Archive for the 'Kur’an-ı Kerim' Category

07
Haz
21

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZ


14-11-2018

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZ

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisanî yefkahu kavli

Cümleten bütün gönüldaşlarım hepiniz hoşgeldiniz, safalar getirdiniz

Sizlerden 1 Fatiha, 3 İhlâs-ı Şerif rica ediyorum. Peygamber Efendimiz (a.s) a, Manevi büyüklerimize hediyemiz olsun. Sohbetimiz feyizli ve verimli geçsin inşallah.

Bu arada elinize hemen bir kalem kâğıt alıp, notlar alabilirseniz, sohbet hepiniz için daha kalıcı ve faydalı olur inşallah.

 Bugün konumuzu “Bizi Biz Yapan Değerlerimiz” olarak belirledik.

“Çok yardım edenin çok da yardımcısı olur” sözü ile başlamak istiyorum.

           Evlatlarımıza; sınav, sınav, sınav, kariyer, kariyer, kariyer diye diye onları bir yarışın içine soktuk. Aslında bu sadece bizimle alâkalı değil. Biz toplum olarak kültürel bir erozyon yaşıyoruz. Sınavlarda başarılı olursa ya da kariyerinde yükselirse iyi bir insan olacak algısı içindeyiz. Maalesef çocuklarımız yarış atına döndü. Günümüzde bizler de bu kültür erozyonundan nasibimizi aldık. Mevlâ’mızın bize emanet ettiği gül gibi yavrularımızı aslında ne için yetiştirmemiz gerektiğini unuttuk Bu yolda kilitli her kapıyı açacak bir anahtar var elimizde; değerlerimiz.

Değerlerimiz bizim karakterimizdir.

 Kendisiyle barışık, mutlu, başarılı, yaşamın sırrını bilen, duygularını terbiye etmiş, etrafındaki herkesle doğru iletişim kurabilen bir insan olmak hiçbirimiz için zor değil. Ahlâkî değerlerini bilen insan sınav başarısından daha çok, toplumsal ve ailevî başarıya gereken önemi verir. Değerler fizikten, matematikten, fenden çok daha önemlidir. Bu değerlere sahip insanın yaşam yolculuğunda başarılı olması da çok kolaydır. Ahlâkî değerleri yerine oturmamış insanlar iş, aile ve sosyal yaşamlarında daha yalnız kalır ve iletişim kurmakta sorunlar yaşarlar. Bugün bir farkındalık oluşturmak için bu konuyu seçtim. Toplumsal huzur, içsel huzur ve ailevi huzur… Bunları yakalamak ve çatışmaların önüne geçmek için bu konu çok önemli. Huzur, huzur diyoruz ama belki de kaynağının çok da farkında değiliz.

          Nedir değerlerimiz?

  Bir ağaç düşünelim, insanlık ağacı. Bakalım insanlık ağacımızda hangi meyvelerimiz var. Tek tek saymak istiyorum. Hepimiz kendi içimize dönelim ve bu meyvelerden hangileri bende var hangileri yok, hangilerini edinmem gerek diye tefekkür edelim; samimiyet, duyarlılık, şefkat, sorumluluk, özgüven, cömertlik, barış, dostluk, iyi niyet, yardımlaşma, saygı, güven, dürüstlük, sevgi, hediyeleşmek, başarı, sabır, huzur, bilgelik, fedakârlık, empati, güzel ahlâk, vefa, iyilik, sadâkat, tutumluluk, çalışkanlık, vatanseverlik, alçak gönüllülük… gibi. Değerlerin hepsi birbiriyle de yakın alâkalı.

 “Saygı kayığına binmeden sevgi denizi aşılmaz.”

 Eşler arasında, anne baba ve evlatlar arasında, komşular arasında ve daha birçok yerde saygı o kadar önemli ki o saygıyı kaybetmediğimiz müddetçe sevgimiz devamlı olur. Sevgiyi bir arabanın gazı olarak düşünürsek saygı frendir. Frene basmasını bilmezsek araba kaza yapar. Mesela hoş görü olmazsa dostluk uçup gider. “Saygı olmazsa sevgi olur mu?” dedik. Aile içinde, akrabalar arasında barış olmazsa mutluluk olur mu? Peki, sabır olmazsa başarı olur mu? Bir talebe düşünün, sabırsız bir talebe ilminde başarılı olamaz. Bir hanımefendi düşünün, sabır olmazsa kırk yıllık, elli yıllık evlilikler devam eder mi? Çocuğunu büyütüp onun telli duvaklı gelin olduğunu görebilmesi için yetişme döneminde sabırlı olmazsa başarıya ulaşabilir mi? Teşekkür etmek, özür dilemek, rica etmek bir değerdir. Anlayışlı olmak bir değerdir. Ciddiyet, önemsemek, misafirperverlik, edep, sözünde durmak, nezaket, arkadaşlık, iş birliği, zarâfet, cesaret ve öz denetim de birer değerdir. Acaba bahsettim değerlerden kaç tanesi bizim insanlık ağacımızda var? Şimdi bir terazi düşünmenizi istiyorum, bir tarafını kötü bir tarafını iyi değerler olarak kabul edelim. Cimrilik ve cömertlik, acelecilik ile sükûnet, kin tutmak ile affetmek gibi değerlerimizi düşününce acaba biz yüzde kaç insanız sorusu geliyor aklıma. Bunun da ölçüsü değerlerde saklı. Bu sayılanlardan kaç tanesi ben de var ya da kaç kötü huydan arınabildim? Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin hataları, kusurları, yanlışlıkları var ama önemli olan kademe kademe ileriye gidebilmek. Mesela zorba mıyım, zarif mi, Şiddete meyilli miyim yoksa kibar mı, sahtekâr mıyım dürüst mü, kopya mı çekiyorum yoksa çalışarak mı kazanıyorum, hırsızlık mı yapıyorum yoksa elimin emeğini mi kazanıyorum? İşte değerler aslında insanın özü ve mayası.

Biz bu değerler sayesinde insan olmayı başaracağız.

 İnsanlık yolculuğunda, tek tek çıkmamız gereken basamaklardır değerler. Hangi basamakta olduğumun farkına varıp bir üst basamağa çıkmamız lâzım. En üst basamakta bilge insan olmak var. Felsefeciler buna “Bilge İnsan” tasavvuf ise “insan-ı kâmil” der. İkisi de aynı şeyden bahseder. İnsan-ı Kâmil yani tüm bu değerleri kendi içine toplayan insan. Tasavvuf konusu çok uzun ve ayrı bir sohbet konusu olsa da ufak bir tüyo vereyim. Mesela cimri bir insan cömertliğe nasıl alışır? “Vere vere cömert olur, sabırsız insan sabrede sabrede sabırlı olur, yalan konuşan doğru konuşmaya başladıkça doğru sözlü olur ve adı Sıddıklardan yazılır” diyor İmam-ı Gazali ‘’Kimyayı Saadet’’ adlı eserinde. Aslında değerleri kazanmak zor değil, yolu da reçetesi de var ama bunun için önce bizim istememiz gerekli. İnsanlık basamağında bulunduğumuz yer ile varmak istediğimiz yer arsındaki yolculuk değerlerden geçiyor.

Olgun insan kimdir, bilge insan kimdir, Kâmil insan kimdir?

 İnsan-ı Kâmil kendisiyle barışıktır. Kendini güzel görmeyen bir insana herkes çok güzel olduğunu söylese de pek etkisi olmaz. Bilge insan hayatla da kendisiyle de barışıktır, tekâmül etmiştir. Yani her geçen gün daha da ileriye doğru gider. Kâmil insanın özü sözü birdir. Dingindir, sakindir, aydındır bilge insan. Sevgi doludur, hem kendisini hem tüm insanlığı sever. Doğayı sever, duyarlıdır, sağduyuludur, bilgilidir, yardım severdir, mutludur, akla uygun davranır. Bilge insan yanındakilere huzur verir. Eksiği olan, ham olan insan ise hangi topluma girerse girsin insanlar ondan uzaklaşır. Bilge insanın içi sevgi doludur ve bu sevgiyi de dışarıya yansıtmasını bilir. Hoşgörülü ve merhametlidir. İçi arınmış bir insandır. Kalbi temizdir. Ama bu, “benim kalbim temiz” diyerek ibadetlerin terk edilmesi gibi basit bir şey değildir. Fiziki olarak kalbin temiz olması zaten mümkün değil çünkü litrelerce kan pompalıyor.  Ama manevi olarak kalp temizlenebilir. Çekilen tesbihler, yapılan iyilikler ve güzelliklerle temizlenir kalp. Bunların hiçbirini yapmamış bir insan içinin temizliğinden bahsedemez. Kendini aşmayı başarmış bir insandır bilge insan. Birilerine bağımlı değil özgürdür. Bu çok önemli çünkü eşine bağımlı olan var, komşusuna bağımlı olan var, mesleğine bağımlı olan var. Bağımlılık hiçte makbul değil. Birbirimizin özeline saygı duyarak, incitmeden ilişkileri yönetebilmemiz önemli. İnsanlara ya da herhangi bir şeye bağımlı olmak ne kadar yanlışsa insanlarla ilişkiyi koparmakta o kadar yanlış. Bu dengeyi iyi ayarlamalıyız. İşe giden eşine bağımlılık oluşturduğundan, gün içinde sürekli arayarak onu rahatsız eden bir hanım. Ya da bir komşu olsun devamlı çat kapı gelip bir türlü gitmek bilmeyen. Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, ödevini bile annesi olmadan yapamıyorsa bunlar bağımlılık işaretleridir. Kendimizi ve çocuklarımızı bağımlılıklardan kurtararak hakiki özgürlüğü tadabiliriz. Allah her birimizi özgür yaratmış.

          Bilge insan tüm değerleri hayatına geçiren insandır, toplumu iyileştirendir.

 Bilge insanın kalbi sevgi ile açılmış bir gül gibidir. Kin ve nefret ile dolan kalp solar ve maalesef karanlıklar içinde kalır. Nur esması o kalpte tecelli edemez.

          Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koyuyor, “Bu ekmeğe basabilecek kimse var mı?” diye soruyor, kimseden ses çıkmayınca basan kişiye yüz lira vereceğini söylüyor yine çıt yok, fiyatı beş bin liraya kadar yükseltiyor yine ses yok, en son salonda bulunanlardan biri, “Hocam istersen beş yüz milyar ver kimse o ekmeği çiğnemez, boşuna uğraşma” diyor. Doğan hoca “İşte değerler eğitimi budur” diye noktayı koyuyor. Ekmeği çiğneteceğiniz insan sayısı yok denecek kadar az iken bedavaya yalan söyleyen, azı çok çoğu az gösteren insanların bu kadar çok olması garip değil mi? Sosyal hayatta bunun birçok örnekleri var. Evet ekmeğe hürmet edeceğiz aksi hali düşünülemez, fakat bununla birlikte vatan da, bayrak da bizim için önemli birer değer. Dinimiz de bizim için bir değer. Değerlerimizin ne kadar farkındayız? Dilimiz de bir değer ama dışarı çıkıp mağazaların tabelalarına baktığımızda dilimizin ne hale geldiğini orada net olarak görüyoruz. Eskiden bu hassasiyetlerimiz yüksek seviyedeyken ne oldu da böyle oldu. Osmanlı da Cuma namazına giden esnaf dükkânını kapatmazmış hiçbir şey de çalınmazmış. Şimdi her yer güvenlik kamerası doldu, onlar da Müslümandı biz de Müslümanız.

Bize ne oldu ki birçok değerimiz yer ile yeksan oldu?

Bizi biz yapan değer yargılarımızı içselleştiremediğimiz sürece bu sorunlar artarak devam edecek. Birey önce kendisini tanıyacak, içsel uyumunu, içindeki uyumunu yakalayacak, düşüncelerini, kalbindeki duygularını düzeltecek ve tutarlı davranacak. İçsel uyumu yakalamak; akıl, ruh, kalp ve bedenin  biraraya gelmesiyle mümkün. Aklı; düşünceleri düzeltecek, ilim ve bilgi ile. Kalbi; duyguları düzeltecek, değerleri çok iyi yerleştirerek. Ruhu; ibadetlerle yükselecek, bedenini de -beden zaten bir asker, bir makine- içerideki barışın ve bilgeliğin yolunda kullanacak ve içsel uyumu yakalayacak. Daha sonra bu dışarıya doğru yansıyacak.

          Neyin doğru neyin yanlış olduğunu takip ederek, kendi içimizde bir değişim ve dönüşüme başlamamız lâzım. Tasavvuf ilmi bu idealin olmazsa olmazıdır. İnsanın nefsini terbiye etme yollarını öğretir. Bilge insan özelliklerinde saydığım birçok hasleti tasavvuf terbiyesiyle edinebiliriz. Eskiden bu ilimleri dervişlere tekke ve zaviyelerde öğretirlerdi. Çocuklar medresede dış ilimleri, tekkede ise iç ilimleri alırdı. Yani içinin terbiye eğitimi. Sonra sanatı öğrenir hem içi hem dışı tamir olmuş bir şekilde halkın arasına karışırdı. Ama şimdi çocuklarımızı tek yönlü yetiştirince bu eksiklikler nedeniyle devamlı sorunlar çıkaran bireyler haline geliyorlar.  Çocuklarımız iç terbiyesi aldıktan sonra yalnızken ya da toplum içinde değerlerimizi davranışlarıyla yansıtırlar. Yalnızken de kötü bir şey yapmayı düşünmemek, bir minibüs şoförüne teşekkür edebilmek ne güzel şey. Kalabalıkta yapamayacağın şeyi yalnızken de yapmıyorsan, gizli günah işlemiyorsan ne güzel. Demek ki değerler yerlerine oturmuş.

          Çok başarılı ama ahlâksız bir yönetici olmak ister misiniz, çok lüks bir sitede oturuyorsunuz ama ahlâksız komşularınız olsun ister misiniz, akademik başarısı yüksek ama çocuk psikolojisinden anlamayan bir öğretmenin çocuklarınıza eğitim vermesini ister misiniz? Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Bir öğretmen tanıdım, veli toplantısında -Allah kahretsin ben sınıfımda engelli çocuk istemiyordum, ama maalesef sınıfıma engelli çocuk düştü- dedi. Kariyeri ne olursa olsun ahlâkî yönde sıkıntıları olduğu ortada. Nitekim ilerleyen zamanlarda çocuk ruhundan anlamayan biri olduğuna da şahit olduk.

          Değerlerimizin sosyal hayatımıza etkisi nedir?

Değerler ilişkilerimizi düzenler, bireyler arası bağlarımız gelişir. Komşumuza güvendiğimizde ilişkimiz ilerler ama hırsızlık yapan biriyle kaçımız komşuluk yapmak isteriz ki? Değerler düzgünse birlikte yaşamak kolaylaşır ve uyum oluşur, ama değerler bozuksa birlikte yaşamak aile içinde bile zorlaşır. Mesela mutlu bir aile nasıl mutsuz bir hale gelir? Değerler zedelenirse mutsuzluk başlar. Bir bey hanımı aldatırsa sadâkat zedelenir. Sadâkat zedelenince de ailenin huzuruna zarar gelir. Değerler bir tesbih tanelerinin birleşmesini sağlayan ip gibi toplumu da birleştirir. Kim ki kötü değerlere sahip o toplum birlikteliğinin dışına atılır.

          Eğer bir bireyde değerler yerine oturduysa ahlâkî, kültürel, ruhsal, toplumsal ve bireysel duyarlılık oluşur. Değerler eğitimi anne karnında başlar ancak 0-6 yaşın önemi çok fazladır. Anneler çocuklarının ilk öğretmenidir. Eğer üniversite diplomasını alan çocuğumuzda ahlâk yoksa bu gencin yaşamı da çok sıkıntılı olur. Kariyerin yanında ahlâk da varsa eğer bu evladımız her şeyi başarır Allah’ın izniyle. Değerler eğitiminde aile yetersiz kalırsa şiddet, suç oranları ve bağımlılık artar. Uyuşturucu konusunda bir araştırma yapmıştım.  Aile de sevgi eksikliği ve aidiyet duygusunun olmadığı durumlarda çocuklar başka şeylerle bu eksikliği gidermeye çalışır. Bağımlılıkların bile ucu değerler eğitimine dayanıyor. Çocuk eğitiminde tesadüfe yer yoktur. Değerlerimizi planlı bir şekilde vermeli ve hayata geçirilmesine de önayak olmalıyız. Aynı zamanda onlara rol model olmaya çalışmalıyız. Annenin, babanın, öğretmenin, komşunun, akrabaların, abi ve ablanın da rol model olması lâzım.

 İlk çocuk gömleğin ilk düğmesidir.

İlk düğmeyi doğru iliklersek diğerleri de doğru iliklenir. İlk çocuğu diğer kardeşleri takip edecektir. Bu nedenle ilk çocuklarımıza eğitim verirken daha dikkatli olmalıyız. Çocuklarımıza değerli olduklarını hissettirmeliyiz çünkü, evinde değer görmeyen çocuk dışarıda arar.

           Allah-u Teala Maide suresinde mealen şöyle buyuruyor. “Ey iman edenler, siz kendinizi düzeltin, siz doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez.” Kendimizi düzeltmemizden bahsediyor Rabbimiz.

          Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav). “Kim haksızlıkla mal toplarsa Allah o malı tehlike ve afetlerle yok eder” buyuruyor Yine “En hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” (Tirmizî, 1992: Birr, 47) diyerek değerlerimize dikkati çekiyor.

          Hazreti Ali’den (r.a)de nasihatlerimizi alalım “Güzel ahlâk hayırlı bir yoldaştır, akıl hayırlı bir arkadaştır, edep ise hayırlı bir mirastır,” “Kötülerle arkadaşlık etmekten sakın çünkü ahlâk bulaşıcıdır. Allah’ı yücelt ve Allah’ın dostlarını sev,” “Her insanın kıymeti ahlâkının güzelliği kadardır,” bugün Hazreti Ali’den inciler saçıldı önümüze.

          Tabi milli ve manevi değerlerimizden de kısaca bahsetmek isterim.

 Vatanımız, marşımız, bayrağımız, kültürümüz birer değerdir ve tabii ki manevi değerlerimizle iç içedir. Biri olmaz ise diğeri de erozyona uğrar. Kur’an-ı Kerim değerdir, ibadetlerimiz değerdir, Allah-u Teâla, Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav) bizim için çok kıymetli değerimizdir. Bu değerlerimizi tek tek sistemli bir şekilde çocuklarımıza vermeliyiz.  Burada sosyal medya ve yayın organlarına da değinmek istiyorum, bazı yayınlar değerlerimizi yozlaştırmaya, yok etmeye çalışsa da her birimiz önce kendimizden sonra ailemizden başlayarak ve yakın sosyal çevremizden devam ederek aslımıza ve özümüze dönüş yolundaki çakıl taşlarını temizlemeliyiz. Eski insanların güzel ahlâk nehirleri çağıldıyordu ama bizim dönemimiz de o kadar kirletildi ki nehirler kurumaya yüz tuttu. Dizilerde bile kültürümüze zıt birçok mesaj bilinçli olarak veriliyor, mesela eve ayakkabıyla girmek geldi hemen aklıma. İslam kültür ve toplumunu ahlâkını bozarak yok etmek asıl amaçları. Bunları temizleyerek yeniden bizi biz yapan değerlerimize tutunmamız lâzım.

         Son söz olarak hayata yüklediğimiz anlamlar değerlerimizi doğru öğrenmek, anlamak ve yaşamak ile irtibatlıdır.

 Mutluluğu başkasına zarar vermeden, aksine onları da mutlu etmenin yollarını arayarak, küçük şeylerle dahi mutlu olmayı başarabilmekte bulmalıyız. Bize verilenlere razı olarak yaşadıklarımızın içindeki mutluluk sırlarını keşfedebilmeliyiz. Bilge insan olabilmek için daha hangi değerlere ihtiyacımız varsa onları kazanmaya çalışmalıyız. Son nefese geldiğimizde keşke yerine iyiki diyebilmeliyiz, pişmanlık ateşleriyle kıvranmak yerine huzur içinde ömür sürmeli ve huzur içinde gözlerimizi kapatabilmeliyiz. Ahirette Mevlâ’mızın huzuruna çıktığımızda da alnı ak mü’mine kullardan olabilmeliyiz.

          Değerler eğitimi ile ilgili kitaplar okumalı eksiklerimizi tamamlamalıyız. Değerlerimiz ile ilgili hikâyeleri okumanızı tavsiye ederim. Bu günlük bizden bu kadar…

Bakara Suresi 286. Ayet ile bitirelim “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir her kötülükte kendi aleyhine. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama. Ey Rabbimiz! En öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma ve bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen yüce Mevlâ’mızsın. Hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et Ya Rabbi.”

“Duasız üşürmüş yürekler bil!

Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin…

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan… Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan!”

Hz. Mevlana

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü Nurhayat Başbuğ’a, ses kaydını yazıya hazırlayan sevgili Editörümüz Ayşe Sarıçiçek’e Ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin. Allah hepinizden razı olsun. Sizlerden de dua bekleriz.

Saygı ve Hürmetlerimizle

23.4..2021/ 

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

01
Şub
18

Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…


Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…

 

Mihrican Ulupınar

Eğitimci /Sosyolog /P. Yaşam Koçu

Hayat; içinde zıtlıkları barındıran bir o kadar da o zıtlıklarla ahenk içinde birbirini tamamlayan değirmen misali bir döngüyü içinde barındırır.

Eşrefi mahlûkat olarak dünyaya gönderilen insan, Bezm-i elestten Cemalullaha uzanan sonsuzluk seyrinde, defalarca varlık ve yokluk kavramlarıyla karşılaşır. Bu döngü içinde dolaşıp durur.

Kimileri bu yolculuklarını kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (sav) ikazlarıyla gaflet bataklığında geçirmez. İman ile ‘’KUL’’luk farkındalığını kazanır. Aklını, kalbini, ruhunu feyzi ilahi ile şereflendirir. Allah’ın(cc) halifesi olduğunun şuurunda olarak duygu ve düşüncelerinde iç görü kazanır. Ruhunun liderliğinde, aklının vezirliğinde, kalbinin süveyda derununda ilahi aşkın zirvesinde, azalarını da asker bilinciyle istikamet göstererek ebedi saadet müjdesine nail olur.

Kimileri de bu ikaz ve uyarıları dinlemeyerek, ruhlar meclisinde Allah’a(cc) verdiği sözü unutarak hayatına devam eder. Gafletle hayatına devam edenlerde isyanın eserlerini görürüz. İman eksikliği ve akli melekelerini yeterince kullanmaması onu isyan bataklığının içinde tutar. İman ve salih amel yokluğu içsel fırtınalarının da kaynağıdır.

Asıl ölüm ve dirilişi nefsinin terbiyesinde de yaşar. Nefsinin isyanından kurtulabilirse hidayete erer. Yaşadığı tüm hastalık, musibet, sıkıntı gibi imtihanlar ile acziyetini, güçsüzlüğünü fark eder. İlahi rahmete muhtaç oluşunu idrak eder. Allah’ın(cc) dergâhına sığınır. Bu minval üzere acz ve fakr, ilâhî rahmete birer vesiledir. Zengin olsa da Allah’a(cc) muhtaçlığını, hiçbirini yaratmaya muktedir olmadığını görür. İnsan hem azalarına ve hem de havaya, suya, güneşe, aklına, gözüne, hafızasına, sevgiye, ilme, sese ve nicelerine ihtiyaç içerisindedir. Velhasıl-ı kelam acziyetiyle Mevlaya muhtaçlığı daimidir. Bu hissiyatı, kalbi derununda hissettiğinde O’na yönelir, O’na sığınır, O’ndan medet bekler. Nefsini terbiye sanatını ve ilmini bilmeyen had bilmezler, Karun ve Firavun gibi malikiyet davasında bulunur. Başarılarını kendilerinden bilirler. Vaktinde tevbe etmedikleri takdirde sonları elim bir azap iledir. Bunu er geç öğreneceklerdir. Hâlbuki tüm meziyetler Allah’ın(cc) inayetiyledir.

Nefsini az konuşma, az uyuma, az içmek ve zikir, tefekkür, uzlet, hizmet ile terbiyeye muktedir olan insan, züht sahibi olur, aza kanaat eder. Dünyaya ve maddî menfaate değer vermez. “Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzülmemek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır” zahit olmak… Dünyayı tamamıyla terk etmek değil, lezzet veren şeyleri azaltmaktır. Dalmamaktır. Dünyaya esaret içinde olmamaktır. Allah(cc) elbet kulları için çeşit çeşit nimetler yaratmıştır. Müslüman bunlardan helal yollar ile istifade edecek, harama meyletmeyecek, israf etmeyecek ve bunlara kalbini bağlamayacaktır. Dünyayı ahiretine hizmetçi edecektir. Züht sahibi, dünyaya fren yaptıkça, yeter dedikçe, ruhsal yönden güçlenmeye başlar. Allahu Teâlâ(cc) ile murakabeyi bozacak her şeyi terk edenlere Arif-i billâh denilir. Fenafillâhta hiçlik makamına erişir. Nefsini terbiye metotlarından geçerek “Ölmeden evvel ölüm” sırrına erişir.  Ruhunu bedenine sultan eyleyerek Fenafillah, tefâni sırrı da denilen, “ölmeden önce ölmüş gibi olup” yokluk sırrına ererek, Allah’ın (cc) varlığında yok olmuş, erimiş olacaktır. İnsan daha önce “ben ben” derken, “meğer ben sadece O’nun tecellisine bir ayna imişim” düşüncesiyle haddini bilmeyi öğrenir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir”

Bu babda Hiçlik kavramı karşımıza çıkar. Hiçliğe erişen sufiler benlikten bizliğe yelken açmış olurlar. Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

“İlim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin /Ya nice okumaktır.” demiş Yunus Emre. Tefekkür edilesi bir dörtlük…

“Bekabillah tevhit makamıdır” sırrı ile de küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka misali tekrar dirilişi yaşar. Fecr suresinin muştularını dünyada iken hissetmeye başlar. Bu dirilişle artık tüm ömrünü “ilahî ente maksudî ve rizake matlubî” mihenk sırrıyla insanlığa ve tüm mahlûkata hizmet ile geçirmeye çalışır. Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzurun yani her an Allahu Teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün değildir.

Kendi gücü nispetinde her şeyi yaptıktan sonra tevekkül boyutuna geçer. İşlerini Allaha ısmarlar. Tevekkül kavramı, Allah’a güvenmek, dünyaya ve ahirete ait maksatlara ulaşmak için gereken bütün tedbirleri aldıktan ve sebeplere tam riayet ettikten sonra, neticeyi Allah’tan beklemek ve tesiri O’ndan bilmektir.

Tefviz kavramı ve tevekkül yakın mana taşırlar. “Tevekkül tefvizin bir koludur.” , “Tefvîz, tevekkülün en ileri şeklidir.” denilmiştir. Ve kalbin manevi şifa iksirlerinden biridir. İbrahim Hakkı Hazretleri, meşhur “Tefvîznâme” şiiriyle bizlere manevi iksirden doya doya ikram eder. “Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler,”

Buna göre, bir işin meydana gelmesi için birtakım ön çalışmalar gerekiyorsa, bunlar yapılmadan tefviz yoluna girmek tembelliktir. Gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek ise tevekküldür. Sabır artık onun şiarıdır. Tahammülünün tüm sınırlarını zorlar. Gücü yettiği kadar aklını, kalbini, ruhunu, bedenini kullanır. Hatta gücünün üzerinde işlerde dahi sınırlarını zorlar. Bilir ki “La havle velâ kuvvete illa billâh” sırrıyla bütün güç ve kuvvet Allah’tan gelir. Ondan gelen her şeye razı olur. Rıza makamını yaşar. İnsan-ı kâmil olarak ömrünü tamamlar. Bu yokluk âlemine seçilerek gelişi veda ederken de işe yaramaz, değersiz, esfeli safiline düşmüş bir sonla değil insan-ı kâmil mertebesini kazanmış bir Hak aşığı, bir Hak dostu olarak, aklına Marifetullahı, kalbine de Muhabbetullahı nakş ederek Cemalullah yolcuları arasına ismini kaydettirir.

“Âşk geldi damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu.

Bedenimin bütün cüzlerini sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o…” Hz Mevlana (k.s)

 

10
Oca
18

Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…


Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…

bezmi elestten cemalullaha ile ilgili görsel sonucu

Hayat; yaşam döngüsü içinde zıtlıkları barındıran bir o kadarda o zıtlıklarla ahenk içinde birbirini tamamlayan değirmen misali bir döngüyü içinde barındırır.

 Bu döngünün merkezinde İnsan, sonsuzluk deryası olan varlık âlemi içinde ruhuyla, cesediyle, aklıyla, kalbiyle Allah’ın {C.C}“Ahsen-i takvim” üzere yaratmış olduğu yeryüzünün halifesi ve ilahi emanetin teslim edildiği  “Ne gökler ne de yer beni içine alamadı. Fakat mü’min kulumun kalbine yerleştim.”(1) sırrına sahip bir sanat eseridir.

Eşrefi mahlûkat olarak dünyaya gönderilen insan, Bezm-i elestten Cemalullaha uzanan sonsuzluk seyrinde defalarca varlık ve yokluk kavramlarıyla karşılaşır. Bu döngü içinde dolaşıp durur. Ruhlar âleminden anne rahmine ve nihayetinde dünyaya doğumu ile varlığı, vefatı sebebiyle kabir âleminde ise yokluğu tadar. Mahşer meydanında yeniden varlığı tadarak defaatle sonsuzluk âleminde gelgitlerde kulaç atar.

Kimileri bu yolculuklarını kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (sav)  ikazlarıyla gaflet bataklığında geçirmez. İman ile farkındalığını kazanır.  Aklını, kalbini, ruhunu feyzi ilahi ile şereflendirir. Allah’ın{C.C} halifesi olduğunun şuurunda olarak duygu ve düşüncelerinde iç görü kazanır. Ruhunun liderliğinde, aklının vezirliğinde, kalbinin süveyda derununda ilahi aşkın zirvesinde, azalarını da asker bilinciyle istikamete yönlendirerek ebedi saadet müjdesine nail olur.

Kimileri de bu ikaz ve uyarıları dinlemeyerek, ruhlar meclisinde Allah’a{C.C}  verdiği sözü unutarak hayatına devam eder. Gafletle hayatına devam edenlerde isyanın eserlerini görürüz. İman eksikliği ve akli melekelerini yeterince kullanmaması onu isyan bataklığının içinde tutar. İman ve Salih amel yokluğu içsel fırtınalarının da kaynağıdır.

Asıl ölüm ve dirilişi nefsinin terbiyesinde yaşar. Nefsinin isyanından kurtulabilirse hidayete erer. Yaşadığı tüm hastalık, musibet, sıkıntı ve imtihanlar ile acziyetini, güçsüzlüğünü hisseder. İlahi rahmete muhtaç oluşunu idrak eder. Allah’ın{C.C}  dergâhına sığınır.  Bu minval üzere acz ve fakr İlâhî rahmete birer vesiledir. Zengin olsa da Allah’a{C.C} muhtaçlığını, hiçbirini yaratmaya muktedir olmadığını görür. İnsan hem azalarına ve hem de havaya, suya, güneşe, aklına, gözüne, hafızasına, sevgiye, ilme, sese ve nicelerine ihtiyaç içersindedir. Velhasıl-ı kelam acziyetiyle Mevlaya muhtaçlığı daimidir. Bu hissiyatı kalbi derununda hissettiğinde O’na yönelir, O’na sığınır, O’ndan medet bekler. Nefsini terbiye sanatını ve ilmini bilmeyen had bilmezler, Karun ve Firavun gibi malikiyet davasında bulunur. Başarılarını kendisinden bilirler. Vaktinde tevbe etmeyenlerin sonları elim bir azab iledir. Bunu ergeç öğreneceklerdir. Hâlbuki tüm meziyetler Allah’ın{C.C}  inayetiyledir.

Nefsini az konuşma, az uyuma, az içmek ve zikir, tefekkür, uzlet, hizmet ile terbiyeye muktedir olan İnsan, zühd sahibi olur, aza kanaat eder. Dünyaya ve maddî menfaate değer vermez. “Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzülmemek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır”zahid olmak… Dünyayı tamamıyla terk etmek değil, lezzet veren şeyleri azaltmaktır. Dalmamaktır. Dünyaya esaret içinde olmamaktır. Allah  {C.C} elbet kulları için çeşit çeşit nimetler yaratmış envai hazinelerle donatmıştır. Müslüman bunlardan helal yollar ile istifade edecek, harama meyletmeyecek, israf etmeyecek ve kalbini bağlamayacaktır. Dünyayı ahiretine hizmetçi edecektir. Zühd sahibi, dünyaya fren yaptıkça yeter dedikçe ruhsal yönden güçlenmeye başlar. Allahü Teâlâ{C.C}  ile murakabeyi bozacak her şeyi terk edenlere Arif-i billâh denilir. Fenafillâhta hiçlik makamına erişir. Nefsini terbiye metotlarından geçerek ‘’Ölmeden evvel ölüm’’ sırrına erişir.  Ruhunu bedenine sultan eyleyerek Fenâfillah, tefâni sırrı da denilen, “ölmeden önce ölmüş gibi olup” yokluk sırrına ererek, Allah’ın {C.C} varlığında yok olmuş, erimiş olacaktır. Her daim Allah’a {C.C}  ihtiyacı olduğunu, bütün şifaların ondan geldiğini hissederek, Allah yolunda fenafillâh makamına doğru yolculuğuna devam eder. Tasavvuf inancına göre, evrende Allah’ın {C.C} varlığından başka gerçek varlık yoktur. Varlıklar onu gösteren birer aynadan ibarettir.

Aşk yolunun yolcusu Yunus; “Beni bende deme, bende değilem, bir ben vardır bende benden içerü!” diyerek benlikten geçerek “hâkiki benliğine” kavuştuğunu söylüyor.  Nefsini eritip İlahi Nur kaynağına ulaştığının sırlarını şiirlerinin satır aralarına gizliyor.

Hz.Mevlânâ: “Hamdım, piştim, yandım!” beyanıyla açıkladığı ömrünü, aklın son noktasında ilmin acziyetini yaşadığı ve kalbinin zaferiyle ilahi aşkın, varlık yokluk sırrının, idrakini bize hissettirir.  Kendisi yokluğu tadar, aslında orada var olanı seyreder. Kâinatın sahibinin Mü’min Sûresi 16. Ayetinde buyurduğu “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir?” sırrına muhatap olarak Hak Teala olduğunu görür..

İnsan daha önce ‘’ben ben derken, meğer ben sadece O’nun tecellisine bir ayna imişim’’ düşüncesiyle haddini bilmeyi öğrenir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir”

Bu bab da Hiçlik kavramı karşımıza çıkar. Hiçliğe erişen sufiler benlikten bizliğe yelken açmış olurlar. Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için yükseliyorlar.”[2]

“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir, aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[3]

Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

‘’İlim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin /Ya nice okumaktır’’ demiş Yunus Emre derin tefekkür edilesi bir dörtlük…

Bekabillah Tevhid makamıdır. Sırrı ile de küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka misali tekrar dirilişi yaşar. Fecr suresinin muştularını dünyada iken hissetmeye başlar.

27-28. Ey (Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. [krş. 98/8]

29-30. Haydi (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.)(4)

Bu dirilişle artık tüm ömrünü “ilahî ente maksudî ve rizake matlubî” Mihenk sırrıyla insanlığa ve tüm mahlûkata hizmet ile geçirmeye çalışır.

Allah (Cellecelalühü) “Ben bir kenz-î mahfî (gizli hazine) idim. Görünmek için bu âlemleri yarattım.”([5]). Buyurmuştur.  Her şey o”na nispetle, bir tecellî içerisindedir. Yüce Allah”ın (Cellecelalühü) “Lizatihi, bizatihi”([6])  tecellîsi mevzû-i bahistir. Evvelâ her şey O”nun Mutlak Zat varlığının bir tecellîsi, kendisi ile yine kendisine tecellîsinin birer  tezâhüründen ibarettir. Yine bir Kutsî Hadis”de: “Ben insanın en büyük sırrıyım ve insan benim en büyük sırrım.”([7])  Buyurulmuştur.

Cüneydî Bağdadî Hazretleri: “Allah”ın (Cellecelalühü) seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesi”([8])

Hakk’ul-yakîn bilgisi (hakîkate kavuşmak) bekâ-billâh makamında hâsıl olur. (9)

Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzûrun, yâni her an Allahü teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün değildir. (10)

Tasavvufta fenâ ve bekâ’dan ilk bahs eden Ebû Saîd-i Harrâz’dır.

Tüm işlerinde Allaha tevekkül eder. Kendi gücü nisbetinde her şeyi yaptıktan sonra tevekkül boyutuna geçer. İşlerini Allaha ısmarlar. Tevekkül kavramı, Allah’a güvenmek, dünyaya ve âhirete ait maksatlara ulaşmak için gereken bütün tedbirleri aldıktan ve sebeplere tam riayet ettikten sonra, neticeyi Allah’tan beklemek ve tesiri O’ndan bilmektir.
Tefviz kavramı ve tevekkül yakın mânâ taşırlar. “Tevekkül tefvîzin bir koludur.” , “Tefvîz, tevekkülün en ileri şeklidir.” denilmiştir. Ve kalbin manevi şifa iksirlerinden biridir. İbrahim Hakkı Hazretleri, “Tefvîznâme” meşhur şiiriyle bizlere manevi iksirden doya doya ikram eder.

  “Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler,”

“Tertib-i mukaddematta tefvîz tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür.” (11)

Buna göre, bir işin meydana gelmesi için birtakım ön çalışmalar gerekiyorsa, bunlar yapılmadan tefvîz yoluna girmek tembelliktir. Gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek ise tevekküldür. Sabır artık onun şiarıdır. Tahammülünün tüm sınırlarını zorlar Gücü yettiği kadar aklını kalbini ruhunu bedenini kullanır. Hatta gücünün üzerinde işlerde dahi sınırlarını zorlar. Bilirki“La havle velâ kuvvete illa billâh” sırrıyla..bütün güç ve kuvveti Allahtan geldiğini idrak eder Ondan gelen her şeye razı olur. Rıza makamını yaşar. İnsanı kâmil olarak ömrünü tamamlar. Bu yokluk âlemine seçilerek gelişi veda ederken de işe yaramaz, değersiz, esfeli safiline düşmüş bir sonla değil… İnsanı kâmil mertebesini kazanmış bir Hak aşığı, bir Hak dostu olarak, aklına Marifetullahı, kalbine de Muhabbetullahı nakş ederek Cemalulah yolcuları arasına ismini kaydettirir.

‘’Âşk geldi damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu.

Bedenimin bütün cüz’lerini sevgili kapladı.

Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o…’’(12)

Dipnotlar:

1-Acluni, Keşfü’l-Hafa, II, 195.

(2) Attâr, Tezkire, s. 622.

(3) Attâr, Tezkire, s. 629.

(4)Feyzül Furkan Hasan Tahsin Feyizli

(5) Necip Fazıl Kısakürek, Age, s. 167

(6)Necip Fazıl Kısakürek, Age s.177

(7) Necip Fazıl Kısakürek, Age s.108

(8) Molla Câmî

(9) Ahmed Fârûkî

(10) İmâm-ı Rabbânî

(11). Mektûbat

(11) Hz Mevlâna:

(12). Mevlana

Sosyolog/ Eğitimci/ Yazar

Mihrican Ulupınar

05
Oca
18

Fikrin Selâmeti Kalbin Huzurundadır


365dce2

Fikrin Selâmeti Kalbin Huzurundadır

Mihrican ULUPINAR

Eğitimci / Sosyolog /P. Yaşam Koçu

                                  Düşünmek akıl nimetinin hikmet menbağıdır.

Tefekkür etmek, fikretmek demektir. Düşünmektir.  Bize verilen akıl nimetinin kadrini, kıymetini bilmek demektir. Tefekkür, İslâm dininde günahlarını, kâinatı, varlıkları, doğayı, yaratıkları, kendini ve Allah’ı düşünmek ve O’nun yarattığı varlıklardan, kâinattaki eşsiz mükemmellikteki düzenden ders çıkarmak demektir. Tefekkür, hayatımızın yönünü değiştirir.

“Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz.” (el-Haşr, 21)

Allahın zatını değil kudret ve hikmetini düşünmek gereklidir. Allahın sanatını düşünmek onu tanımaya götürür. Atomlardan samanyoluna, çekirdekten ağaca, nutfeden insana, hastalıktan sağlığa, dikenlerden güle, resimlerden ressama ulaşmak…

Aklımızı kullanırsak İslam’ı doğru anlar doğru yaşarız. Birlik beraberlik olmayı öğreniriz. Ayrılıklardan bozgunculuklardan kurtuluruz. İslâm düşmanları birleşmeyi öğrenmiş, Müslümanların hali içler acısı… Neden mi? Düşünmemizi istemedikleri için sayısız kanallar, diziler, eğlenceler, yarışmalar tertip etmişler! Televizyon başından kalkamayan, elinden telefonu bırakamayan bireylerin sayısı gün geçtikçe daha çok artmaya devam ediyor… Teknoloji ile uyuşturuluyoruz farkında mısınız? Kitap okuyan kaç kişi kaldı dersiniz?

Tefekkürsüz din ve içi boş ibadetler… Tefekkürsüz eğitim ve talebenin ruhuna dokunamayan öğretmenler… Tefekkürsüz kariyer ve rüşvetsiz vazife yapmayan memurlar… Tefekkürsüz aile ve kaliteyi kaybeden, boşanma ile neticelenen dağılmış yuvalar… Tefekkürsüz çocuk eğitimi ile kaybedilmiş nesiller… Tefekkürsüz aşklar, kenarı yanmamış, yazılamamış mektuplar, hasret özlem ile beslenmeyen sevgiler… Tefekkürsüz dostluklar, zor günlerinde yalnızlar… Tefekkürsüz sadakat ve nice aldatılan eşler, geceler boyu dökülen gözyaşları…  Tefekkürsüz edebiyat,  bilim,  sanat, siyaset! Selâmsız, güvensiz kalabalıklar… Nereye gidiyor toplum?

“Kendini tanıyan Rabbini tanır”

 İç sesimizi dinlemeye vakit ayırma zamanı gelmedi mi? Gönül aynan tozlanmış temizlenme zamanı gelmedi mi? Arada bir kalabalıktan uzaklaşıp ruhumuzu tamir etmeliyiz. Aklımızın dağınıklığını selamete çıkarmalıyız.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” (Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400)

Hadis-i şerifiyle bizleri düşünmeye davet etmiş. Düşünürsen ne olur? Çünkü hayatın değişir, çünkü yaşam tarzın düzelir. Haramlarda kırmızı ışık yakar ve fren yaparak vazgeçersin.

Nice günahkârlar bir anlık tevbe ile hidayete ererler. Niceleri de kıldığı namazlarda yemek, ticaret derdindedirler. Günde beş defa neden Allah’ın {C.C} huzuruna gidiyoruz? Niçin davet ediliyoruz? Namaz kılıyorsun peki faizle niye iştigal ediyorsun? Sağlığına ve kesene zarar verdiğini bildiğin halde niçin sigara, uyuşturucu, alkol tüketiyorsun? Hayatın bu kadar kıymetliyken niçin onu heba ediyorsun?

Kur’an-ı Kerimi okurken tefekkür ile oku, ne anlatıyor? Surelerin manası nedir? Namazda okuduğumuz ayetlerin anlamı nedir? Her gün bir ayetin manasını öğrensen, yılda üçyüzaltmışbeş ayetin manasını öğrenmiş olursun, ne kaybedersin?

Niçin örtünüyorsun? Gerçek tesettür nasıl olmalı? Senin tesettürün Allahın rızasına uygun mu? Makyaj yaparak tesettür olur mu? Dar giyimler tesettürün ruhuna uygun mu?

Hatırlayalım ve unutmayalım.

 Gafletten kurtulmak için ilme sarılmak zorundayız. Bilen uyanır ve farkında olur. Yaptığı her şeyin ölçüsünü anlar. İlme teknolojiye sarılacağız elbet lakin maneviyatı da kaybetmeyeceğiz. Kalp bozuk olursa, ilim sahibi onu yanlış yollarda kullanacaktır.

Oruç tutmak, az yemek, az konuşmak düşünmeyi güçlendirir. İbadetler aklı kuvvetlendirir. Ahlâkı güçlendirir. Kalbi Allahın zikri ve fikri ile dolan, masivadan (Allahtan başka her şeyden) boşalmış olana müjdeler olsun. Murakabe halinde olmalı ve her an Mevlamızın bizi gözetlediğinin sınav içinde olduğumuzun bilincinde olmak durumundayız.

“Müminin ferasetinden sakının!. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elCâmiu’Sağir, 1, 24)

Kalbe gelen hatıraları analiz edeceğiz. İslam’ın emirlerine uygunsa hayırlıdır yapacağız. Günah, vesvese, kötülük, heva ve heves ise peşinde gitmeyeceğiz, çünkü şerlidir. Nefsimizin hoşuna gitmeyen nice işler bizim için hayırlıdır.  Namaz kılmak, örtünmek gibi… Nefsin hoşuna giden nice işlerde tehlikelidir. Zina, rüşvet v.s. gibi.

(Âlimlerin sohbetine katılın, onlara yakın oturun! Çünkü Allahü teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de, hikmet nuru ile diriltir.) [Taberani]

Bu sebeple âlimler ile istişare halinde olmamız elzemdir. Onlar onay verirse iyi, değilse kötüdür. Salihlerin gittiği yolları takip etmeliyiz. Kendimize Allah yolunda sadık düzgün dostlar edinmeliyiz. Onlara baktığımızda bize Allah’ı (C.C.) hatırlatmalılar.  Ayağımızın kayma zamanlarında elimizden tutup uyarmalılar. Sıratı müstakime yönlendirmeliler. Kuran ve sünnet yaşam felsefemizin mihenk taşını oluştursun. Mizana koy, tart, ölç ve ona göre yaşam tarzını oluştur.

Zikir Fikir Huzur

Kalbi temizleme yolları tezekkürdür. Kalp nazargâhı ilahidir. Allah her şeyi biliyor. Allah zikri tüm vesveseleri temizler. Kalbi korumanın yolları; uzun emel, acelecilik, haset ve kibirden uzak durmaktır. Bu hastalıkları tedavi etmektir. Kısa emelli, sakin, nasihat ehli olmalıdır. Tevazulu olmalı ve An’ın kıymetini bilmelidir. Edepli olmalı, sadece yüzünü değil kalbini de temizlemelidir.

‘’Yüzü güzele kırk günde doyulur

Kalbi güzele kırk yılda doyulmaz’1

Kalp hükümdardır. Uzuvlar askerdir. Gönül mahzendir. Aklın gıdası marifetullah, kalbin gıdası muhabbetullahtır. Kalbin helakı ise gaflet(Allahı unutmak)  ve masivadır( Allahtan gayri her şey).

İlahi Aşk ile huzura ermelidir. Endişe buz gibidir, aşk-ı ilahi güneş misali tüm endişeleri eritir. Kalbi tertemiz saf ve pak eyler.

‘’ Sür çıkar ağyâri dîlden, tâ tecelli ede Hak. Pâdişah konmaz saraya, hâne mâmur olmadan.1.

Mevlam iki cihan saadeti nasip eylesin. Gönüllerinizde ilahi Aşkın çerağı hiç sönmesin. Son nefesiniz Şeb-i arus olsun.

Saygı ve Hürmetlerimle

Yararlanılan Kaynaklar:

1.Şemseddin Sivasi

İbrahim Hakkı Erzurumi (k.s.)

Prof.Dr. Mahmut Esad Coşan (k.s.)

16
Ara
17

İlahi Aşk Yolculuğu / Kitapyurdunda


İlahi Aşk Yolculuğu
İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.
 
12
Kas
10

İhlas Suresi- Meal


İhlas Suresi- Meal

 

14
Haz
07

Gönlüne Şifa Arıyorsan


dinle.gif

gönlüne şifa arıyorsan

Gönlüne Şifa Arıyorsan Kur’an-ı Kerim Oku

 

Huzur ve gönül genişliğine ulaşmanın en güzel anahtarlarından biri Kur’an-ı Kerim’i çokca okumaktır. Çünkü Allah Teala kitabını “ruhlara şifa, akıllara rehber, kalplere rahme t” vasfıyla tanımlıyor. “Rahmet” sıfatıyla vasıflandırıyor.

“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. De ki: Ancak Allah’ın lûtfuf ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır” (Yunus, 57, 58).

“Biz, Kur’an’dan öyle birşey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır” (Isrâ, 82).

Allah dostları Kur’an’a sırtını dönen kişiyi evine giren güneş ışığını perde çekerek engelleyen hasta bir kimseye benzetmiştir. Dolayısıyla Kur’an gibi bir şifa kaynağı varken başka yerlerde gönüllere şifa aramak ne büyük yanılgıdır.

-alıntı-




İlahiaşk

Blog İstatistiklerim...@

  • 899.820 hits

Hatırlatıcı Notlar

 

 

İlahi Aşk Yolculuğu

İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.

İmam-ı Gazali

İmam-ı Gazali son nefeste iman üzere ölmek için aşağıdaki duanın sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okunmasının tavsiye etmiştir Bismillahirrahmanirrahim " Ya hayyü ya kayyumü ya bedias semavati vel erdı ya zel celali vel ikram" Allahümme inni es'elüke en tuhyiye kalbi bi nuri ma'-rifetike ebeden ya allahü ya allahü ya allahü ya rahmanü ya rahıymü bi rahmetike ya erhamer rahımiyn"

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçluğu
Hayatında denge problemi yaşayan,
kişiliğinde, aile ilişkilerinde, ebeveynliğinde, sosyal ilişkilerinde, eğitiminde, ruhsal dünyasında kendini geliştirmek ve problemlerini çözümlemek, hedeflerine bilinçli yol almak için deneyimli bir rehbere ihtiyaç duyan, bayan danışanlara yardımcı olmak için buradayım. Saygılarımla.

Yaşam Koçu

İletişim için : DM’den ulaşabilirsiniz.

mihricanulupnar

Profesyonel bir yaklaşımla ve uygun fiyatlarla hizmet vermekteyiz.

 

@Hakkımda…@

15 Kasım 1971/26 Ramazan 1391 Niğde Değirmenli Kasabası doğumluyum.

1977′ den itibaren Eğitim hayatımı İstanbul’da tamamladım.

Halen Dünyanın incisi İstanbul’da ikamet etmekteyim.

Biz Mevlamızın İlahiaşkının Hamallarıyız

Tek derdimiz; Mevlamızın Hakiki Kullarından Olabilmek ve Rızasını Kazanabilmek…

Terk-i dünya/ Terk-i Ukba/ Terk-i Terk/ Hiçlik/ Aşk-ı Deryada damla / Kulluk…

Dileğimiz; Son Nefesimizde Şeb-i Arusu yaşayabilmek ve Cennetten Cemalullah’ ı müşahade edebilmektir…

Saygı, Sevgi ve Hürmetlerimle…

Mihrican Uymaz Ulupınar

mihricanulupinar@gmail.com

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

Hoş Geldiniz :)

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 363 aboneye katılın
Follow Ebedi Sevgiliye Doğru on WordPress.com

Flag Counter

Map

https://www.youtube.com/watch?v=l2LQOB1OcBQ

Bizi Takip Edin