî

(10) İmâm-ı Rabbânî

(11). Mektûbat

(11) Hz Mevlâna:

(12). Mevlana

Sosyolog/ Eğitimci/ Yazar

Mihrican Ulupınar

18
Ara
17

Kabuk ve Öz misali…


müslüman-e1452932922580

Mihrican ULUPINAR

Eğitimci / Sosyolog /P. Yaşam Koçu

Müslümanlık geniş kapsamlı bir konudur. Kuran ve Sünnete uygunluk esasında hayatın her alanına mühür vurur. Eğitim, kariyer, aile, çocuk eğitimi, ev düzeni, yaşama sanatı, sağlık, kişisel bakım, finans, aşk, sosyal çevre, insani ilişkiler, siyaset, sanat, dinlenme, eğlence, ruhsal dünya, vs… örnekler çoğaltılabilir.
Bu vechile bakıldığında İslam bir devlet sistemi ve yönetim sanatıdır. Birey önce kendisini, Ezelden Ebede süren hayat yolculuğunda, dünya ve ahiret dengesinde ‘’İnsani Kâmil’’ mertebesine yükseltmelidir. Aşağıdaki hadisi şerifi düstur edinerek, psikolojik ve sosyolojik gelişimlerini dikkatli düzenlemelidir.
“Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201)

Bu imtihan yurdunda her daim kemalata doğru adım atmalı, vefat anında ulaşabildiği en zirve noktayı yakalayabilmelidir. Diploması o vakit tescillenecektir. Değişim ve gelişimi; ilmen, fikren, ruhen ve kalben devam etmeli ve kişisel hayat planı her yönden zengin bir içerikle dolu olmalıdır. Attığı her adımın, verilen her nimetin sorgu ve sualinin sorulacağı bilincinde basiret ve ferasetini kullanarak, tefekkür zenginliği ile ömrünün nefeslerini kullanabilmelidir. İç mihenk ölçüsü ‘’ilahi ente maksudi ve rızake matlubi’’ dönüşleriyle devam etmelidir.
Sonrasında ailesini ve evlatlarını da, İslam’ın ve çağımızın güncelliğinde, rızayı Bari’ye uygun kaliteye getirebilmelidir.

Sosyal çevresini, akraba ilişkilerini, komşuluk, dost, arkadaş çevresini de seçerken ölçüsünü iyi ayarlamalıdır. Ülkesini ilgilendiren her konuda da bilinçli olmak durumundadır. Siyasetten uzak duran bir Müslüman sömürge ile yönetilmeye aday demektir. Neme lazım diyemez, nerede bir tasallut, tecavüz, zulüm olursa karşısında dik durmasını ve adalet ile hareket etmesini bilmelidir. Velev ki zulmeden en yakınları bile olsa…
İslam içinde olup birçok konuda ifrata tefrite kayanlar olduğu gibi muhafazakârlık içinde de aynı tehlikeler söz konusudur. Belli kalıplar içine sıkışır. İslam içinde olduğunu iddia eden Kur’an bana yeter deyip, hadisleri, tasavvufu ve hatta tesettürü reddeden fertler bulunmaktadır. Muhafazakârlık içinde de ilmi gelişmeleri, siyaset ile uğraşmayı reddeden ‘’bir lokma bir hırka bana yeter’’ zihniyetinde olan fertlerde bulunmaktadır. İki zıt kutupta sıkıntılıdır. Orta yolu bulmak bize Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) öğüdüdür.
(İfrat ve tefritten uzak durun.) [Buhari]
(Hayr-ül-ümûr evsâtuhâ = İşlerin en iyisi vasat olanıdır.) [Deylemi, Beyheki]
(Orta yolu tutun, istikâmetten ayrılmayın.) [Müslim]

Kuran ve sünnet bütünlüğünde, tasavvufu da reddetmeden, dışıyla İslam’ın tüm emirlerini değerler, inançlar, hukuki vazifeler v.s..hakkıyla yerine getiren, iç aleminde de ahlakıyla, akaidiyle, salih niyetiyle, içi dışı bir Mümin/ Mümine olmalıdır. İslam ve muhafazakârlık birbirinden ayrı değil ‘’Bir’’dir. Kabuk ve öz misali… Bir binanın dışı sağlam ve güzel olduğu gibi, içi de tüm teçhizatıyla donanımlı olmak durumundadır. Bir meyvenin kabuğu sağlam ise özünün korunması da o denli kolay olur.

Müslüman iki kanatlı kuş gibidir. Hem zahir, hem batın ilimlerini ve hem dünya, hem ahiret ilim ile yaşantısını hayatına uygulamak mecburiyetindedir. Allah’tan korkmayan bir bireyin her daim ayağının kayması mümkündür. Ahiret âleminde, nüfus kâğıdımızda ‘’İslam’’ ibaresi olması yeterli olmayacak, İslam’ın özünü ne kadar içselleştirdiğimiz ve hayatımıza özdeşleştirdiğimize göre değer bulacağız. Bu minval üzere yeri geldiğinde muhafazakâr olmak durumunda kalabiliriz. İslamın yasakladığı dikkat etmemizi istediği kırmızı çizgili duraklar da, maneviyatımız güçlü ise fren yapabiliriz, aksi takdirde tehlikelere düşmek zor olmasa gerektir.

Mü’mine olmak deyince şu konuyu işlemeden geçemeyeceğim. Günümüzde mahremiyet bilinci de büyük ölçüde darbe yedi. Aile içindeki özel muhabbetler, akşam ev halleri ve dahi niceleri gerek sosyal medya gerekse reel hayatta serbestçe sergilenir oldu. Allah (C.C) tesettürü emrederken ziynetlerinde gizlenmesini emretti. (Nur/31. Ve Ahzab 59. Ayet) bu konuya da özelikle dikkat edilmesini tavsiye ediyorum. Hayatımızın her alanında devamlı terakki halinde olup, eksik ilim ve ameli parçalarımızı tamamlayıp, Mevla’mızın sevdiği ve razı olduğu kullardan olabilmeyi kendimize düstur edinmeliyiz.

Maneviyatımızı dikkatle koruyan, gönlümüzde ilahi Aşkı her dem taşıyan, İslam’ın özünü kaybetmeden hayatını idame ettiren Mü’min ve Mü’minelerden olmamızı, Mevlam hepimize kolaylaştırsın…
Saygı ve Hürmetlerimle

16
Ara
17

İlahi Aşk Yolculuğu / Kitapyurdunda


İlahi Aşk Yolculuğu
İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.
 
12
Kas
10

Doğru Sözlülük-Hadis


Doğru Sözlülük-Hadis

 

 

 

12
Kas
10

SABRIN FAZİLETİ-Hadis


SABRIN FAZİLETİ-Hadis

 

 

 

12
Kas
10

Kırk Hadis


 

Kırk Hadis

 

 

 

12
Kas
10

İYİ NİYET VE SAMİMİYET Hadis…


İYİ NİYET VE SAMİMİYET Hadis…

 

 

 




İlahiaşk

Blog İstatistiklerim...@

  • 899.820 hits

Hatırlatıcı Notlar

 

 

İlahi Aşk Yolculuğu

İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.

İmam-ı Gazali

İmam-ı Gazali son nefeste iman üzere ölmek için aşağıdaki duanın sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okunmasının tavsiye etmiştir Bismillahirrahmanirrahim " Ya hayyü ya kayyumü ya bedias semavati vel erdı ya zel celali vel ikram" Allahümme inni es'elüke en tuhyiye kalbi bi nuri ma'-rifetike ebeden ya allahü ya allahü ya allahü ya rahmanü ya rahıymü bi rahmetike ya erhamer rahımiyn"

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçluğu
Hayatında denge problemi yaşayan,
kişiliğinde, aile ilişkilerinde, ebeveynliğinde, sosyal ilişkilerinde, eğitiminde, ruhsal dünyasında kendini geliştirmek ve problemlerini çözümlemek, hedeflerine bilinçli yol almak için deneyimli bir rehbere ihtiyaç duyan, bayan danışanlara yardımcı olmak için buradayım. Saygılarımla.

Yaşam Koçu

İletişim için : DM’den ulaşabilirsiniz.

mihricanulupnar

Profesyonel bir yaklaşımla ve uygun fiyatlarla hizmet vermekteyiz.

 

@Hakkımda…@

15 Kasım 1971/26 Ramazan 1391 Niğde Değirmenli Kasabası doğumluyum.

1977′ den itibaren Eğitim hayatımı İstanbul’da tamamladım.

Halen Dünyanın incisi İstanbul’da ikamet etmekteyim.

Biz Mevlamızın İlahiaşkının Hamallarıyız

Tek derdimiz; Mevlamızın Hakiki Kullarından Olabilmek ve Rızasını Kazanabilmek…

Terk-i dünya/ Terk-i Ukba/ Terk-i Terk/ Hiçlik/ Aşk-ı Deryada damla / Kulluk…

Dileğimiz; Son Nefesimizde Şeb-i Arusu yaşayabilmek ve Cennetten Cemalullah’ ı müşahade edebilmektir…

Saygı, Sevgi ve Hürmetlerimle…

Mihrican Uymaz Ulupınar

mihricanulupinar@gmail.com

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

Hoş Geldiniz :)

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 363 aboneye katılın
Follow Ebedi Sevgiliye Doğru on WordPress.com

Flag Counter

Map

https://www.youtube.com/watch?v=l2LQOB1OcBQ

Bizi Takip Edin