Archive for the 'Hac' Category

05
Şub
21

İLAHİ AŞKIN ESİNTİLERİNDE HUZUR DEMLERİ


ilahiaşk ile ilgili görsel sonucu

İLAHİ AŞKIN ESİNTİLERİNDE HUZUR DEMLERİ

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillahi Rabbil alemin

 Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Hoş geldiniz, safa getirdiniz İlahi aşk Meclisimize… Bugün gönülleri ve canları davet ettik Aşk meclisimize… Gönül ki Allahü Zülcelalin evi, bedenin Kâbesi…

Kutsi hadiste Allah-u Teâlâ buyuruyor ki; “Ben yere göğe sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım’’.

 Kalp ki bir yumruk kadar küçük belki, manen ise uçsuz bucaksız bir umman gibi… Gönlün temizliğine özen göstermeliyiz. Şemseddin Sivasî Hazretleri(ks) bir beytinde gönülde Allah’tan başka ne varsa temizlenmeli diye işaret eder;

“Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak

Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan.”

Bir misafir gelmeden önce evlerimizi nasıl temizliyorsak, gönüllerimizi de dünyalık sevgilerden arındırmamız lazım ki, Hak aşkı hepimizin gönlünde tecelli eylesin inşallah. Yunus Emre ise gönlü mukaddes bir mekân olarak tanımlar. Gönül yapmanın çok büyük sevap olduğunu, gönül yıkanın ise kıldığı namazın bile kabul olmayacağını işaret eder;

“Bir gez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil

Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise

Bir gez hayr ettin ise, birine bindir az değil”

Gönüller sevgi ile dolmadıkça insanlık kemalâta eremez. Gönül bir kadeh, Allah-u Teâlâ’nın sevgisi ise şerbet gibi… Bu gönül kadehine ilahi aşkın şerbeti dolarsa eğer, aşka hasret gönüller şifa bulacak inşallahü Teâlâ…

“İyi biliniz ki Kalpler ancak Allah’ı anmakla zikretmekle huzur bulur.” Rad Suresi 13/28

İlahi aşkı hep duyuyoruz, bu aşk nedir? Nasıl ulaşılır?

İlahi aşk yüce Mevla’ya duyulan derin sevginin zuhurudur, menbağıdır. Kulun maddesel dünyaya ait varlıklara olan sevgisinin kaynağına dönerek, onları yaratan Allah’a hissettiği yüce bağlılıktır. Allah-u Teâlâ önce bize dünyalık sevgileri tattırır, sonra bu sevgileri terbiye etmeyi başarabilenler, Hak aşkının sırlarına ererler. Rabbim bu sırlara erenlerden eylesin inşallah. Ezelden ebede giden hepimizin bir yolculuğu var. Kullar bu yolculuklarında dünya durağına uğrarlar, bu istasyon da birçok sevgiyi tadarlar; kâh mecazi aşklar, kâh sanatlar, kâh eşyalar veya şan şöhreti sevdası… Allah-u Teâlâ bu sevgileri insana tattırır, nice aşk ve sevda sancılarıyla belki kıskançlıklarıyla da uğraşır durur kullar. Kimi ifrata girer, kimi tefrite girer.

Dünya kargaşa yeri, imtihan yeri… İnsan-ı kâmil olmak için kulların ‘Hamdım, piştim, yandım, Elhamdülillah’’ dedikleri yerdeyiz. Hüzün, karanlık, çaresizlik, dertler, yalnızlık, hırslar, dağınık kalpler… Kalplerin ritmi bozuldu, hızla koşuyoruz dinlenmeden ya da avare oturuyoruz nereye gideceğimizi unutmuşçasına… Kalplerin huzura ihtiyacı var. Evet, kalplerimizin huzura ihtiyacı vardı. Kalplerimizin huzurla dolması için bir şiirle gönlünüzü şenlendirmek istiyorum.

DÜMEN BENDE GİBİ AMA DEĞİL

Takdir edilen ezelden çizilmiş bir rota

Yüreğim de bir huzur hâkim inşirahta

Hissediyorum varacağım liman vuslatta

Ben bende gibi ama değil

İpuçları verilmiş lakin bir muammada

Çözülmesi güç kader sınavında

Bazen sendelesem de ilacım tefvizde

Aklım bende gibi ama değil

Ümidim Ebedi Sevgilimin İlah-i Aşkında

Bu zamana kadar bırakmadı hiç yarı yolda

Ona teslimim bundan önce ve sonrada

Kalbim bende gibi ama değil

Ne olaydı burada sana bilmediğim yolculukta

Her dem onunla olaydım, Gizli ve aşikarda

Sevgisine müptela Muhabbetine ram meşkte

Ruhum bende gibi ama değil.’

Ne vakit ki hayat rotamızı Kur’an ve Sünnet’ e çevirdik İlahi nura yolculuk başlamış demektir. Bu yolculuğun rehberi Hz. Muhammed (a.s.v)’dır. Onun varisleri âlimlerdir. Karanlıktan kurtulmak için güneşe perdeleri açmak gerekir. Gecenin umudu sabahın ilk ışıklarıdır. Kışın umudu ilkbaharın neşv-ü nemasıdır. Yaşayan Kur’an Hz. Muhammed (a.s.v)’ın ahlakını hayatımıza uygulayabilirsek, yavaş yavaş gönlümüzün güneşi de doğacak demektir.

Burada Peygamber Efendimiz’i (a.s.v) anmışken Mehmet Akif Ersoy’un onun için yazdığı bir şiiri eklemek istiyorum;

“Yâ Nebi. Şu halime bak

Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.

Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,

Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.

Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,

Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.

Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,

Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.

Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,

Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.

Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,

Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.

Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,

Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.

İradem olduğu gündür senin iradene râm,

Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.

Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,

Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.

Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,

Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?

Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir,

Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?

Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,

Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.

Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,

Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.

Nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah

Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh….

Hacca gidenler bu şiiri derinden hissetmişlerdir. Peygamber Efendimiz (a.s.v)’ ın aşkıyla hacca, umreye gidenler türbesine biraz daha yaklaşmak için çaba sarf ederler, fakat bir bakarlar ki büyük demirler vardır önünde, yasaktır demirden öteye geçmek… İşte o zaman;

‘Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,

Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.’

Diyen Mehmet Akif’in dizeleri aklına gelir. Efendimiz’ e daha çok yaklaşamadığı için yüreği yanan Mehmet Akif Ersoy…

 Bu ruhen yakınlığı bilmeyenler için biraz daha zor. O manevi yakınlığı tatmış olanlar istedikleri her an, gözlerini kapattıkları demlerde Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) buluşabilir. Bunun içinde tabi ki tasavvuf eğitiminden, manevi terbiyeden geçmek gerekir. Peygamberimiz ile gönül bağı kurmak zor değil. Salâvat-ı Şerife çektiğimiz, O’nu düşündüğümüz, O’nu hissettiğimiz, O’nun hadisini okuduğumuzda, O’na sevgimizi derinden hissettiğimiz anda Peygamber Efendimiz (a.s.v)’a ruhani bağımızı kurmuş oluyoruz. Allah’tan sonra en çok sevgiye layık olan, şüphesiz, Allah Resûlü’dür. Re­sû­lul­lah’ı en çok sevenlerin başında ise Sahabeler gelir.

Bu sevgi Re­sû­lul­lah’ın şu mübarek sözüne bağlılıklarının ifadesinden başka bir şey değildi:

Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.” Müslim, İman: 69.

Bu hakikat en güzel tezahürünü Sahabenin hayatında bulmuştu. Belki de bu­nun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer muhatap olmuştu. Bir gün Re­sû­lul­lah’ın: “Beni ne kadar seviyorsun?” sorusuyla karşılaştı. Cevabı ise, “Seni canım­dan başka her şeyden çok se­­viyorum!” oldu. Ama Re­sû­lul­lah en can alıcı nokta­ya dikkatini çekmiş, “Canından da çok sevmedikçe tam iman et­miş olamazsın, ya Ömer!” buyurmuştu. Re­sû­lul­lah’ı nasıl ve ne derece sevme­si ge­rektiğini öğ­renen Hz. Ömer de, “Canımdan da çok seviyorum yâ Re­sû­lal­lah!” diye cevap vermişti. Peygamberimiz de (a.s.m.), “Şimdi oldu, ya Ömer.” d­iyerek, onun şah­sında bütün Müslümanlara sevgiyi kullanmalarındaki ölçü­yü göstermişti.

Gönlün mahzenlerinde Peygamber sevdasının meşalesi tutuştuğunda, vakit namazları, kaza ve nafileler kılındığında, oruçlar nefsi terbiye ettiğinde, tesettür tüm mahremiyeti gizlediğinde, doyasıya iyilikler yapılıp, bol bol hayır duaları alındığında gönül kabına sığmaz olur. Buraya biraz dikkat kesilelim. İnsan önce her bir şeye tutunmaya çalışıyor, farklı sevgileri tadıyor, sonra darbeler yemeye başlıyor. Burası çile yurdu, burası imtihan yurdu… O gönül dağınıklıklarında bir bunalım, bir buhran baş gösteriyor ne yapacağını şaşırıyor kul…

 Gençlerimizde var bu, uyuşturucuya dalabiliyorlar,  kötü alışkanlıklar edinebiliyorlar.  Hanım kardeşlerimizde, beylerimizde de oluyor haramlara dalabiliyorlar. Kumara, içkiye, gaflete dalıp farklı sıkıntılara girebiliyorlar. Gönüllerini ferahlatmak için yanlış sevgilere de kayabiliyorlar. İşte burada o ruhani karanlıklardan kurtulabilmemiz için Peygamber efendimizin (s.a.v) manevi ışığına, manevi meşalesine, manevi ipine ihtiyacımız var. Artık nasıl tahayyül ederseniz… Peygamber efendimizi rol model almamız onun sancağı altında toplanmamız çok önemli, yoksa dünyaya milyarlarca insan gelmiş gitmiş, kaçının ismi kalmış, kaç kişinin hatırası kalmış. Öyle olur ki mezarlığa bile uğramaz olur en yakını, kardeşi, arkadaşları. Vefalı dostlar ise bırakmaz dostlarını kabirde dahi… İşte dünyada boş geçirmekten daha ziyade, hayırlı bir ömür geçirmek adına bir rehbere ihtiyacımız var.  Bizim rehberimiz ‘’Hz.Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi ve Sellem Efendimiz’’ dir. Efendimiz’ e kadar onun önünde de rehberlerimiz vardır; Kur’an hocamız, Mürşid-i Kâmiller, bize dini sevdiren, Allah’ı sevdiren dostlar olur. Bunlarda onun önünde ki kademe kademe basamak rehberlerdir. Peygamber Efendimiz’ e (sav) tutunan Allah’ın izniyle aydınlığa erişmiş demektir.

Peygamberimizin sevdası gönlüne yerleşenler; namazlarını, kaza namazlarını, ibadetlerini, oruçlarını eda ederler. Tesettürlerini hakkıyla yerine getiriler. Bol bol iyilik yapmayı, gönlü terbiye etmeyi hayatlarının bir parçası haline getiriler. Bütün bunların hepsini Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i şeriflerin rehberliğiyle yavaş yavaş ileriye götürürler inşallah. Sonra bir an gelir ki, Hakiki Sultan gönül sarayına tecelli eyler. Kalp öyledir ki bir yumruk kadardır, lakin o kalbin içinde gönül denilen bir âlem var. On sekiz bin alem oradan seyran edilir. Ne kadar nefsimizi terbiye edersek o kadar gönülde açılmalar yaşıyoruz yani buradan şunu anlıyoruz, bir terazi düşünün bir tarafta ruh var, diğer tarafta nefis. Eğer nefsi yükseltirsek ruh aşağı iniyor, daralıyor, sıkılıyor ve bunalım başlıyor. Nefsin yükselmesi, onun sevdiği şeyleri vererek olur. Uyku, eğlence, keyif… Kişi bunları gereğinden fazla nefsine verdiğinde nefsini çok şımartmıştır lakin ruhunu da gönül kafesine hapsetmiştir. Nefsine düşkün bir şekilde dünyada yaşıyordur. Ne zaman ki manevi eğitimler almaya başladı. Efendimiz’ in hadisleri, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, Allah dostları ve âlimlerin değerli eserlerinden dinini öğrenmeye, sohbetleri dinlemeye başladı. Nefsine terbiye vermeye ve ruhun gıdası olan ibadetleri yapmaya başladıkça, yavaş yavaş ruh kafesten çıkar ve özgürlüğüne kavuşmaya başlar. İnşirah hâsıl olur. Gönül genişliği nasip olur. Bu, nefsin yukarıda olduğu zaman dayanamadığı bir çift söze ve en ufak bir üzüntüye, sıkıntıya, ruhu yükseldikçe onları artık incelememeye başlar. Üzülmemeye başlar. Çünkü artık rotası değişmiştir, maneviyata doğru ilerliyordur. Dünyalık olayları gözünde çok büyütmez. Birçok sıkıntı,  zaten neyi gözümüzde büyüttüğümüzle, neyi gözümüzde küçülttüğümüzle alakalı… Gözümüzde büyüttüğümüz şeylere dikkat edelim.

Hakiki Sultan gönül sarayına tecelli eyler. Hakiki Sultan Cenâb-ı Hak’tır. Zahiren yapılan tüm ibadetlerin anlamı keşfedilir. Kul Peygamber Efendimizin yolundan giderek önce zahirini güzelleştirir. İbadetlerini, dış görünüşünü hakiki bir müslümana yaraşır hale getirir. Kademe kademedir bu birden olmaz, aceleyle olmaz. Bir çocuk doğar doğmaz nasıl ki hemen yürüyemiyorsa, imanla tanışan, müslümanlığı hakkıyla yaşamak isteyen insandan da birden hepsini bekleyemeyiz. Burada kademe kademe bir tekâmül süresi vardır. İşte önce zahirimizi düzeltmemiz gerekir. Daha sonra kul farzları kılar, nafilelerle de Allah’a yaklaşır. Demek ki ibadetlerimiz arttıkça önce Allah-u Teâlâ’ya borçlarımızı ödüyoruz, sonrada ona hediyeler sunmaya başlıyoruz. Nafile namazlar, sadakalar, yaptığımız hayır işleri hizmetler, aslında hepsi Allah-u Teâlâ’ya bizim hediyemizdir. Ve bunlarla birlikte de gönülde sevgi çoğalmaya başlar işte tam burada yaşam çemberimizin tam ortasına İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi mührünü yerleştirmemiz lazım.

Nedir? ‘’İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi

Allahım maksadım sensin, rızana eriştirecek olanda sensin’’ mührüdür.

Bir yandan yaşam koçluğu yaptığım için burada şunu söylemek istiyorum. Hepimizin hayatının bir çemberi var. Herkes bu hayatının tam çemberin ortasına hangi niyeti yerleştirdi? Yaptığı tüm çalışmaları, yaşam tarzını hangi niyet üzere düzenliyor. Sabah kalkmak için onu canlandıran yaşam enerjisinin kaynağı nedir? Okuduğumuz ilimleri ne için okuyoruz? Eşimizle evliliğimizi niçin yaptık? Çocuklarımızı niçin büyütüyoruz? Sağlığımıza niçin dikkat ediyoruz? Paramızı nerelere harcıyoruz? Kazancımızı nasıl kazanıyoruz? Eğlence şekillerimizi nasıl düzenliyoruz? Sosyal ilişkilerimizi akrabalık, dostluk, komşuluk ilişkilerimizi hangi niyet üzere devam ettiriyoruz? Yaptığımız el işini bile niçin yapıyoruz?  Yaptığımız ibadetleri niçin yapıyoruz?

Mahşer meydanında yaptığımız ibadetlerden sevap almak istiyorsak, Allah’ın rızasını istiyorsak, bu yoldaki niyetlerimizi de düzeltmemiz lazım, bu konuda bir Hadis-i Şerif-i yazıya eklemek istiyorum. Niyetin önemini vurgulamak ve desinler diye yapılanların ahirette kıymeti olmayacağına dikkat çekmek adına paylaşmakta yarar görüyorum.

Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Rasûlullah (asm) şöyle buyururken işittim:

“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kimseler (şu üç kişidir: görünürde şehid, alim, servetini Allah yolunda harcayan zengin. Bunlardan ilk önce:)

1) Şehit düşmüş kimse olup Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve nail olduğu nimetleri itiraf eder.

– Allah: “Peki bunca nimetlere karşı ne yaptın?” diye buyurur.

– Adam: “Ya Rab! Senin yolunda savaştım ve şehit düştüm.” deyince:

– Allah: “Hayır yalan söylüyorsun, sen, cesur desinler diye savaştın. Neticede bu söz de senin hakkında söylenmiştir.”

Sonra bu kişi verilen emir üzerine yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır.

2) Diğer bir adam ise ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimse olup o da Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder.

– Allah: “Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın?” diye buyurur.

– Adam: “İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum.”, cevabını verir.

– Allah da buyurur ki: “Yalan söyledin. Sen, ‘âlim’ desinler diye ilim öğrendin, ‘ne güzel okuyor’ desinler diye Kur’an okudun. Zaten bu sözler de senin için söylenmiştir.”

Sonra emredilir de yüzüstü cehenneme atılır.

3) Daha sonra Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkan verdiği bir kimse Allah’ın huzuruna getirilir. Allah verdiği nimetleri ona hatırlatır, o da onları itiraf eder. Bunun üzerine Allah:

“Peki ya sen bu nimetlere karşılık neler yaptın?” diye buyurur.

– Adam: “Senin rızanı kazanmak için sevdiğin yollarda harcadım.” deyince Allah kendisine: “Yalan söylüyorsun, halbuki sen bütün yaptıklarını, ‘Ne cömert adam.’ desinler diye infak ettin. Bu söz de senin hakkında gerçekten söylenmiştir.” buyurur ve ardından da Allah’ın emri üzerine bu kimse de yüzüstü cehenneme atılır.” (bk. Müslim, İmâret 152, hadis no: 1905; Tirmizî, Zühd 48, hadis no: 2383; Nesâî, Cihad 22)

Sırf niyetten kaybedenler var. Niyeti Allah rızası olanlar iki cihanda da kazananlardır.

Hayatımızın merkezine ‘’İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi’’ mührünü yerleştirdikten sonra artık ne oluyor, her ibadetimiz, evimizi süpürmemiz, yemek yapmamız, çoçuğumuzla ilgilenmemiz, bir arkadaşımızın hâlini hatırını sormamız bunların hepsi ibadet haline geliyor. Rabbimin rızasına daha çok yaklaşıyoruz. Yavaş yavaş o ilahı aşk gönlümüze gelmeye başladığında artık her şeyin tadı değişmeye başlıyor.

Kul hayatının merkezine rızayı yerleştirirse ‘’RIZA’’ diye mühür atın oraya, her an artık Allah’ın rızası için yaşar.  Allah adı aşk iksiridir. İlahi aşkın iksirini içen kulun tüm imtihanları selamete erer. Ölmeden evvel ölümü tatmış yeniden aşk ile dirilmiştir. Bu cümlenin altını çizmek istiyorum.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in  “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz. (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29.)

Hadisi şerifi vardır Efendimizin aslında burada söylemek istediği olay nefsin seni esir almasından kurtulmaktır. Ölmeden evvel ölmek budur. Hayatımızın merkezinden nefsi kaldırıp rızayı yerleştirmektir.

Öyle anlar vardır ki’’ bu başımıza niye geldi?’’ deriz. İşte aslında burada Allah-u Teâlâ bizim sınırlarımızı zorlar, o sınırlar bizim yeniden kabuklarımızı kırmamızı, yeniden hayatımıza taze bir rota oluşturmamız içindir. Yaşadığınız sıkıntıları sevin, yaşadığınız sıkıntılarda Allah’ın sizden dilediği çok güzel bir muradı var. Allah-u Teâlâ sevdiği kulunu kendine çekmek ister, bu şekilde düşünün. Dünyada her nimet elinizde, hiçbir maddi sıkıntınız yok. Rahatsınız üzüntü, keder, dert bunların hiçbiri yok.  Allah demek acaba kaç kişinin aklına gelir? Nerde dertli vardır, nerde hasta vardır, nerde sıkıntılı vardır, orda Allahü Teala ile bağlantı çok fazladır.

‘’İzin ver aksın gönlüne, ilahi aşkın şelalesi, kana kana iç,

gönül seyre doysun, yaraların iyileşsin, sür aşk merhemini Cenabı Allah’ın.

Sen iyileş ki, tabip olasın hasta gönüllere, Sür bu merhemden,

bi çare gönlü, deva-i hasret kalan kullara’’

Yunus Emre ne güzel söylüyor;

“Ben gelmedim dava için benim işim sevi için

Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.”

İyilik ile kötülüğün savaşı kıyamete kadar devam edecek sen iyiliğin aydınlığın tarafında ol ki karanlıklar zayıf kalsın. Dünyayı gözümüzün önüne getirelim ve tefekkür edelim. Dünyanın bir tarafını iyilikler(beyaz), bir tarafını kötülükler (siyah) olarak düşünelim hangisi daha çok çalışırsa dünya o renge bürünür. İyiler çok çalışırsa aydınlığa, kötüler çok çalışırsa dünyayı karanlığa boğar. Biz önce şuna karar vermemiz lazım ben hangi taraftayım? iyiliğin tarafında mı, kötülüğün tarafında mıyım?

 İlahi aşkın sonsuz deryalarında yüzen kimseye ölüm yoktur. Kalbimizin derinliklerinde ilahi aşkın zerreleri var. O muhabbet zerrelerinin açılması için ümmeti Muhammed’in çaba ve gayret sarfetmesi lazım. Madde âleminin hapsinden kurtulup melekût âleminin, sonsuz ufuklarına yelken açmaları lazım…

Bu dünyaya geliş geliş gayemiz İnsan-ı Kâmil olmak sadece hayatı kontrol etmemiz lazım. İnsan-ı Kâmiller (olgun insan); Nefsi Emmare’yi yenmiş, nefsi Safiye’ye ulaşmış, halkın arasında geri dönmüş ve bütün insanlara faydalı olmaya çalışan, hizmet ehli insanlar, Mürşidi kâmiller, Allah dostları, büyük âlimlerdir.

Dünyalık her şeyimiz ya var olmasaydı? Ekmekler çöpe gider miydi? Sık sık eşyalar değişir miydi? Misafirsiz lüks evler olur muydu? Evler son derece dekorlu lakin içlerinde eşlerin sevgisi, evlatların sevgisi, komşuların sevgisi, hayvanatın sevgisi bunlarda büyük bir açlık çekiyoruz. Bu devirde en çok ihtiyaç olan şey sevgi… Artık insanlar dostluk kuramıyorlar, birbirlerine yaklaşamıyorlar, ziyarete gidemiyorlar. Çok sıkıntı var, seviniz, sevdiriniz. Sevgisiz iman tatsız yemek gibidir.

Allahü Zül Celali sevmeliyiz. Muhabbet parayla alıp satın alınmaz, gönüller yaparak kazanılır.

NEYDİ HUZUR?

Dünya bir kargaşa yeri, bunu anladık. Bu kargaşadan huzura nasıl geçebiliriz? Çok mükemmel dört dörtlük yaşam tarzı kimse beklemesin. Çünkü imtihan dünyasındayız. Birisi bitecek birisi başlayacak. Yalnız bu imtihanların arasında huzuru nasıl yakalayabiliriz? Gün içinde kalbimizin ritmini nasıl düzenleyebiliriz? Çünkü kalp bazen çok hızlı atıyor stres halinde oluyoruz. Huzursuz bacak sendromu yaşayanlar, mide şişkinliği yaşayanlar buna en güzel örnekler… Çok atalet olur bazen de yataktan kalkacak halimiz olmaz, güne başlamak istemeyiz.

 Tam bu noktada huzur neydi?

Huzur kişinin bulunduğu anda olmasıydı, o anda olup o anı yaşamak ve o anı hissetmekti. Geçmişe çok takılan depresyona girer. Geleceğe çok takılan kaygıya düşer ne olacak? Nasıl olacak? Ne yapacağım? Farkındaysanız birisi geçmiş, birisi gelecek, arada olan şey şu AN’dır. ‘Şu an ben neredeyim?  Namazını kılıyorsan o anda şunu demeliyiz’’ şu an ben namazdayım? Bedenim namazda ama ruhum nerede? Yemeğimi pişiriyorsam eğer, o ana odaklanmalıyım. Yemeğimi dualarla pişirmeliyim. Bir dostumla sohbet ediyorsam o an aklım başka şeylerde olmamalı ki o anın tadını çıkarayım. İşte, kişinin bulunduğu anda olması, huzurun başlangıcı, gönül rahatlığı ve dinginlik. Huzurun bir diğer anlamı…

Yaptığımız her işte, pişirdiğimiz her yemekte, evladımızla yaptığımız her sohbette, dostumuzla yaptığımız her muhabbette, bir kelebeği seyrederken, bir mumun yanışını izlerken, bir gülü seyrederken, astığımız çamaşırda, boyadığımız duvarda kendini seyretmekti belki de huzur…

Dünyada bir sürü sanat var. Terzi kıyafeti dikerken aslında bir insanın nasıl terbiye edildiğini seyreder. O kumaşı alıp biçmek, dikmek, temizlemek ve bir insana giydirmek aslında bir insanın terbiye surecini anlatır. bir yemeği pişirmekte aynı şekildedir. Örneğin; fasulyeyi bir insan gibi düşünürseniz, tencereden ağza, mideye iniş ve en son kana karışıp o insanla beraber ibadet etmesi vardır fasulyenin… Aslında fasulyede bir insanın pişme surecini anlatır bize…

Derdimiz artık dünyalık biriktirmek olmamalı, insanlık sırrını kemalât yolunu ezel ve ebedin gizemlerini araştırmalıyız.

Genelde, ergenlik döneminde ki gençlerimiz aynanın karşısına geçer ve ‘’Biz bu dünyaya niye geldik? Bu soruyu çok sorarlar. Aslında bu soru çok kıymetli bir sorudur. Aileler, evlatlarını ergenliğe kadar manevi olarak güzel ve kaliteli beslemişse bu soru o genci hayra yönlendirir. Gerekli ruhsal eğitim zamanında verilmediyse, gencin yönelimleri tehlikeli olabilir. Bu sebepten ergenlik yaşından önce sağlam dini inançlar gençlere mutlaka aşılanmalıdır.

 ‘’Ben kimim’’ sorusunun arkasında yeni bir başlangıç başlar, ezel ve ebedin gizemlerini merak etmeye başlar, dünya sadece bir istasyon olduğunu, yolculuğunun devam ettiğini ve hakikatin güneşine erişmek için araştırmaya ve mücadele faslına başlar inşallah…

‘’Ben seni istiyorum Allahım’’ demeye başlamak çok önemli

‘’Cennet Cennet dedikleri üç beş köşkle birkaç huri

İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni ‘ diyen Yunus Emre bize burada da merhaba diyor.

‘’Sen Sultansın ben kulunum ya rab

Sen Gülsün ben bülbülünüm ya rab

Hükmün bütün âleme yeter

Neyim var ki senden başka’’

İlahisi de  bu aşk ile yazılan çok sevdiğim ilahilerden biridir.

Birçok insan bütün dünyada seyahat içinde dolaşır, o ülkeye gider, bu şehre gider, hep gezip dolaşıp dünyayı keşfetmeye çalışır. Bazı tasavvuf erbabı da gönlün içinde seyahat ederler. Gönlün derinliklerine girmeye, İlahi aşkın sırlarına, rıza makamına, tefvize, tevekküle, Allah yolunda hizmete, sadak-i cariyeleri ( öldükten sonra amel defterimizi sağdan almamıza vesile olacak hayırlı sadakaları )nasıl bu dünyada hazırlayabilirimin, derdine düşerler.

Aşk yoksa namaz ruhsuzdur

Aşk yoksa yemek tatsızdır.

Aşk yoksa meclis feyizsizdir.

Aşk yoksa çocuk neşesizdir

Aşk yoksa evlilikler, soğuk-robotvaridir

Aşk yoksa sanatlar devamsızdır

Aşk yoksa secdeler açılmayan kapılardır

Aşk yoksa hac turizmdir, seyahattir

Aşk yoksa mesafeler çoktur

Aşk yoksa ruhlar uzak birbirinden uzaktır

Aşk yoksa Ümmet Peygambersizdir

Aşk yoksa İstanbul ilimsizdir

Aşk yoksa türbeler garip, ziyaretsizdir

Aşk yoksa yollar zikirsiz, korna gürültüleri doludur

Aşk yoksa Eyüp Sultan tanınmaz

Aşk yoksa Aziz Mahmut Hüdayi’ nin kalbiyle ısıttığı su anlaşılma

Aşk yoksa Merkez Efendi’nin merkezi bilinmez

Aşk yoksa şehidin kurbanlığı anlaşılmaz

Aşk yoksa gelinlerin kınası bilinmez

Aşk yoksa Kurban bayramının hakikati nereden bilinir

Aşk… Ah… Aşk

Aşk yoksa kelebek neden ateşe atlar bilinmez

Aşk yoksa bedenen kavuşamayan canların rabıtası nerden bilinir

Aşk yoksa dört mevsimin hikmeti nasıl bilinir

Aşk yoksa kabz ve bast halleri nasıl çözülür

Aşk yoksa hasret ve vuslatın sırları nasıl çözülsün

Kerem ile Aslı’nın, Leyla ile Mecnun’un neden kavuşamadığı, Leyla’dan Mevla’ya geçmenin tadı nasıl bilinsin. Fenafillâha ermeyi, gönül haccını tadmayı, Bekabillah’ ta hizmet aşkıyla tutuşup, Ebedi Sevgili’ ye lekesiz, kusursuz, en nadide nakışlar ile en güzel çeyizleri (salih amelleri) hazırlamayı nerden bilsin aşksız insan…

Ölümün bu kadar güzel oluşunu, sevgiliye kavuşmanın heyecanını, Kur’an’ın kölesi olmayı, Hz. Muhammed (a.s)’ın yolunun tozu olmayı, Ezanların buluşma davetiyesi oluşları, sıcacık yataklardan o eşsiz davet ile sevgilinin evine toplanıp, manevi ikramları ve aşk ile nasiplenmenin güzelliğini nereden bilsin aşksız insan…

İlahi aşk ile huzura erdik. Kâmil insana mutlak sevgi ikramdır. Çektiği ahların mükâfatıdır. Âşık maşuğu ile buluşur. Damla deryada yok olur. Yüzünde güller açar. Gönül sarayı ağyardan(yabancıdan) temizlenir. Açılan dua ellerine damla damla nurdan feyiz yağar. Saatin tiktakları aşk aşk diye atar. Kuşlar nağmelerini aşk aşk diye öter.

Allahım aç kapılarını. Allahım aşk kapılarını Aç… Bizleri ilahi aşkın ile canlandır yeniden. Yeni Fetihler nasip et. İlahi aşkın ile dolsun cümle âlem…

Gönlümüzü ağyardan kargaşadan kurtaralım. Biraz kanaat ehli olalım, biraz verilene razı olalım ve inşallah ilahiaşka açalım kalbimizin kapılarını, maneviyata açalım. Namazımızı kılarken aşk ile kılalım. Kur’an’ımızı okurken aşk ile okuyalım.

Yüreğimiz her nerede daraldı ise, gönlümüzde Allahü Tealanın aşkını hissederek, dilimizde O’nun adını zikrederek, bulunduğumuz anı tefekkür ederek, şu an bu demde hikmeti ilahiler neler ola diyelim. İlahi Aşkın esintilerinde huzur demlerini hissedelim. İnşallah bir nebze gönüllere faydalı olabildiysek ne mutlu bize…

Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Rana Tatlıpınar’a ve ses kaydını yazıya hazırlayan: Hatice Şahin’e ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin.

Saygı ve Hürmetlerimizle

15.1.2021

Mihrican Ulupınar

Vaize/ Sosyolog

Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu

01
Şub
18

Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…


Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…

 

Mihrican Ulupınar

Eğitimci /Sosyolog /P. Yaşam Koçu

Hayat; içinde zıtlıkları barındıran bir o kadar da o zıtlıklarla ahenk içinde birbirini tamamlayan değirmen misali bir döngüyü içinde barındırır.

Eşrefi mahlûkat olarak dünyaya gönderilen insan, Bezm-i elestten Cemalullaha uzanan sonsuzluk seyrinde, defalarca varlık ve yokluk kavramlarıyla karşılaşır. Bu döngü içinde dolaşıp durur.

Kimileri bu yolculuklarını kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (sav) ikazlarıyla gaflet bataklığında geçirmez. İman ile ‘’KUL’’luk farkındalığını kazanır. Aklını, kalbini, ruhunu feyzi ilahi ile şereflendirir. Allah’ın(cc) halifesi olduğunun şuurunda olarak duygu ve düşüncelerinde iç görü kazanır. Ruhunun liderliğinde, aklının vezirliğinde, kalbinin süveyda derununda ilahi aşkın zirvesinde, azalarını da asker bilinciyle istikamet göstererek ebedi saadet müjdesine nail olur.

Kimileri de bu ikaz ve uyarıları dinlemeyerek, ruhlar meclisinde Allah’a(cc) verdiği sözü unutarak hayatına devam eder. Gafletle hayatına devam edenlerde isyanın eserlerini görürüz. İman eksikliği ve akli melekelerini yeterince kullanmaması onu isyan bataklığının içinde tutar. İman ve salih amel yokluğu içsel fırtınalarının da kaynağıdır.

Asıl ölüm ve dirilişi nefsinin terbiyesinde de yaşar. Nefsinin isyanından kurtulabilirse hidayete erer. Yaşadığı tüm hastalık, musibet, sıkıntı gibi imtihanlar ile acziyetini, güçsüzlüğünü fark eder. İlahi rahmete muhtaç oluşunu idrak eder. Allah’ın(cc) dergâhına sığınır. Bu minval üzere acz ve fakr, ilâhî rahmete birer vesiledir. Zengin olsa da Allah’a(cc) muhtaçlığını, hiçbirini yaratmaya muktedir olmadığını görür. İnsan hem azalarına ve hem de havaya, suya, güneşe, aklına, gözüne, hafızasına, sevgiye, ilme, sese ve nicelerine ihtiyaç içerisindedir. Velhasıl-ı kelam acziyetiyle Mevlaya muhtaçlığı daimidir. Bu hissiyatı, kalbi derununda hissettiğinde O’na yönelir, O’na sığınır, O’ndan medet bekler. Nefsini terbiye sanatını ve ilmini bilmeyen had bilmezler, Karun ve Firavun gibi malikiyet davasında bulunur. Başarılarını kendilerinden bilirler. Vaktinde tevbe etmedikleri takdirde sonları elim bir azap iledir. Bunu er geç öğreneceklerdir. Hâlbuki tüm meziyetler Allah’ın(cc) inayetiyledir.

Nefsini az konuşma, az uyuma, az içmek ve zikir, tefekkür, uzlet, hizmet ile terbiyeye muktedir olan insan, züht sahibi olur, aza kanaat eder. Dünyaya ve maddî menfaate değer vermez. “Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzülmemek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır” zahit olmak… Dünyayı tamamıyla terk etmek değil, lezzet veren şeyleri azaltmaktır. Dalmamaktır. Dünyaya esaret içinde olmamaktır. Allah(cc) elbet kulları için çeşit çeşit nimetler yaratmıştır. Müslüman bunlardan helal yollar ile istifade edecek, harama meyletmeyecek, israf etmeyecek ve bunlara kalbini bağlamayacaktır. Dünyayı ahiretine hizmetçi edecektir. Züht sahibi, dünyaya fren yaptıkça, yeter dedikçe, ruhsal yönden güçlenmeye başlar. Allahu Teâlâ(cc) ile murakabeyi bozacak her şeyi terk edenlere Arif-i billâh denilir. Fenafillâhta hiçlik makamına erişir. Nefsini terbiye metotlarından geçerek “Ölmeden evvel ölüm” sırrına erişir.  Ruhunu bedenine sultan eyleyerek Fenafillah, tefâni sırrı da denilen, “ölmeden önce ölmüş gibi olup” yokluk sırrına ererek, Allah’ın (cc) varlığında yok olmuş, erimiş olacaktır. İnsan daha önce “ben ben” derken, “meğer ben sadece O’nun tecellisine bir ayna imişim” düşüncesiyle haddini bilmeyi öğrenir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir”

Bu babda Hiçlik kavramı karşımıza çıkar. Hiçliğe erişen sufiler benlikten bizliğe yelken açmış olurlar. Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

“İlim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin /Ya nice okumaktır.” demiş Yunus Emre. Tefekkür edilesi bir dörtlük…

“Bekabillah tevhit makamıdır” sırrı ile de küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka misali tekrar dirilişi yaşar. Fecr suresinin muştularını dünyada iken hissetmeye başlar. Bu dirilişle artık tüm ömrünü “ilahî ente maksudî ve rizake matlubî” mihenk sırrıyla insanlığa ve tüm mahlûkata hizmet ile geçirmeye çalışır. Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzurun yani her an Allahu Teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün değildir.

Kendi gücü nispetinde her şeyi yaptıktan sonra tevekkül boyutuna geçer. İşlerini Allaha ısmarlar. Tevekkül kavramı, Allah’a güvenmek, dünyaya ve ahirete ait maksatlara ulaşmak için gereken bütün tedbirleri aldıktan ve sebeplere tam riayet ettikten sonra, neticeyi Allah’tan beklemek ve tesiri O’ndan bilmektir.

Tefviz kavramı ve tevekkül yakın mana taşırlar. “Tevekkül tefvizin bir koludur.” , “Tefvîz, tevekkülün en ileri şeklidir.” denilmiştir. Ve kalbin manevi şifa iksirlerinden biridir. İbrahim Hakkı Hazretleri, meşhur “Tefvîznâme” şiiriyle bizlere manevi iksirden doya doya ikram eder. “Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler,”

Buna göre, bir işin meydana gelmesi için birtakım ön çalışmalar gerekiyorsa, bunlar yapılmadan tefviz yoluna girmek tembelliktir. Gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek ise tevekküldür. Sabır artık onun şiarıdır. Tahammülünün tüm sınırlarını zorlar. Gücü yettiği kadar aklını, kalbini, ruhunu, bedenini kullanır. Hatta gücünün üzerinde işlerde dahi sınırlarını zorlar. Bilir ki “La havle velâ kuvvete illa billâh” sırrıyla bütün güç ve kuvvet Allah’tan gelir. Ondan gelen her şeye razı olur. Rıza makamını yaşar. İnsan-ı kâmil olarak ömrünü tamamlar. Bu yokluk âlemine seçilerek gelişi veda ederken de işe yaramaz, değersiz, esfeli safiline düşmüş bir sonla değil insan-ı kâmil mertebesini kazanmış bir Hak aşığı, bir Hak dostu olarak, aklına Marifetullahı, kalbine de Muhabbetullahı nakş ederek Cemalullah yolcuları arasına ismini kaydettirir.

“Âşk geldi damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu.

Bedenimin bütün cüzlerini sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o…” Hz Mevlana (k.s)

 

10
Oca
18

Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…


Bezm-i Elest’ten Cemalullah’a…

bezmi elestten cemalullaha ile ilgili görsel sonucu

Hayat; yaşam döngüsü içinde zıtlıkları barındıran bir o kadarda o zıtlıklarla ahenk içinde birbirini tamamlayan değirmen misali bir döngüyü içinde barındırır.

 Bu döngünün merkezinde İnsan, sonsuzluk deryası olan varlık âlemi içinde ruhuyla, cesediyle, aklıyla, kalbiyle Allah’ın {C.C}“Ahsen-i takvim” üzere yaratmış olduğu yeryüzünün halifesi ve ilahi emanetin teslim edildiği  “Ne gökler ne de yer beni içine alamadı. Fakat mü’min kulumun kalbine yerleştim.”(1) sırrına sahip bir sanat eseridir.

Eşrefi mahlûkat olarak dünyaya gönderilen insan, Bezm-i elestten Cemalullaha uzanan sonsuzluk seyrinde defalarca varlık ve yokluk kavramlarıyla karşılaşır. Bu döngü içinde dolaşıp durur. Ruhlar âleminden anne rahmine ve nihayetinde dünyaya doğumu ile varlığı, vefatı sebebiyle kabir âleminde ise yokluğu tadar. Mahşer meydanında yeniden varlığı tadarak defaatle sonsuzluk âleminde gelgitlerde kulaç atar.

Kimileri bu yolculuklarını kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (sav)  ikazlarıyla gaflet bataklığında geçirmez. İman ile farkındalığını kazanır.  Aklını, kalbini, ruhunu feyzi ilahi ile şereflendirir. Allah’ın{C.C} halifesi olduğunun şuurunda olarak duygu ve düşüncelerinde iç görü kazanır. Ruhunun liderliğinde, aklının vezirliğinde, kalbinin süveyda derununda ilahi aşkın zirvesinde, azalarını da asker bilinciyle istikamete yönlendirerek ebedi saadet müjdesine nail olur.

Kimileri de bu ikaz ve uyarıları dinlemeyerek, ruhlar meclisinde Allah’a{C.C}  verdiği sözü unutarak hayatına devam eder. Gafletle hayatına devam edenlerde isyanın eserlerini görürüz. İman eksikliği ve akli melekelerini yeterince kullanmaması onu isyan bataklığının içinde tutar. İman ve Salih amel yokluğu içsel fırtınalarının da kaynağıdır.

Asıl ölüm ve dirilişi nefsinin terbiyesinde yaşar. Nefsinin isyanından kurtulabilirse hidayete erer. Yaşadığı tüm hastalık, musibet, sıkıntı ve imtihanlar ile acziyetini, güçsüzlüğünü hisseder. İlahi rahmete muhtaç oluşunu idrak eder. Allah’ın{C.C}  dergâhına sığınır.  Bu minval üzere acz ve fakr İlâhî rahmete birer vesiledir. Zengin olsa da Allah’a{C.C} muhtaçlığını, hiçbirini yaratmaya muktedir olmadığını görür. İnsan hem azalarına ve hem de havaya, suya, güneşe, aklına, gözüne, hafızasına, sevgiye, ilme, sese ve nicelerine ihtiyaç içersindedir. Velhasıl-ı kelam acziyetiyle Mevlaya muhtaçlığı daimidir. Bu hissiyatı kalbi derununda hissettiğinde O’na yönelir, O’na sığınır, O’ndan medet bekler. Nefsini terbiye sanatını ve ilmini bilmeyen had bilmezler, Karun ve Firavun gibi malikiyet davasında bulunur. Başarılarını kendisinden bilirler. Vaktinde tevbe etmeyenlerin sonları elim bir azab iledir. Bunu ergeç öğreneceklerdir. Hâlbuki tüm meziyetler Allah’ın{C.C}  inayetiyledir.

Nefsini az konuşma, az uyuma, az içmek ve zikir, tefekkür, uzlet, hizmet ile terbiyeye muktedir olan İnsan, zühd sahibi olur, aza kanaat eder. Dünyaya ve maddî menfaate değer vermez. “Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzülmemek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır”zahid olmak… Dünyayı tamamıyla terk etmek değil, lezzet veren şeyleri azaltmaktır. Dalmamaktır. Dünyaya esaret içinde olmamaktır. Allah  {C.C} elbet kulları için çeşit çeşit nimetler yaratmış envai hazinelerle donatmıştır. Müslüman bunlardan helal yollar ile istifade edecek, harama meyletmeyecek, israf etmeyecek ve kalbini bağlamayacaktır. Dünyayı ahiretine hizmetçi edecektir. Zühd sahibi, dünyaya fren yaptıkça yeter dedikçe ruhsal yönden güçlenmeye başlar. Allahü Teâlâ{C.C}  ile murakabeyi bozacak her şeyi terk edenlere Arif-i billâh denilir. Fenafillâhta hiçlik makamına erişir. Nefsini terbiye metotlarından geçerek ‘’Ölmeden evvel ölüm’’ sırrına erişir.  Ruhunu bedenine sultan eyleyerek Fenâfillah, tefâni sırrı da denilen, “ölmeden önce ölmüş gibi olup” yokluk sırrına ererek, Allah’ın {C.C} varlığında yok olmuş, erimiş olacaktır. Her daim Allah’a {C.C}  ihtiyacı olduğunu, bütün şifaların ondan geldiğini hissederek, Allah yolunda fenafillâh makamına doğru yolculuğuna devam eder. Tasavvuf inancına göre, evrende Allah’ın {C.C} varlığından başka gerçek varlık yoktur. Varlıklar onu gösteren birer aynadan ibarettir.

Aşk yolunun yolcusu Yunus; “Beni bende deme, bende değilem, bir ben vardır bende benden içerü!” diyerek benlikten geçerek “hâkiki benliğine” kavuştuğunu söylüyor.  Nefsini eritip İlahi Nur kaynağına ulaştığının sırlarını şiirlerinin satır aralarına gizliyor.

Hz.Mevlânâ: “Hamdım, piştim, yandım!” beyanıyla açıkladığı ömrünü, aklın son noktasında ilmin acziyetini yaşadığı ve kalbinin zaferiyle ilahi aşkın, varlık yokluk sırrının, idrakini bize hissettirir.  Kendisi yokluğu tadar, aslında orada var olanı seyreder. Kâinatın sahibinin Mü’min Sûresi 16. Ayetinde buyurduğu “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir?” sırrına muhatap olarak Hak Teala olduğunu görür..

İnsan daha önce ‘’ben ben derken, meğer ben sadece O’nun tecellisine bir ayna imişim’’ düşüncesiyle haddini bilmeyi öğrenir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir”

Bu bab da Hiçlik kavramı karşımıza çıkar. Hiçliğe erişen sufiler benlikten bizliğe yelken açmış olurlar. Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için yükseliyorlar.”[2]

“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir, aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[3]

Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

‘’İlim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin /Ya nice okumaktır’’ demiş Yunus Emre derin tefekkür edilesi bir dörtlük…

Bekabillah Tevhid makamıdır. Sırrı ile de küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka misali tekrar dirilişi yaşar. Fecr suresinin muştularını dünyada iken hissetmeye başlar.

27-28. Ey (Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. [krş. 98/8]

29-30. Haydi (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.)(4)

Bu dirilişle artık tüm ömrünü “ilahî ente maksudî ve rizake matlubî” Mihenk sırrıyla insanlığa ve tüm mahlûkata hizmet ile geçirmeye çalışır.

Allah (Cellecelalühü) “Ben bir kenz-î mahfî (gizli hazine) idim. Görünmek için bu âlemleri yarattım.”([5]). Buyurmuştur.  Her şey o”na nispetle, bir tecellî içerisindedir. Yüce Allah”ın (Cellecelalühü) “Lizatihi, bizatihi”([6])  tecellîsi mevzû-i bahistir. Evvelâ her şey O”nun Mutlak Zat varlığının bir tecellîsi, kendisi ile yine kendisine tecellîsinin birer  tezâhüründen ibarettir. Yine bir Kutsî Hadis”de: “Ben insanın en büyük sırrıyım ve insan benim en büyük sırrım.”([7])  Buyurulmuştur.

Cüneydî Bağdadî Hazretleri: “Allah”ın (Cellecelalühü) seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesi”([8])

Hakk’ul-yakîn bilgisi (hakîkate kavuşmak) bekâ-billâh makamında hâsıl olur. (9)

Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzûrun, yâni her an Allahü teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün değildir. (10)

Tasavvufta fenâ ve bekâ’dan ilk bahs eden Ebû Saîd-i Harrâz’dır.

Tüm işlerinde Allaha tevekkül eder. Kendi gücü nisbetinde her şeyi yaptıktan sonra tevekkül boyutuna geçer. İşlerini Allaha ısmarlar. Tevekkül kavramı, Allah’a güvenmek, dünyaya ve âhirete ait maksatlara ulaşmak için gereken bütün tedbirleri aldıktan ve sebeplere tam riayet ettikten sonra, neticeyi Allah’tan beklemek ve tesiri O’ndan bilmektir.
Tefviz kavramı ve tevekkül yakın mânâ taşırlar. “Tevekkül tefvîzin bir koludur.” , “Tefvîz, tevekkülün en ileri şeklidir.” denilmiştir. Ve kalbin manevi şifa iksirlerinden biridir. İbrahim Hakkı Hazretleri, “Tefvîznâme” meşhur şiiriyle bizlere manevi iksirden doya doya ikram eder.

  “Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler,”

“Tertib-i mukaddematta tefvîz tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür.” (11)

Buna göre, bir işin meydana gelmesi için birtakım ön çalışmalar gerekiyorsa, bunlar yapılmadan tefvîz yoluna girmek tembelliktir. Gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek ise tevekküldür. Sabır artık onun şiarıdır. Tahammülünün tüm sınırlarını zorlar Gücü yettiği kadar aklını kalbini ruhunu bedenini kullanır. Hatta gücünün üzerinde işlerde dahi sınırlarını zorlar. Bilirki“La havle velâ kuvvete illa billâh” sırrıyla..bütün güç ve kuvveti Allahtan geldiğini idrak eder Ondan gelen her şeye razı olur. Rıza makamını yaşar. İnsanı kâmil olarak ömrünü tamamlar. Bu yokluk âlemine seçilerek gelişi veda ederken de işe yaramaz, değersiz, esfeli safiline düşmüş bir sonla değil… İnsanı kâmil mertebesini kazanmış bir Hak aşığı, bir Hak dostu olarak, aklına Marifetullahı, kalbine de Muhabbetullahı nakş ederek Cemalulah yolcuları arasına ismini kaydettirir.

‘’Âşk geldi damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu.

Bedenimin bütün cüz’lerini sevgili kapladı.

Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o…’’(12)

Dipnotlar:

1-Acluni, Keşfü’l-Hafa, II, 195.

(2) Attâr, Tezkire, s. 622.

(3) Attâr, Tezkire, s. 629.

(4)Feyzül Furkan Hasan Tahsin Feyizli

(5) Necip Fazıl Kısakürek, Age, s. 167

(6)Necip Fazıl Kısakürek, Age s.177

(7) Necip Fazıl Kısakürek, Age s.108

(8) Molla Câmî

(9) Ahmed Fârûkî

(10) İmâm-ı Rabbânî

(11). Mektûbat

(11) Hz Mevlâna:

(12). Mevlana

Sosyolog/ Eğitimci/ Yazar

Mihrican Ulupınar

16
Ara
17

İlahi Aşk Yolculuğu / Kitapyurdunda


İlahi Aşk Yolculuğu
İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.
 
11
Şub
14

Ve Ravza Yollarındayız…


Ve Ravza Yollarındayız…

Ve Ravza Yollarındayız…

Tarih, Kader sayfalarıma mührünü vuruyor: 25.01.2006 Çarşamba…

Sabah Mekke’de veda tavafımızı yapmış, doyamamış ikindi namazında yeniden, son bir ziyaretle, ikinci bir veda daha yapıp, otelimize dönmüştük. Pınardan fışkıran kaynak suyu gibi, durmak bilmeyen yaşlı gözlerle…
Kalbim ikiye bölünmüş sanki; bir yanım Mekke’de kalıyor, bir yanım ise Medine’ye hasret…

Başlamıştı mübarek yolculuğumuz… O anki duyguları anlatmaya dilim aciz kalıyor, çok otobüs yolculuğu yapmıştım, özellikle memlekete yaptığım yolculuklarda… Lakin bu yolculuk o kadar başka ki, gönülden istiyorum her anını faydalı geçireyim… Tefekkür ediyorum ve içimden diyorum ki, bu otobüstekiler ne kadar şanslı… Çünkü Kutlu Sultanımız H.z Muhammed’e (s.a.v) gidiyoruz…
Kaç yolculuk bunun gibi özel olabilir? Kaç yolculuk böyle kutlu, kıymetli olabilir?
Allah’ım dilim anlatamıyor bu anları; Kutlu Sultanımız (s.a.v) deveyle ve zorluklarla yaptı, ben ise otobüste rahat koltuğumdayım, utanıyorum… Bir tarafımda ise coşkun bir heyecan! İçim içime sığmıyor, dakikalar asır gibi… Geçmek bilmiyor.
Yolculuğumda bazı sevmediğim davranışlar oluyor, özellikle bir yazar kardeşimin sitemleri beni çok üzüyor, otobüsün konforunu şikâyet ediyor? Neden daha lüks değilmiş diye!
Ahhhhh, yolculuğumuzun mübarekliğine binaen onu üzmek istemiyorum ama kalbim ona hep şu sözleri söylüyor… ’’ İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, eğer kendin bilmezsen bu nice okumaktır’’ İnşaallah O’nun kalbine de yol olmuştur bu kelamlar! Biz ki ne haddimize konfor ararız, biz ki… Ahhhh… Sürünerek gitsek bile layık olamayız o kapıya, nice Allah (C. C) dostları, Peygamber âşıkları ne büyük hürmetlerle gitmişlerdi o mübarek kapıya, ya biz!

Yolculuk bitmek bilmiyor, hepimizde bir heyecan… Allah’ım sanki yanımızda O (S.A.V), sanki bizimle… Ahhhh…
Sevdim seni ya RasulAllah Sevdim seni ya HabibAllah
Bizi de al yanına Güllerin Efendisi Âşıklarını kabul et ümmetin Sevgilisi

Akşamüzeri saat 18.00 de Mekke’den başlayan yolculuğumuz gece saat 02.00 de Medine’ de bitiyor, işte o ilk ışıklar!
Ravza’nın minaresinin ışıkları! Işıl ışıl… Nur dağıtıyor Ümmete…

Oteli istemiyorum, bir girebilsem huzura, Sevgiliye, aşka, muhabbete… Hemen şimdi gitmek istiyorum… Sevgilisine kavuşmak isteyen bir âşık gibi… Sılaya dönen bir yolcu gibi… Babasını özleyen bir evlat gibi… Hepimiz ayaktayız görmek için yarış yapıyoruz. Ve indik otelin önüne, eşyalarımızı teslim ediyoruz ve yine bir sürpriz daha…

Evet, anahtarları vermiyorlar, otelin odaları hazır değilmiş!
Allah’ım nasıl sevindim, nasıl sevindim…

Valizleri hemen girişe bırakıp, Ravza-i Mutahhara’ya doğru aşkla yürüyoruz, otelimiz hemen Mescid-i Nebevi’nin karşısında… Green Palas… Lakin Ravza-i Mutahhara’nın yanında öyle sönük kalıyor ki… Tüm oteller sadece bir misafirhane, bu kutlu yolcuların misafirhaneleri… Mana ile doyanlar maddeye takılır mı hiç?

Sevinç ve tatlı bir heyecan ile abdestlerimizi alıyoruz. Çok az hacı var, nasıl seviniyoruz. Bu demektir ki, doya doya hasret gidereceğiz… Mekke çok kalabalıktı, biz ayrılana kadar da bir türlü boşalmamıştı. Kızmayın bana ne olur, insan sevdiğini paylaşamıyor! Burası da kalabalık olacak diye korkuyorduk, bu sakinlik sevindirmişti bizi, demek hacılar memleketlerine gitmişti artık…

Mescid-i Nebevi öyle büyüktü ki tarifi mümkün değil… Yatsı ve teheccüd namazlarımızı kıldık. Kapısı çok fazla… Biz genelde H.z Osman kapısından giriyoruz, her kapının bir adı ve numaraları var… Daha sabah namazına çok var…

Bu ne kutlu bir gece Ya Rab! Sabaha kadar çok özel bir dem…
Bu sabah hiç olmasa!
Yarını bekleyemeyeceğiz; ben, hocamızın hanımı, birde Aynur ablam Ravza-i Mutahhara’ya gidiyoruz. İçeriye giremiyoruz, henüz açık değil. Bizde dışarıdan ziyaret ediyoruz.

Ve ‘’O AN’’ YEŞİL KUBBE’NİN karşısındayım…

Allah’ım sanki Kutlu Sultanımız H.z Muhammed (s.a.v) bize diyor ki; ‘’Hoş geldiniz’’… Benim yüzüm öyle kızardı ki, işlediğim hatalar, kusurlarım aklıma geliyor, layık değilim diyorum bu kapıya, ne sunacağım şimdi? Hani hediyem? İçimde amansız fırtınalar, dışımda ise sessizlik ve sükût demindeyim…

Ve dilimden gayri ihtiyari dökülenler…

Esselatü vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya H.z Eba Bekir
Esselatü vesselamü aleyke ya H.z. Ömer

Sana getirecek temiz hiç bir şeyim yok, ya RasulAllah… Riya karışmamış bir amelim var mı bilmiyorum? Sadece Sana sunacağım en kıymetli hediyem, Kâbe’nin üzerime toplanan tozları… Onlar benden çok daha temiz… Ne olur Kâbe’nin tozu hürmetine,’’EBEDİ SEVGİLİNİN EVİNİN TOZU HÜRMETİNE’’ affeder misin beni? Ne olur? Bağışlar mısın bu acizi? Kabul eder misin dergâhına?

Gözlerim yeşil kubbede takıldı kaldı, ayrılamıyorum, ne büyük bir Onur bu Allah’ım… Kutlu Sultanımız (s.a.v) bizi direk huzuruna kabul etmiş ve otelde misafirliğimize bile izin vermemişti… Bu gece sabaha dek Mescid-i Nebevi’nin misafiriyiz bu mutluluğu anlatmaya doyamıyorum. Her şerde bir hayır gizli değil mi? İşte o hayrı doya seyrediyorum.

Sonra Cennet-ül Baki’ye gidiyoruz. H.z Osman’a(r.a.) ve tüm sahabelere H.z Fatıma’ya(r.a) ve Peygamberimizin(s.a.v) tüm yakınlarına doyasıya selamlar veriyoruz. Onbinlerce sahabi var burada, aman Allah’ım! Ben kitaplardan okuyarak onlara ulaşmaya çalışırdım, buradalar ve karşımdalar… Bu nasıl bir zaman dilimi, bir daha nasip olur mu? Bir daha tadabilir miyim bu maddi ve manevi ziyareti?

Geri geliyoruz, aman Allah’ım! Bu kalabalık da nedir? Hayret üzere hayret yaşıyorum!

Nasıl olur ama daha yarım saat öncesinde kimseler yok gibiydi, şu an akın akın insan seli geliyor ve ben, yetmiş beş bin kişinin namaz kılabildiği Mescid-i Nebevi’nin içine giremiyorum, çünkü yer kalmamış! Ne zaman geldi bunca insan?
Aman Allah’ım erken düşünmüşüm, yine yanıldım! Bir âşık biz miyiz sandım? Ahhhh, âşıklar meğer buluşma saatini gözetliyormuş, hiç kılar mı onlar evlerinde ya da otellerinde? Sabah namazına buraya, Sevgili Peygamberimiz’e(s.a.v)koşmuşlar. Gıpta ediyorum, imreniyorum ve birazda kıskanıyorum, ne güzel Allah’ım… Her vakit namazını burada kılıyorlar, çok geç kalmışım çok…

Mescid-i Nebevi’nin bahçesinde bir yer buluyorum kendime, evet bahçesi bile ÂŞIKLAR ile dolu. Kutlu Sultanımız H.z Muhammed’i (s.a.v) sevenler ile dolu… Tüm dünya ülkelerinden ziyaretçileri var. Avrupa, Asya, Afrika, Avustralya, Amerika kıtaları cem olmuş, dünya Müslümanları burada toplanmış. Zengini- fakiri, yaşlısı- genci, çocuğu- bebeği, makamlısı-makamsızı…

Burada bahçe bölünmüş, namazlarımızı artık bayan ve erkekler ayrı ayrı kılıyoruz. Burayı da paylaşmak zorundayız
’’Sevilen bu kadar güzel olursa seveni de bir o kadar çok olacaktı tabi, ne bekliyordun?’’ diyorum kendime ve o güzelim Medine rüzgârının serinliğinde sabah namazlarımızı âşıklarla birlikte eda ediyoruz. Sağımda Nijerya’lı,solumda Almanya’lı kardeşimle…
Şâd olmuş, tatmin olmuş, vuslata ermiş bir gönülle otelimize dönüyoruz, kahvaltımız hazır, bir an önce dinlenip, Ravza-i Mutahhara’yı içeriden ziyaret etmek için hazırlık yapmamız gerekiyor. Bayanlara belli vakitler ayrılmış, günde iki kere, bir sabah bir de öğle sonu… Beylere daha çok izin var.
Oteldeki hacı arkadaşlarımıza bakarken tefekkür ettim; ne güzel bir birliktelikti bu, Peygamberimize(s.a.v) manidar aşk dolu vuslatı, çok kıymetli bir hatırayı paylaşıyorduk.
Mevlam razı olsun tüm hocalarımızdan, hacı arkadaşlarım ve hizmet eden görevlilerden. Otelimizde restoranda hâkim renk tonu; Tatlı pembe ile mor arası( en sevdiğim renklerdendir)… Bu renkler tüm yorgunluğu üzerimizden atmamıza yardımcı oluyor, odalar yine yeşil renk tonunda bizi rehavete düşürmüyor, dinamik tutuyor. Ben boş bulabilirsem cam önünde oturmak istiyorum, çünkü tam karşımızda Ravza-i Mutahhara… Onu seyran etmek bile öyle güzel ki.
Vakit namazlarımızı hep Mescid-i Nebevi’de kılıyoruz 40 vakit namazımızı burada eda etmeye niyetlendik, zaten toplam 8 günümüz kaldı. Allah’ım 8 gün yeter mi, yeter mi? Sadece 8 gün! Acaba bir daha buralara ulaşabilecek miyim? Bilmiyorum. Ama yetmek zorunda bu 8 gün… Bende hiç bir vakit namazımı kaçırmadan, hepsinde Mescid-i Nebevi’ye koşuyorum… Ya bir daha gelemezsem? Göremezsem?

İş yerleri ezan okunmadan önce kapanıyor, ‘’halas-bitti, salât- namaz’’ diyorlar onlar için namaz önemli, ticaret ikinci planda, ne kadar güzel ah… Neler gelmedi ki aklıma? Türkiye geldi, acaba namaza gereken değeri bu kadar veriyor muyduk, önce namaz mıydı, yoksa ticaret mi? Camiler boş, pazarlar ve AVM ler insan doluydu, hatırladım ve hüzünlendim. Nasıl bu hale gelmiştik? Yorumsuz…

Burada da ibadet, Kâbe’de olduğu gibi çok değerli… Kâbe’de 1 rekâta 100.000 sevap varken, burada bir rekâta 1000 sevap var… Her şey kıymetli buralarda, değerlendirmeli ve uyuyarak geçirmemeli, kıymetini bilmeli. Hacılar ve Medine ahalisi saatler öncesinden akın akın Mescid-i Nebevi’ye geliyorlar, hatta bir kaç namaz vakti mescitten ayrılmayanlar da var, bol bol Kuran-ı Kerim okuyoruz. Burada tavaf yok, bu yüzden boş vaktimiz çok ve en güzel değerlendirme şekli de Kur’an-ı Kerim okumak, özellikle tüm kardeşlerimizle beraber hatim üzerine hatim indiriyoruz. Zaten öyle güzel ki Mesid-i Nebevide Kur’an-ı Kerim okumak, nasılda özlemişim, doyasıya okumayı, çünkü 3 küçük çocuğum var eskisi gibi Kur’an-ı Kerim okumaya zaman bulamıyordum. Gençliğimde çokça okurdum ama hayat şartları ağırlaştıkça yüküm arttıkça ibadetlerimi istediğim zenginlikte yapamaz olmuştum. Zaten en çok ibadetlerle dinlenirdim, tüm yorgunluğum sıkıntılarım, Kur’an-ı Kerim okurken, namazımı kılarken, dini kitaplar okurken bir bir giderdi. Bu yüzden çok özlüyordum doyasıya ibadeti, bunun için bol bol okuyorum. Hiç yorulmuyor insan, bir şeyi severek yapıyorsa…

Kur’an-ı Kerim okumayı çok seviyorum, namaz kılmayı çok seviyorum, Allah’ım iyi ki bizi Müslüman dünyaya getirdin ve iyi ki Seni Tanıdım ey Yüce Ebedi Sevgilim… Ne kadar şükretsem az, ne kadar hamdetsem az, seni çok seviyorum, aşkım sen ol Allahım… Aşkım sen ol Allah’ım…

Ravza ziyaretimi bir başka anıda kaleme almak duasıyla…

2006 Hac anılarımdan hatıralar
Mihrican Ulupınar

11
Şub
14

Ravza-i Mutahhara’ya ilk ziyaretim…


Ravza-i Mutahhara’ya ilk ziyaretim…

Resimi orjinal boyutunda görmek için buraya tıklayın.

Ravza-i Mutahhara’ya ilk ziyaretim…

Tarih unutulmaz bir hatırayı daha Kader sayfalarımdan açığa çıkarıyor. ‘’26.01.2006’’

Ve bekliyorum…

Burada ibadet çok değerli, nasıl değerli olmasın ki? 1 Rekat’a 1000 sevap veriliyor ve Peygamberimin (S.A.V) mescidindeyim. O’na (s.a.v) o kadar yakınım ki… Bazen ’’acaba cemaat arasında dolaşıyor mu?’’ diye düşünmeden geçemiyorum. Hacı kardeşlerimiz ve Medine halkı akın akın Ravza-i Mutahhara’ya geliyorlar, izdiham var türbesinde… Mescid tıklım tıklım. Bayanlara ziyaret için günde iki kere, beylere geri kalan tüm zamanlar da izin var. Onlar bizden daha şanslı. Biz bayanlar ülke ülke sıra bekleyerek ziyaret ediyoruz. Burada beklemek bile o kadar güzel ki…

Nerelerde beklemedik ki hayat boyunca; otobüs duraklarında, yollarda, arkadaş beklerken, isteklerimize ulaşmak için… Çok bekledik bu yaşımıza dek, lakin burada beklemenin tadı o kadar başka ki… Bazı bayan kardeşlerim sıkılıyor ve acele ediyorlar, ben onlara diyorum ‘’neden acele ediyorsunuz, nereye yetişeceksiniz? Bizim hayalimiz değil miydi buralara gelmek?’’ Gelemeyen kardeşlerimizin yürek yangınlarını bir hatırlasalar… Benim hiç acelem yok, yeter ki bu kapıda bekleyeyim başka kapılara dalmayayım. Şimdi Peygamberimizi (s.a.v) ziyaret için bekliyorum, saatler sürse bile o kadar güzel ki, hiç bitmesin istiyorum bu anların… Allah’ım benim şikâyetim yok, ben nerelerde beklemedim ki? Bunca zaman, vakitlerimi nerelerde harcamadım ki? Kaldı ki başka yerlerde bekleyişlerim bu mübarek yerde beklemenin değeriyle denk olur mu?

Yanımda Türkiye’nin değişik şehirlerinden gelen kardeşlerimle bir aradayım… Antep, Urfa, Adana, Niğde, Konya, Diyarbakır… Hepimiz aynı niyet için buradayız, biz bayanlar nerelerde toplanmıyoruz ki? Bilakis içlerindeki en güzel buluşma yeri bu mübarek yer… Biraz ilerimizde diğer ülkelerden; İran, Endonezya, Nijerya, Pakistan, Hindistan, Hollanda’dan din kardeşlerim var. Sırayla alınıyor tüm Ülkeler… Biz Türkiye’yi en son alıyorlar, bayanlardan en sabırlı ülke bizmişiz, bu yüzden diyorlar.

Allah’ım burada beklemek! Peygamberimin(s.a.v) kapısındayım, birazdan O Kutlu Sultan’a çok yakın olacağım, ben ki İstanbul’dan O’na gönül dolusu selamlar gönderirken, bazen hayalen onu ziyaret ederken, rabıtayla O’na yakın olmaya çalışırken… İşte geldim, işte davet edildim, hak etmediğim halde kapısındayım, kara yüzümle…

Bu anı anlatamıyorum, müthiş bir duygu selindeyim, ağlıyorum, titriyorum

Geldim işte, ne olur hiç bitmesin bu anlar, ben burada günlerce bekleyeyim razıyım… Yavaş yavaş, kademe kademe ilerliyoruz, neredeyse her adımda duruyoruz, bir hareket bir durgunlukta… Kaç kapı geçtik saymıyorum, sıra bize geliyor, yakınlaştıkça heyecanım artıyor. Allah’ım öyle bir koşuşturma var ki, hele kapılar açıldıkça içeriye bir koşuş, kendimizi su gibi hissediyorum, deryaya akan bir su… O coşkuyu bir görseniz, tarif edemiyor kelamlarım, hoş görün…

Bazen anlatabilmek için susmak gerekir…

Dillerimizde devamlı Salâvat-ı Şerifeler getiriyoruz, vuslat yakınlaştıkça kardeşlerimin heyecanı daha bir artıyor ve istemeyerek izdiham oluyor burada… Kaburgalarımın birbirine geçtiğini hissediyorum ama burada ölmeye razıyım zaten. Burada vefat eden kardeşlerimiz olmuş, çünkü o an ki aşk ve muhabbetten kimse birbirini göremiyor. İslam tarihini okuduğumda birbiriyle yarışan, Kutlu Sultanımız H.z Muhammed’in (s.a.v) doya doya cemalini seyreden, sohbetlerini dinleyen, aynı sofrayı paylaşan, birlikte yolculuk yapan sahabelerimize, mübarek annelerimize çok imrenirdim.

Ve… Ve… Ve… Geldim işte, buradayım… Güllerin efendisinin huzurunda(s.a.v)…

Ya RasulAllah, Seni en güzel selamlarla selamlıyorum. Geldim kapına aciz bir ümmetinim,
Affet biçareyim kapında, ne olur beni de kabul et… Geldim, Sana ümmetinin selamlarını da getirdim,
Gelemediler ama Seni çok seviyorlar ne olur onları da kabul et. Geldim, Sana ümmetinin, aşkını, muhabbetini, sevgisini getirdim.
Yanıyorlar hasretinden, ben gelirken çok ağladılar, ne olur onları da affet…
Burada gibi her biri, belki bedenleriyle gelemeseler de ruhlarıyla buradalar…

Allah’ım nedir bu demir parmaklıklar, niçin bu engel? Yine mi göremeyeceğiz Kutlu Sultanımızı(S.A.V)?

Görmeden sevmek kaderimizdi bizim… H.z. Veysel Karani misali…
Öyle isterdim ki O’na daha da yakın olmayı, öyle isterdim ki… Bu demir perde yaktı beni…
Sevgililerin buluşması niye bu kadar zor?

Selamlarımı verdim. O’nun (S.A.V) türbe-i şeriflerini daha yakından göremediğimiz gibi, bayan polislerin birde acele etmemizi işaret etmeleri yok mu? Onlar da haklı, anlıyorum ama ya bizler, ya bizlere yeter mi bir kaç dakikalık görüş? Gözümüz arkada kala kala, bu sırlı pencerelere takıla takıla, ilerliyoruz… Ola ki… Belki?

Evet, bulunduğumuz halı, yeşil halı, yani ‘’Cennet Bahçesi’’, burada kılınan namaz Cennette kılınıyor hükmünde… Bu yüzden namaz kılmaya çalışıyoruz lakin ne mümkün, yer ve zaman yok, arkadaşımın sırtına secde etmek zorunda kalıyorum. Artık varın kalabalığı siz tefekkür edin. Peygamberimi(S.A.V) ziyarete neden bu kadar geç kalmışım? Neden? Çok mu zordu? Niçin bu kadar vakit kaybettim?

Zahirim ile ayrılıyorum belki ama Manâm, Ravza’da zincirli kalıyor…

Ve ziyaretimi tamamlıyorum, hediyelerimi sundum, emanet edilen selamları bizzat ulaştırdım ve hüzünle ayrılıyorum. Burada kaldığım dönem boyunca devamlı Mescid-i Nebevi’de geçiriyorum zamanlarımı, otelin çok yakın olması özgür olmama yardımcı oluyor… Abimden genel izin aldım, artık özgürce istediğim an oradayım, alışverişlerde bile gözüm yok, sırf bazı arkadaşlarımın bana siparişleri için aceleyle gidiyorum ve hemen dönüyorum…
Genelde namazlarımı Mescid-i Nebevi’nin bahçesinde kılıyorum…
Büyük bir seccade seriyor ve seccademe diğer din kardeşlerimi de davet ediyorum, tüm dünyadaki kardeşlerimle beraber kılıyorum.
Her bir namazın tadı başka; akşam serinliğinin, öğle sıcağının, yatsının dingin namazı, sabahın seher vakti bir başka… İkindi de ise bahçe tüm yorgunluğa inat, yine tıklım tıklım dolu…

Kâbe’de nasıl ayakkabılarımı kaybettiysem bir kere, burada da iki kere kaybettim. Dursun Ali Erzincan’lı bir şiirini okuyor ya; Mescid-i Nebevi’de ayakkabısını kaybeden çocuk diye, ben her dinlediğimde kendimi hatırlıyorum bu şiirin içinde… Sadece ben miyim kaybeden? Öyle çok ki kaybedenler… Peşine düşmüyorum bu ayakkabıların, vardı bir hikmeti bıraktım oluruna, kaybolsundu…

Ah! Birde ben Resulümde(s.a.v) kaybolsam…

27 Ocak Cuma 2006

Bu sabah kahvaltıdan sonra yine Peygamberimizi (S.A.V)ziyaret ettik. Ravza-i Mutahhara’ya girdik, cuma namazı, cenaze namazları ve Kur’an-ı Kerim okuyarak uzun bir süremizi Mescidde geçirdik…
Hele o tahta rahlelerde Kur’an-ı Kerim okumak ruha ferahlık, inşirah… Ravzada’da çok büyük bir huzur hâkim…
Beynim boşalmış gibi, hiç bir dert ve sıkıntı kalmadı, sıfırlandım sanki, tüm hayatımın acıları ve sıkıntıları gitti, yeniden doğmuş gibiyim.

Mihrican Ulupınar

2006 Hac anılarımdan hatıralar
27.01.14

05
Oca
08

Hac anılarım,saygı ve hürmetlerimle….


Değerli kardeşlerim,acizane talep üzerine sizlerle bu mübarek aylarda Hac anıları paylaşmak istedik,olurki bir kardeşimizin etkilenip o güzel beldelere gitmesine sebep olabilirsek ne mutlu bize,saygılarımla ….

Bismillahirrahmanirrahim

Hac yolculuğunu hep arzu ederdim ama istemeye utanırdım…Ne zamanki Mehmet Zahit Kotku(k.s.)hocaefendinin sohbetinde bir sözünü duydum:”Her sene hacca niyetlenin gidemezseniz bile…”diye devam ediyordu devamını yanlış yazmamak için noktaladım tam hatırlamıyorum devamını ama hatırladığım çok güzel bir mükafatı vardı niyetlenene…

O sene Hacca niyetlendim…2002 yılıydı inşaallah…Hatta arkadaşlarım bu kurban bayramında nereye gideceksin deseler Hacca derdim,Mekke’de olacağım inşaallah diyordum…Şaşırıyorlardı..Bende onlara sebebini açıklıyordum,o yaz babamdan teklif geldi beni Hacca götüreceğini söyledi, çok sevinmiştim, heyecanla bekliyordum lakin Kader imtihanı babam felç geçirdi,ölümden döndü o yaz ve kış babamla ilgilendik,hamdolsun düzeldi, bazı arızalar kalsada yinede her işini kendisi yapabiliyor artık,Mevlama hamdolsun…

Sonra bir gece rüyamda babam beni hacca götürüyordu hazırlık yapıp hatta uçağa bindiğimizi dahi görmüştüm…Hayırdır inşaallah dedim ve beklemeye başladım…Bu seferde abimden teklif geldi ,bende tabi hemen kabul ettim hiç düşünmeden, teklifin Mevlamdan geldiğini düşünerekten…Evet artık davet gelmişti heyecanda başlamıştı…ilk yazıldık herkes gibi, ama talep o kadar çoktuki hele birde İstanbul olunca rakam daha çok oluyor…

Heyecanlı bir bekleme sürecinden sonra 2. kurada numaramız çıktı 1731.sıradaydık ve hamdolsun artık gidecek kafile içine adımız kayıt olmuştu….Artık mutluluğumuzu kelimelerle anlatma imkanı yoktu ve hazırlıklara başladık…Çok kutsal bir yolculuktu bu ve Mevlamın kutsal kıldığı mübarek topraklara gidiyordum,şükürler olsun Mevlam….

İlk önce ilmi araştırmalara başladım bu kutsal görevimi hakkıyla yerine getirmek istiyordum,günlerce hacla ilgili kitaplar okudum daha gitmeden Haccın tüm farizalarını öğrenmiştim,okudukça heyecanım artıyor bir an önce oraları görmek istiyordum…İnsan tanıdıkça sevgisi artıyordu bilmediği şeyi anlayamıyor ve çözemiyordu ama öğrendikçe muhabbet oluşuyordu…

Tüm eşim, dostum, arkadaşlarım, akrabalarım,komşularım ile helalleşiyordum,bana ziyarete geliyorlardı. Mevlam hepsinden razı olsun,hazırladıkları hediyeleri sunuyorlardı götür bizden hediye diye…Bir defter tutmuştum onların arzu ettikleri dualarıda yazıyordum isim ,isim…. (iyiki yazmıştım faydasını Hac’da gördüm) …

Bu arada Hac seminerlerine katılıyordum bu kutsal yolculuktaki arkadaşlarımızı tanıyor ve orada nasıl hareket edeceğimizi öğreniyorduk,Mevlam hepsinden razı olsun o kadar faydalı olmuştuki bu seminerler,bilinçli olmak başkaydı bu güzel ve önemli uyarılar bize ışık oluyordu…

Artık uzun yürüyüşlere başlamıştık daha burdan idman yapıyorduk o mübarek beldelerde rahat edebilmek için çünkü orada çok yürüyecektik…(Gerçektende öyle oldu…)
 

Artık yavaş yavaş yolculuk günü yaklaşmıştı,tüm hazırlıklarım tamamlanmıştı,bavulumu hazırladım,yanıma orada okuyacağım Kuran-ı kerimimi (Hasan Tahsin Feyizli’nin mealli )

Sevgilinin evine doğru-Senai Demircinin Hac anılarını yazdığı kitabını,arkadaşlrımın yazdıkları mektupları, dua taleplerini ve onların hazırladığı kıymetli hediyeleri(hatimleri,salavatları,tevhidleri) ve diğer tüm hediyelerini ayrıca selam ve muhabbetlerinin yazıldığı not defterimide aldım …

Hacda okuyacağım dua kitabımı,günlüğümü ve orada yaşadıklarımı kayıt edeceğim özel defterimide aldım,tüm eksikler tamamlanmıştı…Artık sıra yolculuk gününe geldi son güne yakın kayınvalidem ve eşimin kızkardeşi bize geldiler ben gidince evin ve çocuklarımın sorumluluğu onlara kalacaktı… Mevlam razı olsun beni kırmadı ve geldiler…Artık bu dünyadan kopuyordum aklım hep o mübarek beldelerdeydi…Sanki herşey benden kopmuştu hiçliğe bürünmüştüm ne eş,ne çocuk ne ev,ne sosyal konumum hepsi yavaş yavaş siliniyordu ölmeden önce ölmek gibi bir şeydi bu, dünya beni terketmeden ben onu terketmiştim ve bu bana huzur veriyordu her şeyin sahibi yüce Mevlam’dı, benim olmadığım yerde mutlaka yerime görevli tayin ederdi bırakırmıydı hiç…

Ben kimdimki sadece bir kul ……………………..

Bu hayat filminde rolunu oynayan bir kul…………………….

son gecemde artık vedalaştım ailemle, kayınvalideme sözüm şu olmuştu:Anneciğim, annemin evinden size gelin geldim, sizdende Mevlamın evine gelin gidiyorum, inanın aynen böyle hissediyordum gelin gibi, yüce sevgilime,yüce Mevlama kavuşmak için sabırsızlanıyordum ….

Sefer namazı ve ihram namazı kılarak yola çıktım artık ihramlanmıştım, biz Kıran haccına niyetlendik en zoru ama en güzeliydi, onu istedik belki bir daha gidemeyecektim neden en güzeli olmasındı,her şeyin en güzeli olmalıydı,Haccında en güzeli olmalıydı….
Havaalanına gelince bizim gibi bu kutsal yolculuğa hazırlanmış kardeşlerimle karşılaşmıştım,Türkiye’nin her tarafından kardeşlerimiz gelmişti,bizim şirketimizle gidecek olan herkes gelmişti… Erzurum ve diğer şehirlerden onlar bizden daha çok yorulmuşlardı ama prosedür gereği böyle olmuştu,nasip….

Havaalanı beyaz hacılarla doluydu,hepsinde bir tebessüm bir mutluluk ve öyle güzel bir heyecanki tarifi mümkün değil,ben biraz gezintiye çıktım,tefekkür ettim…

Dünyanın her tarafına uçak yolcuları sıraya girmişti kimi Almanya’ya kimi Fransa’ya kimi başka bir ülkeye, herkes gideceği şehre göre giyinmişti ama ya Hacca gidenler Allah’ım öyle farklı ve güzeldiki… Hac yolcuları başka yolculara hiç benzemiyordu,gidecekleri beldenin nuru şimdiden yüzlerine inmişti,hayran kalmamak mümkün değilki….

Vakit geldi:6 ocak 2006 yılı sabah 6.30 da uçağımız hareket etti…

İstanbul semalarından bir nurlu kafile kalkıyordu içerde telbiyeler getiriliyordu…
Lebbeyk. Allahümme Lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n-ni’mete leke velmülke la şerike lek:
Buyur emret, ey varlığı mutlak lazım olan Allah’ım, emrine hazırım ve ilahi iradene itaat ederim. Senin benzerin ve ortağın yoktur.
nidaları işitiliyordu artık ….
  

Uçakta cam kenarını tercih etmiştim,Mevlamda nasip etmişti, niyetim tefekkür dolu bir yolculuk yapmaktı…Ben Erzurum’lu bir çiftin yanına oturdum, bayan kardeşim doktordu ve 7 aylık hamileydi,ismi Lale’ydi adı gibi kendide çok mübarek bir kardeşimdi…

Ve tefekkür başladı,uçağımız sanki bir kuş gibiydi,onun kanatlarında kendimi güvende hissetmiştim,yükselirken manzara görülmeye değerdi,bütün yer küçülüyordu sanki tüm dertlerde küçülüyordu,her yerde rengarenk İstanbul ışıkları hakimdi…

İstanbulun sabah namazı vakti çok güzeldi,gökyüzünden görünen İstanbul resmi sanki mavi saten üzerine siyah bir tül örtülmüş gibiydi…Siyah tülünü ve mavi satenini kaldırdıkça gece, sabah nurlu bir Türkiye manzarası bize selam veriyordu… Sanki benden de selam götürün der gibiydi, taşın toprağın selamı duyuluyordu sanki, tüm nebatat selam gönderiyor gibiydi…

Bulutların üzerinde gezmek bambaşka bir duyguydu hiç bir dert yoktu aksine huzur ve sukunet vardı, hakimdi…Kendimi tüy gibi hafif hissediyordum tefekkür ettim,yükseldikçe dertlerde yok oluyordu…Halktan uzaklaşıp Hakka yaklaşan Allah C.C. dostlarının neden bize gülümseyerek baktıklarını anlamaya başlamıştım,dertler fikren ve ruhen yükseldikçe azalıyordu,TESLİMİYET geliyordu, kula RIZA geliyordu…Ahhh neden daha önce düşünememiştim bunu…

Yine telbiye sesleri uçağımızda yankılanıyordu,gözümüz haritaya takılıyordu arada ne kadar yaklaştık diye biz 3 saatlik yolculuğa zor dayandık, hasretine yandık, ya 6 ay bu yolculuğu çekenler ya Rabbb ne kadar zorlandılar kimbilir……

Uçağımız ilk olarak Cidde’ye indi,buraya indiğimde doyasıya toprağı öpmek istedim, sanki annemin evine gelmiş gibi hissetmiştim ve sonradan öğrendimki H.Z Havva annemiz burada medfunmuş sonradan özel ziyaretine geldik annemizin…

Pasaport kontrollerinden sonra, artık Mekke yolculuğuna başlıyorduk, otobüslerle 2 saatlik bir çöl yolculuğu vardı önümüzde, ama her şeyi güzeldi, hafif bir çöl fırtınası bile yaşadık o bile öyle güzeldiki, yine telbiye ve tekbirlerle devam etti yolculuğumuz biz bayan olduğumuz için bağıramıyorduk ama abilerimiz sesli olarak getiriyordu ama biz istiyorduk daha çok sesli söyleseler öyle ya….
Buyur emret, ey varlığı mutlak lazım olan Allah’ım, emrine hazırım ve ilahi iradene itaat ederim. Senin benzerin ve ortağın yoktur.

Bunu söylemek ne güzeldi,insan coşa coşa söylemek istiyorduiçimizdeki sevinci frenlemek öyle zorduki….  

Çölün içinden geçerken çok duygulandım,çölün tozlarını bile yutmak istiyordum,her şeyi kıymetliydi buraların, çünkü buralarda Mevlamın Beytullahı vardı,Peygamberimiz (s.a.v. )bu topraklarda doğmuştu,hem hüzünle hem mutlulukla karışık duygularla giriyorduk Mekke’ye,hüznüm layık olmadığım halde bu kutsal topraklara gelmemdi, mutluluğum Peygamberime(s.a.v.) yaklaşmak ve Beytullah’ı görmenin vereceği heyecandı….

Mekkenin girişine geldik çok enteresandı, tam girişte büyük bir Kur’an rahlesi yapmışlardı, giriş semboluydü, tefekkürümüz bize ”siz Kur’an beldesine geldiniz” der gibiydi bu öyle güzel bir huzur veriyorduki,Kur’an-ı Kerimin şehrine gelmek onu doyasıya yaşamaktı bu…

Mekke’ye gelince önce otellerimize yerleştik, ama aslında yolu bilsek durmayacak direk Kabe’ye gidecektik, öyle bir sabırsızlıkla bekliyordukki …Fakat önce ağırlıklarımızdan kurtulmamız gerekiyordu,tüm yüklerimizden kurtulmalıydık,Otelimizi bilerek iyisinden seçtik istedik biz burada hiç bir hacı kardeşimizin gönlünü kırmayalım ibadetlerimizi daha güzel yapabilelim …
(Ve iyikide böyle bir karar almışız çok büyük bir huzurla Haccımızı eda eyledik)

Hamdolsun, hiç bir kardeşimizi incitmemeye çalışarak haccımızı yerine getirdik…İhramlı olmak ne demekti, vebali vardı, bırak görünür tartışmaları yapmamayı, kalbinizden bile kötü düşünce geçmeyecekti,çok önemliydi bunlar, SAF bir müslüman olabilmeliydik ne elimizden, ne dilimizden, kimse incinmeyecekti,bizde incinsek bile affedecektik kardeşliğin gereği buydu,

dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek gibi olmalıydı burda…

Aslında her yerde…..

Önce biraz uyuduk ve dinlendik,tüm yol yorgunluğunu attık ve en güzel hazırlıklarımızla Kabe’ye gitmek üzere yola çıktık,Osman Küpeli hocamız ve Hüseyin hocamızın rehberliğinde KABE’YE geldik,ilk mescidin dışına otobüslerle getirildik,tüneller geçtik Kabeye erişmek için, Ferhad misali dağları delerek, sanki YÜCE SEVGİLİMİZE MEVLAMIZA kavuşmak için,

gözüm bu arada hep dağlardaydı, Mekke’de dağ çoktu hep tefekkür ettim acaba hangi dağa o yüce Peygamberimin (s.a.v) gözü ilişti diye çünkü dağlar değişmemişti eski haliyle aynı kalmıştı, belkide bu yüzden o taşlar bana çok kıymetli gelmişti ,bu tefekkürleri ederken Mescid-i Haram’a geldik, artık Kabe’nin yakınındaydık..Her yer ışık hüzmesi nur gibiydi, zaten Mekke’de hiç gece olmuyorduki gecesi ve gündüzü nerdeyse aynıydı….Allah’ım bu ne güzellikti,hiç resimler gibi değildi, çok farklıydı çok büyük ve derin anlamlı bir yerdi ihtişamlıydı…

Yine tefekkür hücüm etti beynime,sanki Kabe’nin etrafı bir okyonus, gelen kafileler bir nehirdi, okyonusa akan deniz ve nehirler gibiydik…Kabe’ye gelince tüm ayrılık ve gayrılıklar yok olmuştu, hepimiz bir olmuştuk, BİZ olmuştuk,peki biz hacılarmı neydik ahhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh
sadece bir su damlasıydık………………………….

Yalnızlıktan kurtulmuş UMMAN-I AŞKA dalmış bir su damlası…

Gözlerimizi kapadık, Kabe’yi göreceğimiz vakit yaklaştığımızı öğrenince açtık ve daha önceden Osman hocamızın bize öğrettiği duayı Kabe’yi görür görmez yaptık o anda çok makbulmuş dualar,ama ya heyecanım nasıl anlatayımki ya Rabbim, bu kadarmı güzel olur bu kadarmı, doyamadım Allah’ım, doyamadım Beytulah’ına….

 


 Allah’ım geldim, ya Mevlam EBEDİ SEVGİLİM,sana geldim neden neden bu kadar geç kalmisim, neden bunca zaman oyalanmışım,yıllarıma acıyorum senden uzakta geçen yıllarıma ahhhhhhhh,yanıyor yüreğim yanıyor……

Bu kadarmı güzel olur, bir sevgiliki ebedi, ölümsüz, hiç bırakmayan, hiç terketmeyen muhabbet kapısı her daim açık yeterki git sen ona, yeterki niyetlen, gel görki ne aşıklar varmış sen gibi,sen ne sandın sırf seven senmisin, ahhhhhhhhhhhhhh… ….

Bu öyle bir YÂR ki seveni çok, paylaşmak zorundasın ama merak etme o çok zengin hepinizin sevgisine yetecek kadar muhabbet dolu,Allah’ım bu güzelliği kelimelere nasıl dökerim, sana aşıklarla bitmeyen bir tavafta, kelebekler gibi, kuşlar gibi, atomlar gibi, gül başında bekleyen bülbül gibi,samanyolunda dolaşan gezegenler misali, bitmeyen bir dönüş bu,uçuş bu, dalış bu,kayboluş bu…………

Kabem kara bir gül misali,ben garip bülbül dilinde daim dua, sevgilisini nasıl methedeceğini şaşırmış bir bülbül,Kabem bir derin nur kaynağı ta arşa dek çıkan ben ışıkta kendini feda etmeye talip kelebek,ancak yansam kanatlarım kavrulsa bu yüreğimde kor gibi, yakut gibi yanan ateşimin sönebileceği bir kelebek…

Allah’ım bu tavaf ne kadarr güzelmiş, hep dediler büyüklerim: Mekke’de en makbul ibadet tavaf diye, hikmetini buraya gelince anladım, tavaf demek AŞK demek EBEDİ SEVGİLİNİN evinde pervane misali dönmek demek, pervane hiç yorulurmu, yazın sıcaklığında bizi serinleten pervaneyi şimdi bizzat ben yaşıyorum,ancak döndükçe yanan ateşim serinliyor hiç yorulmak yok bitiyor yine yeni baştan başlıyoruz,bunun adını buldum hani derlerya bitmeyen aşklar vardır, Kabe’de öyle oluyor hacılar, bitmeyen aşkı yaşıyorlar,şimdi bu anda ben bunu yazarken bile orada dönen aşıklar var sadece vakit namazında duruyor bu aşk dönüşü, sonra yine yeniden başlıyor,zaten aşıkların arasına girince bırakmıyorlar seni kendi haline, kendi muhabbet girdaplarına senide çekiyorlar, ama bu öyle güzel bir kayboluşki , hakiki sevgilinin …………………

Ahhhhh Hallac-ı Mansur (K.S)seni anlıyorum, seni anlamayanlarıda anlıyorum, aşk herkese nasip olmayan yüce bir duygu,tüm sevdiklerinden geçmek herkesin harcı değil…..

Yine daldım değilmi tefekküre, çıkayım biraz tefekkür deryasından ve size gözlemlerimi anlatayım,Kabe’de tavafımızı, Osman hocamız şu şekilde yaptırdı..: Erkek kardeşlerimizden bize bir dikdörtgen oluşturdu, bizi dikdörtgenin içine dahil etti, bayanların daha rahat tavaf etmesi için bu sistemi genelde hep uyguladı hocamız,hem rahat bir tavaf yaptık hem de birbirimizi kaybetme dururumumuz olmadı,kafile kalabalık olunca helede hac mevsimi ise mecburen grubu korumak zorundasınız, hocamızı saygıyla anıyorum… Mevlam gani gani razı olsun diyorum…

Burada dilimizde daim dua ile Hacer’ül esved hizasından yeşil ışığın oradan Hacer’ül esved-e sağ elimizi kaldırarak selam verdik, avcumuzun içini öperek Bismillahi Allahü ekber diyerek tavafa başladık, bu anı bile size nasıl anlatırım bilmiyorum,gönül isterdiki Hacer’ül esved-i öpebileyim ne mümkün………………

Öyle aşıkları varki, onu öpmek için yarış yapan, ahhhhhh…………..

Yaklaşmak ne mümkün, çünkü orada can bile verirsiniz, o kadar kolayki hac mevsiminde orda can vermek, sakın kınamayın bu nasıl olur demeyin aşık değilseniz anlayamazsınız onları, H.z Mevlana’ya(k.s.) sormuşlar :Aşk nedir? Ben olda bil demiş, sahi siz hiç aşık oldunuzmu? Mecazi aşktan ilahiaşka geçişi yaşadınızmı? Bırakın ilahiyi mecazını bile yaşamadıysanız molla Kasım gibi Yunus’ları eleştirmeyin sonra çok pişman olursunuz… Bilirsiniz kişi kınadığını yaşamadıkça ölmez, mutlak bu aşk bir gün sizin kapınızı da çalar yanarsınız, Mevlana ve şems misali….

Tavafta devam ederken çevreme baktım tanımaya çalıştım benim gibi sevdalıları, her renktten aşıklar burdaydı, yaşlısı genci ve ve ve biliyormusunuz o küçücük aşıkları bir görseydiniz tavaftaki çocukları en çok onlardan utandım…

Onlar gibi küçük yaşta Mevlam’a aşkı neden yaşayamadım neden bize başka sevdaları öğretmişlerdi, neden banada Mevlamın aşkını öğretmemişlerdi, biliyormusunuz şimdi önüme gelen çocuklara hep Mevlamın aşkını anlatıyorum, mecazi aşk denizinde boğulmasınlar ve ilahiaşka ulaşsınlar diye ben 23 yaşında öğrendim ilahiaşkın varlığını çok geç kalmışım değilmi, ahhhhhh….

Meğer biz ne çok şeyi bilmiyoruz, çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimiz konusunda çok eksiklerimiz var özellikle din konusunda, yine dalmayım derinlere, suyun yüzüne çık ey aşık sonra vurgun yersin………  

 Tavafta Hacer’ül esvedden başlayıp tekrar Hacer’ül esvede geldiğinizde ilk şaftı tamamlamış oluyorsunuz,bu şekilde 7 dönüş yaşamanız lazım ancak o zaman bir tavaf yapmış oluyorsunuz,burada hissetiğim güzel duygulardan biride ben İstanbul’dan Kabe’me yöneliyordum,bir başka kardeşim Endonezya’dan, bir diğeri İran’dan, bir diğeri Almanya’dan, bir diğeri Pakistan’dan, bir diğeri Avusturalya’dan, evet evet şimdi ayrılık ve gayrılıklar bitti, mesafeler küçüldü,harita birleşti, kullar birleşti VAHDET var burda Kabe’mizin hemen yanındayız artık, ahhhhh, siz birde namazdayken Kabe’yi seyretseniz, sanki GÜL gibi oluyor; Kıyamda gülün açılmış hali, secdede iken gülün gonca hali…..

Dönüş devam ediyor, Allah’ım o da ne! Yerde sürünen bir kardeşim var, aman Allah’ım o kardeşimki ayakta duracak hali yok ve ayakları rahatsız, ama bu aşk ne kadar güzelki onu tavaftan geri koymamış o kadar utandımki yine kendimden, bende bu kadar aşk varmıydı? Ayaklarım rahatsız olsaydı, geri kalırmıydım buraya gelmekte?

Ama o geri kalmamıştı, tüm biz yürüyen aşıklara meydan okurcasına sizinki aşkmı dercesine…………

Tavafta çok tatlı bir duygumda şu olmuştu, Vuslatı bilirmisiniz hani kavuşmaktır sevdiğine burada onu yaşadım, lakin ahhhh birde firak olmasaydı, ayrılıklar niye vardiki…..

Anladımki hasret aşkı pişiriyordu, oteldeyken yalnız bayandım ve abimi beklemem gerekiyordu, tavafa gidebilmek için,o bekleyişler beni ne hale getiriyordu ahhhhh, otelin lobisindeki gece telaşı vardıki hacı kardeşlerimin tavafa gitmek için geceyarısı hazırlıkları, dua ediyordum abimde beni götürse ya, ben niye oteldeyim …

Bir kaç gece gidememiştim abimin rahatsızlığı nedeniyle ama yüreğim öyle bir yanmıştıki gidemedim Kabe’ye diye, ne zamanki abimle gece tavaflarınada başladık sabaha kadar yarış ettik…

Kim daha çok tavaf edecek diye

Bize gündüzler yetmiyordu artık geceleride gitmek istiyorduk….

Tavafta her Hacerül esvede gelişte o öpücükleri avcuma öyle bir konduruyordumki gönlümden akan büyük bir muhabbetle…

Makam-ı İbrahim’de tavaf sonu namazlarımızıda ikame ettik,ve zemzem içerken dualarla içiyorduk her zemzem yudumu dualarla içiliyordu,doymak ne mümkün ya onu baştan aşağıya döken abilerimi görünce, tatlı bir tebessüm ediyorduk, bazılarının muhabbetleri farklıydı….

Dikkatimi çeken bir noktada burda kadın erkek ayırt edemiyorduk, bu nasıl güzel bir kardeşlikti ya Mevlam, halbuki normalde başka yerlerde bayan ve erkeklerin bir arada olduğu yerde mutlaka bir huzursuzluk çıkıyordu ama burası öyle bir gönül birliğiydiki bayan erkek ayrımı yoktu, hatta tavaf ediyorsunuz öyle bir dalıyorsunuzki bu Mevlamın aşk deryasına yanınızdaki erkekmi kadınmı ayırt etmeniz çok zor…

Ve onca kalabalığın öyle güzel bir anlaşması varki size tarifim mümkün değil gelsinler ve kardeşliğin güzelliğini bilmeyenler burada bir kere seyretsinler bir bayanı değil bir karıncayı bile incitmekten haya duyan kardeşlerim, hepinize sonsuz hürmetlerimi sunuyorum…

Umremizin tavafını bitirince umremizin SAY‘ine geçtik,Safa ile Merve arası yürüyüşü çok anlamlıydı,bu ayaklarımız nerelerde gezmediki,okul yollarında,sahillerde, alisverislerde lakin bu çok başka bir yürüyüştü,hac bedenle yapılan bir ibadet evet işte bu ayaklarım, Mevlam’ın emrinde onun istediği yolda yürüyordu, o kadar güzeldiki sadece o istiyor diye yürümek ve onun yolunda din kardeşlerimle beraber yürümek, bir yanda H.z Haceri’n yaşadığı o duyguları yaşamak, bir yanda Kabe’yi gözlemek,bir tarafta kendini olgunlaştırmaya çalışanlar, ama aynı zamanda çevresine ve çocuğuna da öğretenler;öğrenen ve öğretenler….

Annenin kutsallığı, evladı için çektiği çileler…

Bir yanda çok çalışmamızın gerekliliği,bir yanda Mevlamıza tevekkülün gerekliliği sen çalışacaksın ama o istediği yerde nasip edecek mükafatı…

H.Z. Hacer safa ve mervede koştu, su H.Z.İsmail’in(a.s) topuklarının altından çıktı, bir yanda H.Z. HACER’in koşturması, H.Z. İsmail’in (a.s)acziyeti ve duaların kabul anı, çalışmak ve mükafat…

Bu öyle bir tefekkür getiriyorki bana, ŞU anki hayatta bu zincirle gitmiyormu sanki,gece ve gündüz dünya ve ahiret sen elinden geleni yap, takdiri Mevlam’a bırak…O seni nereden güldüreceğini bilir…

Safada ve mervede h.z Hacer’de seyretteğim, kendin için değil başkaları için çırpınmak vardı,evet evladın için çırpınmak onu yaşaması için çırpınmak, Allah’ım ne büyük bir onur, aslında bu tefekkür benim bir yaramıda deşti istemeyerek,bu devirde anneliği basit göstermeye çalışanlara inat bağırmak istiyorum, en kutsal meslek annelik, bir insan yetiştirmek ne demek, senenin 365 günü bir ömür boyu onunla ilgilenmek, geceni gündüzünü evladına vermek malesef başka meslekleri öyle çok ön plana çıkardılarki, annelik değersiz gibi kaldı, çocuklar ihmalden kötü arkadaşlarda kötü yollarda, anneler nerde, çocuk yetiştirmenin değeri pahayla ölçülebilirmi; 1 insan yetiştirirsin,binlere yüzbinlere faydalı olur ,H.z Mevlana’lar,H.Z.İmam-ı Gazali’ler(RH.A) H.Z.Abdulkadir Geylani’ler(K.S), H.Z.Nakşibendi’ler(K.S.)….Amaki ya birde yetiştiremezsen? İhmal edersen katil,cani, hırsız…

1 hırsız yetiştirdin, binlerin yüreğini yaktı, sorarım ikisini yetiştirende anne ama nasıl anneler, biri H.z Hacer gibi sorumluluğunun bilincinde, diğeri…………?

Bu şekilde bir yanda dilimde dular bir yanda bedensel koşturma içinde bir yandan beynimde tefekkürle ve soru yumaklarıyla bu anlamlı ve derin ibedetimizide yerine getirmiştik,bir sürü ders alaraktan…..

Cumartesi günümüz dinlenmekle geçti,Kıran haccımızın umresini dün gece tamamlamıştık,yarın sabah Mina’ya çıkacaktık hala ihramlıydık,bu gün dinlenmeli ve hac ibadetlerimize hazırlanmalıydık…

Akşam otelde seminer verildi,Mina ve Arafatta yapacaklarımız anlatıldı, sabah yolculuğa çıkacaktık,gece dinlendik ve sabah erkenden Mina’ya hareket ettik, zilhiccenin 8. günü Mina’da kalmak Peygamberimiz (s.a.v) sünnet_i seniyyesi idi. Biz haccımızı tüm güzellikleriyle yaşamak isityorduk,Mevlam gani gani razı olsun hocalarımızdan bizi çok güzel yönlendirdiler….

8.günü Terviye günü Mina’da 5 vakit namaz kılacak kadar kalmak Peygamberimiz (s.a.v) sünnetiydi.Bizde o şekilde yaptık,çadırlarımıza yerleştik burası sanki çadır şehirdi.Çadırlarımız klimalı ve halılıydı sanki küçük bir dünya kongresi vardı burda.Her ülkenin ve grubun ayrı çadırları vardı ve buralarda mekan değil insan önemliydi,sadece insana değer vardı. Tüm rütbeler yok olmuş, kulluk ortaya çıkmıştı ya güzel ahlakınızla din kardeşlerinizi mesrur edeceksiniz yada negatif kişiliğinizle mutsuz….

Evet hiç düşünmedik belki çoğu zaman biz kimiz aslında, tüm rütbe ve varlıktan sıyrılınca nasıl bir insanız, elimizden dilimizden zarar görüyormu din kardeşlerimiz, Peygamberimiz (s.a.v)gibi islam ahlakını taşıyormuyuz üzerimizde, elimizden dilimizden zarar görüyorlarmı kardeşlerimiz, yoksa herkesin hayır dua ettiği Mevlamın razı olduğu kullardan olabildikmi…!

Bunu burada daha güzel seyrediyor insan, çünkü maddi imkansızlıklarda kişilikler ön plana çıkıyor, Mina’da benim en çok dikkatimi çeken nokta belki bu islam ahlakının kişinin üzerindeki SEYRİ….

Mina Arafata hazırlıktı burada ibadetleri ayrı bir huzurla ikame ettik bol bol Kuran-ı Kerim okuduk. Mevlam kabul etsin inşaallah… O kadar güzeldiki vakit namazlarımızı cemaatle hocamız diğer çadırdan kıldırıyor bizde cemaate tabi oluyorduk,namaz bitiyor herkes Kur’an ve tesbihatına dalıyordu, öyle güzel bir huzur hakimdi ki kalabalıktık ama Hak’la beraberdik halk içinde Hak’la bir olmanın güzelliği idi bu, gönül istiyor hiç bitmesin….

Az dışarı çıktım tefekkür için ,sanki haritanın üzerinde geziyordum,Antep,Maraş,Ankara çadırları… Duygularımı kaleme dökmekte zorlanıyorum,Mevlam bu güzelliği tüm okuyan kardeşlerime ve gitmek isteyip gidemeyen tüm yüreği yanıklara nasip etsin,aramızdaki tek engel çadırların perdeleriydi, yoksa hepimiz Bir’dik…

05
Oca
08

Hac anılarım,saygı ve hürmetlerimle….


 Almanya,Pakistan,Endonezya,Amerika renk renk insanlar, renk renk giysiler….

Ayrıca dikkatimi çeken bir noktada ihramlıyken bizler sanki gezen ölüler gibiydik,mahşeri yaşıyorduk, herkes mezardan grup olarak kalkmış, mahşeri yaşıyor,yerlerde yatanlar küçük çadırlarda kalan aileler,abdest almak için gittiğinizde dünyanın her köşesinden kardeşinizle aynı anda abdest alıyorsunuz,şükranlıkla kalbim dolup boşalıyordu,tatil tatil diye her yere para harcayan kardeşlerime burayı tavsiye ederim hem ibadetinizi yerine getirmiş oluyor hemde çok değişik güzellikleri yaşıyorsunuz,hemde tüm günahlardan arınmak hacı olunca,tüm dünyadaki kardeşlerinizle tanışmak ve iletişim kurmak için bir fırsat, birde unutmadan illede yabancı dil lazım, hemen yanında kardeşin ama sen onun dilini anlayamıyor derdini dinleyemiyorsun

Burada en çok kullandığımız dil beden dili..

Gece hepimiz uymuştuk, sabah Arafata çıkacaktık,tam dalıyordum ki çadırın üstüne yağan o tatlı yağmur damlalarının sesine doyum olmadı sanki Mevlam bizden razı olmuş ve Mina’ya tatlı bir rahmet yağmuru göndermişti,bu bize hediye gibi geldi uyanık olan kardeşlerimizde tatlı bir tebessüm oluştu….Sabah namazını kılınca ARAFATA yola çıktık,arafattaki çadırlar daha mütevazi idi,o kadar güzeldiki toprak bir başka havası bir başka idi,nerede hangi milletin sana yardımı dokunacağını bilmiyorsun,yine beden diliyle anlaşıyorsun,dil susuyor hal konuşuyor burda hani derler ya kâl ehli değil hâl ehli olun diye,bunu hacda çok yaşıyorsunuz……

Arafatta öğle namazı ve ikindi namazını cem ederek kıldıktan sonra arafatta vakfeye durduk.Osman hocamız ve diğer hacı abilerimiz çadırın diğer kısmından sesli duaya başladı, bizde iç kısımdan dualara aminlerle iştirak ettik,hepimizde göz yaşları,zaten tüm arafat dualarla çınlıyordu bu anı size anlatmam öyle zorki,yaşamanız lazım her çadırdan dua sesleri, hıçkırıklar gözyaşları dalga dalga yayılıyordu,Mevlam ne kadar güzel bir sahne bu,Kabe’de Mevlam’ın evini tavaf etmiştik ama ya burda, Mevlamız ileydik duanın içimize işleyen etkisi ile Mevlamıza daha bir yakınlık hissettik,arada hiç bir engel yoktu dua ile O’nunla konuşuyor, tüm dertlerimizi O’na anlatıyorduk, dua ne kadar güzel bir ibadetti yakınlıktı…..

Tüm din kardeşlerimize dualar ettik,hatimlerimizi ve hediyelerimizi sunduk Mevlamıza, bu coşkun dua anında…

Vakfe duamız bu derin duygularla eda edildikten sonra herkes kendi kabına çekildi yine, ben arafatın her anını değerlendirmek istiyordum İstanbul’dan getirdiğim dostlarımın mektuplarını açtım,sanki o mektupları yazan kardeşlerimde yanımdaydılar, tek tek okudum o duygu dolu mektupları ve duaları, en çok etkilendiğim mektupların içindeki çocuk mektuplarıydı yine,o saf ve masum dillerin Mevlama yazdığı inci gibi sözleri okurken yüreklerindeki sevgiyi kağıda ve kaleme döküşleri tarifi mümkün olmayan hisleri uyandırdı bu aciz kardeşinizin yüreğinde,onların her bir dualarına amin dedim ama bu dualara tüm ümmet-i Muhammed’ide kattım biz ayrı olamazdıkki, birimiz hepimiz için hepimiz birimiz içindi…..

Dışarıya biraz tefekkür için çıktım,aman ya Rabbim,dünya birbirinin içinde,hiç bir engel yok,herkes bir adım ötende,herkesin burda tek bir gayesi var,Allah.c.c rızası ilahiyesi,başka hiç bir amacımız yok ne güzel rıza-i ilahiye…..

Bizim hacılarımız genelde yeşil-mavi renkteler. Türkiye’nin denizinin mavisini ve bitkilerinin yeşilliğini cem etmişler üzerlerinde,,bu kıyafeti gören diğer hacılar Türkî diye bizimkileri sesliyorlar,bizimkiler hem çok, hem rahat tanınıyorlar…Türk kardeşlerimi hacda bu kadar çok gördüğüme ayrı bir sevindim, özellikle gençlerin çok olması ayrı bir dikkatimi çekti yeni nesilde hacca karşı merak ve iştiyakın artmış olması çok güzel bir gelişme,özellikle en çok bedenle yapılan böyle kutsal bir ibadeti gençken yapmak daha bir güzel…

Mevlam sayılarını arttırsın genç hacılarımızın,diğer ülkelerde çok fazla genç nesil hacılar, bizde daha çok olmamış genç nesilin hacca gitmeye başlaması…Ama çok büyük bir gelişme var genç nesilde hamdolsun,Mevlam nurunu öyle bir tamamlıyorki….

Tekrar yine yolculuk başladı,bu sefer Müzdelife çadırlarına yerleştik,akşam ve yatsı namazlarını cem ederek kıldık,buradaki çadırlarımız halılıydı,hepsi biz hacı adayları için hazırlanmıştı, tüm emeği geçen kardeşlerimden Mevlam gani gani razı olsun…

Bizim dışarıdan taş toplamamıza izin vermediler tehlikeliydi gece vakti dışarda olması bayanların, dışarısı çok kalabalıktı,bizde halıların altından taşlarımızı topladık,nedense bana çok zor oldu bu şeytana atılacak taşları seçmek ancak 3. seferde seçebildim…

70 taş toplandı onları yıkadık bir güzel,keseler koyduk evet silahımız hazırdı,savaşa gidiyorduk bu beni öyle derin tefekkürlere çektiki…

Hep kokusuz sabun kullanıyoruz,hala ihramlıyız,çok dikkat ediyoruz,saç taramıyoruz,tırnak kesmiyoruz…

Bu çadırda bir hacı kardeşimin döktüğü gözyaşlarını hala unutamam, çok hastalandı üşütme ve sıtma tutuyordu,bu bayan kardeşim ve gidemeyecekti şeytan taşlamaya, halbuki hastalığı bile,O’na çok büyük ecir kazandırıyordu ama O’nun güzel gönlü tüm ibadetini eksiksiz yapmak isteyişi yüzünden hüzünlüydü,adı Asiye’di biz Peygambrimiz’in (s.a.v)sünnetine binaen ona Cemile ismini vermiştik, O’nu çok sevmiştim halada görüşürüz çok vefalı bir kardeşimdir kendisi, tüm diğer kardeşlerim gibi…

Sabah namazında kafilemiz Mina’ya areket etti uzun bir yürüyüşten sonra ancak gelebildik Minaya,yürüyüşümüz Çanakkale gurubu ile oldu 400-500 kişiydiler.Bazen espri bile yapıyorduk,biz Çanakkale’yi geçtik diye..

Birbirimizi çok dikkatli takip ediyorduk,kaybolmak an meselesi…[/color]
Hep beraber Mina çadırları arasında sabah namazını cemaatle eda eyledik…Bu çok değişik bir bayram sabahıydı, İstanbul’daki bayram sabahlarından farklıydı,burada derin anlamlar vardı,tüm bu sembollerin hikmeti vardı…

Evet şeytan taşlama yerine gelmiştik,öyle müthiş bir kalabalıktı ki,tarifi mümkün değil,sadece flamaları takip edebiliyorsunuz,eğer bayrağınızı kaybederseniz yandınız,düşen terliğinizi bile alamıyorsunuz,ezilebilirsiniz,bu kadar kalabalık insanın hele birde hepsinin müslüman oluşunun muhteşem güç birliğini müşahade bile anlatılamaz,bazen öyle anlar oluyorduki bırakın flamayı takibi,sadece öünündeki hacı arkadaşınızı takip ediyorsunuz,çok dikkatli bir şekilde şeytan taşlama görevimizde bitti,aslında oraya attığım her taş kendi içimdeki kötü huylarımı terk ediş belki bu yüzden öyle bir kurtulmak istiyordumki daha bir şevkle attım her birini,

ayrıca bir hassas noktada şu idiki zalime karşı Hakkı söylemenin gereğinide anlatıyordu bu taşlama, zalimin karşısında susmamak ,yanlış yapıyorsun diyebilmek ,her babayiğidin harcı olmasa gerek ama işte. Mevlam bize bunuda burada öğretiyordu,cesur müslüman olmamızı istiyordu….

Bu okuldanda çok dersler alarak yola devam ettim…..

Şimdi sıra otelimize dönüş yolundaydı, yine yürümemiz gerekiyordu bayram boyunca servisler çalışmıyordu, zaten çalışmasıda öyle zorduki, her yer hacı adaylarıyla doluydu, bu çok farklı bir yarıştı, bu çok güzel bir yarıştı ,bu tarifi mümkün olmayan bir arınma dönemiydi, mükafatı ise tertemiz bir kul olmaktı…

Bundan daha güzel bir hediye hangi yarış sonunda verilirdiki,hangi hediye tertemiz bir kul olmaya denk olabilirdiki.Mevlam nasip etsin cümle ümmeti muhammede bu arınmayı …

Otelimize geldik bu arada otelimizin adını söylemeyi unuttum SAMAH oteldi, çok sevdim bu oteli,öyle hoş demlerimiz olduki tatlı hatıralar bıraktık o otelimizde,bir örnek şu ki,Muhammed isminde Bangladeşli bir kardeşimiz bize çok hizmet etmişti, genelde orada fakir ülkelerden gelen kardeşlerimiz çalışıyor ve öyle güzel hizmet ediyorlarki Mevlam cümlesinden gani gani razı olsun, çok ince düşünüşlü bir kardeşimdi ,Muhammed bana getirdiği çay tabağıma nane yaprakları koyardı, ablam derdi, ailesinden uzaktaydı, burada kazandığı parayı çok fakir olan ailesine ve kardeşlerine gönderiyordu,yaptığı hizmeti öyle severek yapıyorduki hayran olmamak mümkün değildi, soruyordum bende kendime, acaba bende Mevlam’a böyle can-ı gönülden kulluk yapıyormuydum….

Yine çok hoş sohbetlerimiz oldu hacı arkadaşlarımızla, bu otelimizde dolu dolu geçirdik tüm vakitlerimizi…

Şeytan taşlamadan dönüşte gayet yorgun ve bitkin ama bir o kadarda huzurlu bir şekilde odalarımıza geçtik… Kurbanlarımızın kesildiği haberi gelince ihramdan çıkmış bulunduk,ihram cezalarımız kalktı,temizlendik, uyuduk vedinlendik….

Farklı bir bayram geçirdik….

Bu bayram diğer yaşadığım bayramlara hiç benzemiyordu ….
 

İstanbulda kurban bayramında genelde her evden kavurma kokuları gelirdi, burada onu duymuyorduk, ama çok düşündüm neydi kurban?

Biz neyi kesmiştik?

Bizim kurbanımız fakir ülkelere gitmişti,ama kurbanın bir anlamı olmalıydı. Mevlamın bize bir anlattığı ders vardı yine, haccın geneli bir eğitim yeriydi,kurban Kurb ân-ı demekti.

Belki yakınlaşmak, nesfinin hakimiyetinden kurtulup Mevla’ya dönmek, haccın genelinde zaten bu hakimdi, O’nun istediği an her şeyi bırakıyoruz, saçımızı bile taramıyoruz izin verdiği an tarıyoruz, tırnağın bile kesilmesinin yasak olduğu anlar ve kurban kesilmesi bunların hepsi ne kadar aciz bir kul oluşumu anlatıyor ve çok yüce bir sahibimin varlığı, tüm azalarım bile O’ndan değilmi bize hediye,elbetteki tüm bu güzellikleri bize ikram eden yüce Mevla’mıza itaat…. Evet buldum İTAATTİ burdaki hikmet, itaat ne kadar önemli bir haslet aklıma yazarken geldi, çok sevdiğim bir kıssadır AYAZ‘IN kıssası, padişah hizmetlisi Ayaz’ın kıssası….

İtaati en fazla O’nun kıssasında öğrenmiştim ve hep O’nun gibi olmayı arzu ediyordum,onun padişahın emrine olan kayıtsız itaati gibi bende Mevla’ma kayıtsız şartsız itaat etmeliydim…

Kurban aslında benim nefsimi O’nun yolunda feda etmem ve O’na yakınlık yaşadığım bir DEMDİ…

Burda çok sevdiğim bir sözü yazmadan geçemeyeceğim,taşıdığım en kıymetli şey neydi CAN’dı, işte Can’ı onun yolunda vermek, YÜCE SEVGİLİ‘ye feda etmek demekti kurban… İbrahim’in en çok sevdiği İsmail’di ve O istenmişti Mevla tarafından, ne zamanki İbrahim teslim oldu emre, itaate hazırdı, İsmail yerine koç kabul edildi, işte ben en çok neyi seviyorsam Mevlam’ın yolunda ondan geçebilmeliydim, yeri geldiğinde…

Ahhhhh çocuğum var diye namaz kılmayanlar,işim engel diye namaz kılmayanlar,mesleğim engel diye başörtüyü çıkaranlar…

Sevdiklerinden Mevla’mızın yolunda O’nun için geçmek, H.Z.İbrahim (A.S)imtihanı…

Ya kendinse feda etmen gereken?

nefsinse?

Mevla yolunda tüm benliğinden geçmek en sevdiğin CAN’dan geçebilmek.

H.Z İsmail (A.S) imtihanı olsa gerek, İsmail olmak daha zor, kurban bize bunu öğretiyordu ,daldım yine tefekkür deryasına çıkmam lazım, aman Allah’ım meğer her Peygamberi defalarca okumalıymışım, bu güzel ibretli kıssalar bizim hayatımızda bile yol gösterici, niye Kuran-ı Kerim’de defaatle anlatıldığını daha iyi anlıyordum okumak ve okutmak lazım Peygamber kıssalarını ….

Mevlam Senin Didarını Seyrede Seyrede Canımı al,Sen benim Gönlümün Sultanısın,canım Sana feda olsun….

05
Oca
08

Hac anılarım,saygı ve hürmetlerimle….


Bayramın 1. gününün akşamında Kabe’ye gittik yine Ziyaret tavafımızı ve Say’imizi yaptık,dualarımızı devam ettirdik,teheccüd kıldık,sabah namazı vakti girmişti, sabah namazımızıda eda eyledik ne güzeldi, Kabe’de sabahlamak…Şu an bunları yazarken bile sanki hep oralardayım,size anlatmayı unuttum. Kabe’de teheccüd ezanı okunuyor bu çok hoşuma gitti öyle güzelki, herkes teheccüd namazına koşuyor bu ezanla seher vaktini uyanık geçiriyorlar, hele ufak bebekler bile var o saatte oraya gelen, cemaat arasında ufak yaşta bu güzelliklere alışarak büyüyorlar, Say da koşan çocuklar, Kabe’de tavafta çocuklar, birde o güzelim cemaatin arasında namaz kılarken çocukların oluşu, onların ruh dünyalarındaki huzuru anlayabiliyorum, temiz bir yaşantı ile çocukluk geçirmek ne güzel, inşaallah Mevlam tüm çocuklara nasip etsin….Sabah namazımızı da kılarak hepimiz otelerimize dinlenmek üzere geri döndük,bayramın 2. ve 3. günü yine Mina’ya yürüyerek gittik ve şeytan taşlama görevlerimizi eda ettik…

3. gün taşlamada izdiham olmuştu biz gelmeden önce biz Hanefi mezhebi olduğumuz için geç gitme şansımız varmış, diğerleri belli vakitte bitirmeleri gerekiyormuş, izdihamda 375 kişi ölmüştü. Mevlam gani gani rahmet ihsan eylesin,TÜM VEFAT EDEN HACI KARDEŞLERİME… Hocamız haber almıştı, bizi son ana kadar geciktirdi, izdihama dahil olmayalım diye…

Gerçektende gittiğimizde savaş alanı gibiydi sanki,her yer toz ve dumana bulanmıştı koşa koşa gittik ağzımıza maskeler taktık yoksa nefes almanın imkanı yoktu, ölümle az önce tanışmıştı 375 kardeşim

Bu duyguyu size anlatmak öyle zorki bir yanda bu kutsal topraklarda kalmalarının verdiği huzur bir yanda artık geri dönemeyecek olmaları değişik bir denge hakim….!!!

Osman hocamız artık Hacı oldunuz demişti, tam Hacı oldunuz,bu ne büyük bir güzellikti Ya Rabbim,tertemiz olmak tüm günahlardan arınmış olmak, yıllarca boynumda taşıdığım günah yükünden kurtulmak, sanki yeniden doğmuştum,öyle hafif hissettimki kendimi, üzerimde tatlı bir hafiflik,sanki ayaklarım yere basmıyordu…

Bu psikolojiyi tarif etmem mümkün değil. Mevlam hepinize nasip etsin inşaallah, inanın ben bunları Hacda gördüğüm bir rüya üzerine size yazıyorum, rüya bana kalsın demekki yazmam gerekiyor, yoksa bu kardeşiniz aciz bir kul sadece, biz genelde Haccın hep negatif tarafını anlatan hacıları dinledik malesef küçükken, ama istedimki size Haccın tüm gül demetlerinden sunabileyim, tabi mümkün değil,ben ancak o gülistanın sadece bir kaç gülünü sunabilirim. Dilerim yüce Mevlam’dan sizede Haccın en güzelini yaşamanızı nasip etmesini ve bu duyguları birebir yaşamanız belki daha çok güzelini………

Ahhhhhhhhhhhhhhhh….Yandı yine yürek, tuşlar elimden kayboluyor,zor yazıyorum bu satırları….. Allah’ım herkes görebilse tavafın güzelliğini…Kabe’yi 3. kattan seyretme imkanı buldum, zaten bu kadar büyük olmasına rağmen, sabah namazı kılmak için yer bulamayışımız çok şeyi anlatıyor. Biz normal de memleketlerimizde onca rahatlıklar içinde namazları ihmal ederken burda namaz için yer bulamamak …O merdivenlerde kılanları bir görseniz durmaz hemen namaza başlardınız bunca kardeşimiz namaza bu kadar değer verirken bize ne oluyorda namazlar ihmal ediliyor… Namaz dinin direği değilmi? Direk olmazsa bina ayakta dururmu…
Aklıma bir konu geldi burda paylaşmak istiyorum sizinle, genelde memleketimde abla derler bana, dini konuda yardımcı olmaya çalışırdım çevreme, ben çok zorluklarla öğrendiğim için isterdim elimden geldiğince faydalı olayım din kardeşlerime…

Bana kızım kapanmıyor diyenlere, derdimki siz önce namaza alıştırın evlatlarınızı günde 5 vakit yüce Mevla(Yüce Sevgili) ile buluşan kul hiç yanlışa düşermi, düşse bile kalırmı, ama ya kılmayan nasıl sırat-i müstakimi koruyacak ben çok gördüm namaza başlayan başı açık kardeşlerimi, gün geldi Mevlam tesettür nasip etti onlara…

Ama öyleleride gördümki namaz yok baş kapalı lakin tesettürün hakkını veremeyen…

Günde 5 defa buluşmak var ya HUZUR’da, hiç bırakırmı o Yüce Sevgili seni kendi haline…. TAVAF=AŞK NAMAZ=TESLİMİYET simgeliyor gibiydi,Kabe’nin gecesi gündüzü yoktu, gece Kabe’de mor bir gökyüzü vardı….

Geceleri bir başka güzel Kabe’nin gündüzü bir başka güzel…

Bayramın 4. gününün sabahı NUR DAĞINA yolculuk vardı,daha hocamız haber verir vermez yerimde duramaz oldum. Allah’ım heyecan basıyordu yine, ne büyük güzelliklerdi bunlar,Peygamberim’in (S.A.V)çıktığı Nur Dağına çıkacaktım ve O’nun (S.A.V)o mübarek ayağını bastığı taşlara bende ulaşacaktım,Yüce Sevgili ile buluştuğu Nur Dağını görebiliecektim…Sabah saat 4 te hocamız hazır olun dedi, nasıl uyudum bilmiyorum, uyudummu onuda bilmiyorum, hatırlamıyorumki…İşte gelmiştik Nur Dağının eteklerindeydim,ALLAH’IM şükürler olsun sana lutfettin bu anları yaşamamı, evet hayat AN’dan ibaretti….Şu andan itibaren sanki ben Asr-ı Saadet’teyim peygamberimin(S.A.V) ayak izini takip ediyorum,O’nunlayım(S.A.V)…

Basamaklar çok dar, taşlar hala çok bozulmamış, zaten bozulmayan ender yerlerden biride burasıydı,çıkıyoruz hacı arkadaşlarımla,yarış yapıyoruz kim daha önce çıkacak kim daha önce yetişecek zirveye, ama çok zor dizlerimiz isyan ediyor, kalbimiz artık durma noktalarına geliyor ama olsun razıyım, duracaksa burada dursun, ne olurdu böyle kutsal bir yolculukta dursun, bundan büyük onur ve şeref ,mükafat olurmu…

Bazı kardeşlerimin ve teyzelerimin yüzleri iyice kızarmıştı belliydi çok zorlanacaklardı, bende aynı olmuştum ama bu bizi yıldırmıyordu, çıkacaktık ulaşacaktık o zirveye,aşkla çıktık, yaşamamız lazımdı bu DEM’ide….

Nihayet zirveye geldik bu anda sabah namazı okunmuştu artık biz çıktığımızda orada başka kardeşlerimizinde olduğunu gördük …

O anki duygularım şunlardı: Allahım Peygamberim H.z Muhammed (S.A.V)ne kadar bunaldı o zaman diliminde ki kendini buraya atmıştı, biz bir defasını zor çıkmıştık, ya O devamlı çıkıyordu…

Neydi bulduğu HUZUR burda, burdaki sır neydi?….

Aşktı evet aşktı, biz O’na olan aşkımızla çıkmıştık… Ya O O’da Yüce Mevla’ya (Yüce Sevgiliye )olan aşkıyla çıkmıştı bu zirveyi…
Burada benlikten geçmek var, sadece küçük bir mağara ama içinde kendini bulmak var…

Şimdi anlıyorum evini geniş tutuğu halde huzuru bulamayan kardeşlerimi, huzur önce insanın içindekini yakalamasıymış,kendini bulmasıymış, Kendini bilen Rabbini bilir DEM’ini yaşamakmış,Vuslatı yaşamak, Sevgili ile başbaşa olmak, Mir’ac gibi, Uzlet gibi, halktan Hak’ka kaçış gibi…

Sanki ruhumda Peygamberim’in(s.a.v) yaşadığı sıkıntıları hissettim, bir an bunalmıştı bir şeylerden ve kendine burada sığınak bulmuştu, Huzuru bulmuştu, her şeyden geçerek eşi H.z Hatice’den(R.A) uzak, çocuklarından uzak, dostlarından uzak ama Hak’ka yakın, Mevlamıza yakın, demekki bazen gerekiyordu bu dinlenmeler, aklıma İmam-ı Azam’ın şu sözü geldi.” O iki sene olmasaydı NUMAN helak olurdu” sözü….
Demekki insan-ı Kamillik yolunda bazı dinlenme anları gerekiyordu, kendini bulmak ve kendini keşfetmek için, aslında bu içe doğru yapılan bir yolculuktu, özüne süveyda derununa, GÖNÜL yolculuğuydu bu…Önce bu yolculuk gerekiyordu sonra irşad belki …

Zirvedeyiz,az aşağıya iniyoruz tekrar,Hira- Nur mağarası oarada ,çok dar 2-3 kişi zor namaz kılar,etrafında Peygamber aşıkları dolu sanki O’ndan bir koku bir işaret bekler gibi ,bu mübarek saatlerde burdalar,ben içeri giremiyorum aslında kimseyi incitmek istemedim belki bu yüzden, müsait olsa girecektim ama utandım bir kardeşimi incitmeye,seyre daldım çevremi…

Kabe uzaktan görünüyor ama çok uzakta, çok büyük bir zirvedeyiz,Mekke tüm önümüzde seyrediyoruz, kalabalık cemaatler sabah namazında burada bulabildikleri yerde…

Bu zor yolculuğa Peygamberimiz (s.a.v)devamlı çıkarmış H.z Hatice’de(R.A.) O’na (S.A.V)gizli gizli yemek getirirmiş ve rahatsız etmeden bırakırmış eşini seyreder gidermiş…

O zamanlar 55 yaşında H.z. Hatice (R.A.)ama öyle bir aşk varki aralarında, eşi için katlanıyor bu zorlu yolculuğa ve O’na yemek getiriyor kendi isteği ile, bunu sırf Peygamberimiz’i(s.a.v) çok sevdiği için yapıyor…

Bunun adı AŞK, aşk ne zorlukları kolay ediyor değilmi….

Peygamberimiz(S.A.V) bazen burda 3 gün kaldığı olurmuş,sabahın 4 dünde oraya çıkarken güneş doğuyordu,herşey ayrı bir güzellikteydi,karınca misali çıkanlar ve bir yanda inenler Hasretle çıkanlar- Vuslatla dönenler bunu nereden anladık…

Çıkarken çok hızla çıkılan bir yol ama inerken, inmek istemeyen bir tavırla iniş, ayrılmak istemeyen aşıklar gibi…Herkes olması gerektiği gibiydi,her yerde onun aşkı vardı,aşk varsa akıl gidiyordu, o yolda canını verenler olmuş, size anlatayım bu kıssayı da paranteze alayımki konu çok dağılmasın…

(Medine’de Peygamberimiz’in(s.a.v) mescidinde sıramızı bekliyorduk Ravza-İ Mutahhara’ya girebilmek için,bir teyzemiz çok ağlıyordu sebebini sordum, Başladı anlatmaya: Hacca eşi ile gelmişler, eşinde büyük bir aşk ve şevk varmış, boş durmak fuZuli uyumak istemiyormuş hiç, ahhhhhhhhhhh…..

Bir gece yine arkadaşlarına demiş biz buraya uyumayamı geldik, hadi Nur Dağına gidelim ve gelmişler buraya, mübarek Hacı amcamızın kalbi dayanmamış ve burada vefat etmiş. Medine’ye teyzemiz yalnız gitmiş…)

Hacda bize hizmet eden kardeşlerimden Mevlam gani gani razı olsun,hepsi mükemmel insanlardı,kardeşlik ve yardımlaşmak ne kadar güzel,güler yüzlü tatlı dilli olmak ne güzel….
Kimler hizmet etmediki bavullarımızı taşıyandan, bize yemek yapanlardan,şoförlerimizden ve tüm diğer hizmet üzere olan Mekke ve Medine hadimlerinden, Mevlam gani gani razı olsun…Aslında karmakarışık duygular içindeyim…
Hayretle—seyir halinde———->Aşkla— muhabbet halinde
Visalle —-gurbet halinde——–>celalle— Cemal
teslimiyetle—– tevekkül———>Huzur ile MücadeleYinede Mekkeyi görmeniz lazım, inanın başka yerlere verdiğiniz paraya yanacaksınız… Burada Allahü teala’nın BİRLİĞİNİ Lâ ilâhe illallah’ı müşahade ediyorsunuz,sadece O’nun evi lüks, sadece O’nun evine koşuluyor,sadece O’nun evi dolu….
Diğer tarafları o kadar aramıyorsunuz.Kâbe’nin muhteşemliği aşk,huzur,muhabbet size yeterli…

Burada dünya aklınıza gelmiyor sanki ahiret hayatındasınız hep Kâbe’de olsam diyorsunuz.Çünkü Kâbe’de ya tavaf, ya namaz,ya zikir,ya seyir,ya dua,ya tefekkür var boşluk yok zaten Mekke’de hayat Kâbe’de, oraya geldinizmi canlanıyorsunuz….

Diğer yerlerde ölü gibisiniz Kabe’de yapılan ibadetler 100.000 kat daha faziletli normal yerdekilerden, inşaallah doyasıya yapmayı Rabbim lutfeder..
  

Daha sonra özel tur düzenlendi ve Sevr mağarasına çıkmak için yolculuğa çıktık,yine sabah 04 te bu yolculuğumuzda… Nedendir bilmem ama geceleri çok severim, huzuru bulurum gecelerde, bu anlamlı zirve yolculuklarımızın gece oluşuda ayrı bir mutluluk verdi bana, zaten güneşin sıcaklığında bu zirve çok zor olur gecenin serinliğinde kolay oluyor…Nasıl anlatayım bilemiyorum öyle güzel ve derin anlamları olan yolculukki bu demler… Mevlam sizlerede tatmayı nasip etsin… Bu yolculuk Hira’dan daha uzun ama daha kolaydı yolu…Sabah namazında yine zirvedeyiz…Güneşin doğuşunu seyrettik bu güzelim zirveden,burada dikkatimi çeken konu iki mağara oluşuydu, birbirine geçiş var,anlatılana göre Peygamberimiz (s.a.v) arkadaki ikinci mağarada gizlenmiş H.Z. Ebu Bekir’le ( R.A.)Burada yine duygular hücüm ediyor,ya Rabbim ne zor bir yolculukmuş Medine yolculuğu, rahatça gitmesine bile izin vermemişler,3 gün dile kolay büyük sıkıntılarla burada hapis gibi Allah’ım birde onların canına kast eden düşmanlar var, her an ölümle burun buruna,ah olaydım onu koruyan örümcek ağı olaydım, ah olaydım yuvadaki güvercinlerin otu olaydım….

Biz öyle rahat Medine yolculuğu yaptıkki arkamızda düşman korkusu yoktu, ya O’nlar ahhhhhhhhhhhhhhhh ya O’nlar Allahım hatırladıkça burnumun direği sızlıyor …
Zirvelerin ayrı bir güzelliği var,özgürlük var zirvelerde….

İkinci mağaraya girdi bazı arkadaşlarımız ben yine giremedim bayanlar için zormuş girenler oldu ama biz giremedik, yeğenim Şeyma kamera ile çekti içersini ancak öyle seyredebildim, gerçektende çok farklı bir yerdi…Ve orada iki yakın sırdaş, gönlü birliği can yoldaş konaklamıştı. Ne olaydım üçüncüde ben olaydım, haddim olmayarak layık olmayarak…Acizliğime binaen gönül bu işte arzu ediyor, Rolleyes

Zirvede Endonezya’lı kardeşlerimizle beraberdik. Pakistan’lı kardeşlerimizde sıcak çay ikramı hazırlamışlar…
Abimle yarış yapmıştık, ben yeğenimle abim ve yengemden önce çıktım. Tabi abim çok üzüldü neden beraber çıkamadık diye, hemen ona sıcak bir çay ikram ettik sakinleşti

Bana kalsa hiç inmezdim, öyle güzeldiki ama inmek zorundaydık, yine vuslat ve hasret halleriyle arkama bakarak ayrılmak istemeyen aşıklar gibi istemeye istemeye indim oradan, sevdiğinden ayrılmak ne zor

İnerken yine Türkiye’nin ve başka ülkelerin hacılarıyla karşılaştık yine karınca yuvası gibi, inenler ve çıkanlar, uzaktan bakınca o kadar ufak görnüyoruz zaten..Elhamdülillah o mutlu karıncalardan biride ben oldum….

Gündüz Gülten gelinimizle Hilton otelini ve mağazasını dolaştık lakin ben o kadar doymuşumki bir şey almak gelmedi içimden,yoksa her şey güzeldi ama talep olmayınca olmuyor işte, benim aklım fikrim Kâbede’ydi, yalnız bu gezinin bir güzel tarafı Safiye ebe arkadaşımı Bin Davud mağazasında görmek oldu şok olmuşum onun hacda olduğunu bilmiyordum, çok hoş bir süpriz oldu bana, nasip beraber hacı olmamız varmış çok sevdiği ve saygı duyduğum bir kardeşimdi kendisi… Mütevaziliği ve engin gönlü zenginliği ile her zaman özel bir yeri olmuştur hatıralarımda….

Buradaki güzellik Kâbe’nin çevresinde hemen istediğin yere oturup, Kâbe’yi seyredebiliyorsun.Cemaat Hilton otelinin önüne dek taşmıştı, içeri girmeye yer bulmak çok zordu,öyle bir kalabalıkki tarifi mümkün değil… Size bir tatlı anımı anlatayım; Oturdum boş bulduğum bir yere, bir yanımda Endonezya,bir yanım Pakistan,bir yanım Afganistan önümüzde Nijerya,arkamızda hakeza başka bir din kardeşim… Allah’ım bu ne kadar güzellik böyle hacca gitmeyen zor yaşar bunları burada sanki sıfır noktası gibi tüm harita yok sanki, biz BİR OLDUK birde dikkatimi çeken konu tesettür şekilleriydi…

Tesettür var ama çeşit çeşit olduğu gibi herkesi hoş görüyorsun, bu çok önemli,ama hiç açık bir kardeşe rastlayamazsın hele o küçücük kızlarımızın kapalı olması beni çok düşündürdü…Neden bizim çocuklarımız eksik yetişiyordu bu konuda…

İnanın en çok üzüldüğüm kardeşlerimden Nijerya’lılardı öyle fakirdiki tesettürleri bile büyük bir renkli bezi çarşaf gibi üzerlerine bürünmüşlerdi,fakirlik her hallerinden belliydi,ama o halde bile kutsal hac yolcuğunun ihmal etmemişlerdi. Allahım varlığı olup ta bir sürü bahane bulan kardeşlerime akıl fikir ver bu güzellikleri onlarada nasip et inşaallah…

Kâbe’de zor olan bir konu sünnet namazlarına yeterince zaman tanınmayışı bizde ezan okunurken hemen başlıyorduk, o zaman yetişiyordu yoksa kılamıyorduk sünnet namazını,zaten vakit namazlarını bile çok zor yer buluyorsun,saatler önceden gelip yer ayarlaman lazımAyrıca çokça cenaze namazı kıldık, her vakitte mutlaka en az bir tane cenaze namazı var,sevabı çok yüksek hele birde kâ’bede olunca daha bir katlanıyor ecri…Tefekkür edelim biraz;Kimbilir hangi ülkeden,hangi kardeşimin ahiret yolculuğuna uğurlamaya gelişimin düşünceleri ile hem hal oluyorum hem de böyle mübarek bir beldeden uğurlanmak herkese nasip olmuyor malesef…….
Mekke’nin gökyüzü sabahtan akşama devamlı renk değişiyor akşam namazında ezanı beklerken hep gökyüzünü seyrediyordum, öyle güzel oluyorduki,akşam üzeri mor bulutlar akşam namazında lacivertin en güzeli, daha sonra gri bir gökyüzü resmi oluşuyor,bütün gün renkten renge giriyor….Gecesi başka güzel gündüzü başka güzel…
Cennet-ül Muallâ’ya gittik.H.Z. Hatice (r.a) medfun oldğu yer, bu mübarek kabristan…Ama bayanları yine almıyorlar,olumsuz bazı davranışta bulunan bayanlar olmuş bu yüzden tüm bayanlara izin yok içeri giremiyoruz ama erkek kardeşlerimiz giriyor…
Dışarıdan ziyaret bile öyle güzelki,anlamlıki,H.z Hatice’ye(R.A.) yakın olmak hoş ve maneviyatı yüksek bir duygu,yine her ülkenden ziyaretçileri vardı bu mübarek yerlerin….

Buda İslamiyetin evrenselliğini gözler önüne seriyor.Barış ve huzur kâbe’de,diğer tüm müslüman kardeşlerimizle bu büyük kongreleri sık yapabilsek oradaki vize ve dil engelleri kalksa bizim önümüzde kim durabilir…


O yaşlı teyze ve amcalar Hira Ve Sevr mağaralarına nasıl çıkıyorlar bir görseniz,teyzemizin birine latife yaptım,teyze sen evde bulaşık zor yıkarsın değilmi dedim,?
-Evet, dedi…
-Sandalyeye yaslanıp yıkıyorum dedi,aman dedim geline kıza söyleme buralara çıktığını…İşte muhabbet ve aşk kimleri gençleştirmiyorduki bu hürmet edilecek büyüklerimizi buraya çıkaran aşk ve muhabbetti…Dedim ya AŞK AŞK AŞK olmazları olduruyor,engeller aşılıyor,yapamam denilenler başarılıyor,aşkın hiç bir engeli olmadığını seyrediyorum….

Bu gün Şeyma yeğenimle otelden yalnız başımıza Kâbe’ye gittik,artık servisler konuldu rahatladık tanımadığımız taksilere binemiyorduk yanımızda abim olmadan, servisler daha güvenli inşaallah….Bu gün 3 tavaf yaptım1. Bütün peygamberlere
2. Sahabe ve ensara 3. Peygamber efendimize(S.A.V) hediye ettim…
İnşaallah eve gidene dek ne kadar hayırla meşgul olabilirsem ne mutlu….

Azıcıkta oda arkadaşlarımdan bahsedeyim,Şeyma hanımefendi saygılı esprili cana yakın huzurlu özgüvenli bir genç yeğenim….Bir zamanlar ayaklarımda salladığımı yeğenim hacda oda arkadaşım olmuştu…

Birde Gül teyzemiz var O’da çok sessiz sakin huzurlu bir insan, Kur’an-ıyla namazıyla mutlu, velhasıl kendim gibi oda arkadaşlarım.Biri gençliğim, biri geleceğimin ahlakı bazen gülümsemeler, bazen ibadete dalışlar….

Geceleri umrelerimiz devam ediyor,bir umremizin edası için Cirane mescidine gittik,Peygamberimiz (a.s.) buradan umre yaparmış,bu umremizin sevabını Peygamberimize (S.A.V) hediye ettim bazı kardeşlerimde öyle yaptılar,gece yarısı Tavaf öyle hoşki hele Say…Gece o saatlerde Mevlamızın rızası için yürümek uykuyu onun için feda etmek bize öyle bir huzur veriyorki…

Seninle beraber koşturan kardeşlerin var, bir an ev aklıma geldi ne kadar gafletli gecelerimiz olmuştu,halbuki Mekke hep nurlu 24 saat tavaf var….
Birde namaz anı öyle bir disiplin hakimki, o kadar çok insanı bir tekbir sözüyle saf tutmuş namazda görüyorsun, ne bir gürültü ne bir huzursuzluk var, herkeste bir sukunet hakim,kuşları rahatça dinleyebiliyorsun hele birde Kâbe imamlarının Kuran okuyuşları, tüm kardeşlerimi ayrı güzelliklere daldırıyordu,unuttuğum bir şey daha var burada Kâbe’yi seyrederek namaz kılıyorsunuz bunu tadını nasıl anlatırım bilmem, yaşamanız lazım…

Mevlam acilen tüm isteyen kardeşlerime nasip etsin…..Gece uyuyanlar var, Kâbe mescidini bir tarafında,emre geç kalmamak için kapı kulu gibi hazırlar…

Ayakkabılarınızı kayıp etmeniz an meselesi
Ya yanlış poşet alıyor, ya koyduğunuz yeri bulamıyorsunuz,yada yanlışlıkla alıyorlar,velhasıl bunda bile hikmet var
Bu arada ben 3 çift kaybettim…
Kâbe’den otele yalınayak gitmek zorunda bile kaldım, zaten kaybetiğimide aramak istemedim orada kaybolsun yeterki…

Sabah namazında kuşların tavafını seyrederek tavafımızı yaptık ahhhhh…………..

Kıskandım onları, istedikleri anda gelebiliyorlardı,tavaftaydılar hayranlıkla seyrettik onları, hoş bizde ruhaniyetimizle gelebiliyorduk ama bedene çok engeller var Kâbe’ye gelmek için…

Tavafta bütün dünya müslümanları ile berabersiniz, bazen bir Afganlı’yı geçiyorsunuz, bazen bir Japon kardeşimizi yada bizi geçen bir Pakistan’lı kardeşimizi memleket sorsanız hepsi farklı, bir coğrafyanın tek bir millet oluşunu müşahade ediyoruz…Nafile tavaflarımız hep devam etti tümünü hediye ettik…. Arkadaşlarımıza,şehitlerimize,atalarımıza talebelerimize,akrabalarımıza, ailemize ve tüm müslüman kardeşlerimize, onlar için yürümek öyle güzelki ayaklar senin ama yürüyen kim?Sanki herkes yanımızda tüm dostlarımız, paylaşmak ne güzel ya Rabbbb………  

Otelimiz çok dinlendiriciydi,odalar klimalı ve yeşil tonların hakim olduğu bir dekorasyon ile döşenmişti, tüm yorgunluğu kısa bir sürede atıyorduk,yemeklerimiz Türk yemekleriydi,Mevlam gani gani razı olsun tüm emeği gecenlerden, buralarda hacılara hizmet çok önemli, O’nlar için yollarda hep sebiller var(hayrına dağıtılan su ve gıdalar)Genelde Bangladeşli kardeşlerimiz hizmet ediyordu gelen hacılara,içlerinden birini anlatmıştım Muhammed’i bizi aile gibi görmüştü, bize saat hediye almıştı çok ince bir ruhu vardı bana abla, abime baba diyordu,yengeme anne diyordu…Nasıl hizmet edeceğini şaşırıyordu öyle hoş süprizleri vardıki kardeşimin Allah’ım nereden nereye, kimin ellerinden çay içiyoruz, kimin ellerinden rızkımız geliyordu….23 ocak pazartesi

Ciddeye ziyarete gittik, özel turlar düzenlendi. 5 otobüs gittik amacımız H.z. Havva Annemizi ziyaretti,ilk olarak El- Rahme camisini ziyaret ettik denizin üzerine kurulmuş bir camiydi hemen Kızıldeniz alttan geçiyordu, hatta o dönemde istanbul’da yoğun kar yağışı vardı, biz telefonda Kızıldeniz’in üzerinde güzneşli bir havadayız deyince çok şaşırmışlardı,
kış gününde nasıl olur dediler, buraların iklim çok yumuşaktı, kış olmuyordu daima sıcacıktı….H.z Havva annemize gittik ,kabristan kapalıydı ama olsun kapısına gelmek bile çok anlamlı oldu sanki, vefa bocumuzu ödemeye gelmiş gibi hissetmiştim, hani evlatlar bayramlarda, özel günlerde büyüklerini ziyaret ederdi ya,biz de o duyguları yaşadık…
Biraz alışveriş yaptı ziyaretçi hacılarımız, bu arada ben yine tefekküre başladım, burada sakat çocuk çoktu, en çok o ilgimi çekti çok üzüldüm, dilendiriliyordu bu çocuklar neden diye sordum hep kendime ve çevreme,ya bir kolları yok, ya bir ayakları,ya elleri yok,acaba dilenci mafyasımı diye sormadan edemedim… Mevlam yar ve yardımcıları ol bu çocukların…

24 ocak salı

Sabah Osman Küpeli hocamız helaleşme programı tertip etti biz ayrılıyorduk artık… Medine yolculuğu gelmişti,uzun süre kalan hacı kardeşlerimizle helalleştik duygulu anlar yaşadık bu demde, Peygamberimizin(S.A.V) evinin önünde oldu zaten…

Bizim buluşma yerimiz,Peygamberimizin (S.A.V) evinin önünüydü hep, şimdilerde her ne kadar kütüphane olarak kullanılsada o bizim peygamberimizin eviydi sanki sancağının altıydı, kaybolan oraya gelirdi, rahatça bulurdu arkadaşlarını o müberek evin önünde çok oturdum ayrı bir güzellikti bu, ahhhhhhhhhhhhh…


05
Oca
08

Hac anılarım,saygı ve hürmetlerimle….


25 Ocak çarşambaSabah veda tavafı yaptık,grup olarak hocamız bize yine bay kardeşlerimizden dikdörtgen oluşturuyordu, içinde biz rahatça tavaf yapıyorduk…Bu sistemi Endonezya’lılarda yapıyordu grup birbirini kaybetmiyor böyle….

Kâbe’ye veda etmek çok acı geldi bize hasret vakti gelmişti… Ahhhhhhhhhhh ayrılıklar olmasa ne olurduki sanki ama kader bu yaşamak zorundaydık bu demide…

Hasret her şeyi daha bir güzelleştiriyordu kıymetlendiriyor velhasıl doyamadan otelimize geldik,tekrar yine gittik Kâbe’ye, akşam yolculuk vardı ama biz yine gitmek istedik bu tavafımızda Kâbe’de kırmızı bir toz bulutu hakim oldu, ya çevredeki inşaatlardı yada kum fırtınasıydı,biz yine devam ettik tavafımıza biter bitmez acele ile geri döndük, tüm arkadaşlarımız hazırlanmıştı bizi bekliyordu, öyle bir hazırladıkki eşyalarımızı 10 dakika bile sürmedi, bir koşuşum varki akşam namazı için yan mescide gidişim.

Ondan bahsetmedim size Allahım öyle güzel bir kırati vardıki bu hocamızın da, Kâbe’ye gidemediğim zamanlar bu küçük mescidde kıldım cemaatle namazlarımı işte bu mescidede veda ediyordum ama öyle bir veda olduki bu artık gözyaşlarımı tutamıyordum. Kendimi ancak bu kadar tutabilmiştim, daha dayanacak gücüm kalmamıştı ,bıraktım kendimi, ağlaya ağlaya kıldım o akşam namazını, hocamızın kıraati beni dahada bir etkiledi. Allahım ne kadar güzel kuran okuyuşlarıyd bunlar. Ahmed el acemi hocamızın okuyuşuna benziyordu,daha gencecik bir hocaymış ama bu ses ne müthişdi ya Rabbim tüm gençlerimiz böyle Kur’an okuyabilse Allah’ım…
Ve bitti artık Medine yolculuğu başlıyordu son vedalar yapıldı ve otobüsümüz hareket etti. Ben isterdimki en güzel elbiselerle gidebileyim ama ne mümkün, çok aceleye gelmişti bu yolculuk benim için, vardı bir hikmeti zamana bıraktım, sırrını ilerde çözecektim….

Yarı hüzün (layık olamayışımın verdiği ve daha güzel hazırlanamadım diye)
Yarı sevinçle(Medineyi görebilmenin, Peygamberimize s.a.v kavuşabilmenin heyecanı )

Birde O’nun bu yolları deveyle çok zorluklarla yapışı, bizim ise rahatlıkla yapışımız Çok utandırdı beni  

Başlamıştı mübarek yolculuğumuz,o anki duyguları anlatmaya diller aciz kalır,belki çok otobüs yolculuğu yapmıştım özellikle memlekete yaptığım yolculuklar vardı, ama bu yolculuk o kadar başkaydıki, istedim her anını faydalı geçireyim…Tefekkürlerle geçirdim, bu otobüstekiler ne kadar şanslıydı, çünkü H.Z Muhammed’e (S.A.V) gidiyorduk…
Allah’ım diller anlatamıyor bu anları;Bir yanda utanıyorum, o deveyle zorluklarla yaptı, ben ise otobüste rahat koltuğumda……..

Bir yanda içim içime sığmıyor,dakikalar asır gibi………..Yolculuğumda bazı sevmediğim davranışlar oldu, özellikle bir yazar kardeşimin sitemleri çok üzdü beni,otobüsün konforunu şikayet ediyordu neden daha lüks değil diye, ahhhhh,yolculuğumuzun mübarekliğine binaen onu üzmek istemedim ama kalbim ona hep şu sözleri söyledi, inşaallah O’nun kalbine yol olmuştur bu sözler:

” İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,eğer kendin bilmezsen bu nice okumaktır”Bizki ne haddimize konfor ararız,

bizki……… ahhhh………..

Sürünerek gitsek bile layık olamayız o kapıya, nice Allah C..C dostları Peygamber aşıkları ne büyük hürmetle gitmişlerdi o kapıya, ama ya biz ……….

Yolculuk bitmek bilmiyordu, hepimizde bir heyecan, Alllah’ım sanki yanımızda O(S.A.V), sanki bizimle …

ahhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh…………

Sevdim seni ya RasulAllah 

Sevdim seni ya HabibAllah……..



Akşam üzeri saat 6 da başlayan yolculuğumuz gece saat 02 de bitmişti,o ilk ışıklar o ilk ışıklar……………Oteli istemiyorum bir girebilsem, hemen, hemen ….Hepimiz ayaktayız görmek için yarış yapıyoruz….

Ve indik otelin önüne, eşyalar teslim edildi, ama yine bir süpriz daha, evet anahtarları vermiyorlar otel odaları hazır değilmiş….
Allah’ım nasıl sevindim, nasıl sevindim…..

Valizleri hemen girişe bırakıp, Ravza-i Mutahhara’ya doğru yürüyoruz, otelimiz hemen Ravza-i Mutahhara’nın karşısında…
Green Palas, ama Ravza-i Mutahhara’nın yanında öyle sönükki, otel, tüm oteller sadece bir misafirhane, bu kutlu yolculuğun misafirhaneleri….

İlk abdest aldık ,çok az hacılar vardı, nasıl sevindik, biz doya doya hasret giderecektik, Mekke çok doluydu, bir türlü boşalmamıştı biz ayrılana kadar
kızmayın bana ne olur insan sevdiğini paylaşamıyor…

Burada da yine kalabalık olacak diye korkuyorduk, bu rahatlık sevindirmişti bizi demek hacılar gitmişti artık memleketine…

Yatsı namazlarımızı, teheccüd namazlarımızı kıldık.Mescid-i Nebevi öyle büyüktü ki tarifi mümkün değil,kapısı çok fazla…


Biz genelde H.Z Osman kapısından giriyorduk,her kapının bir adı vardı ve numaraları vardı…

Ben, hocamızın hanımı birde Aynur ablam vardı, onlarla Ravza-i mutahharaya gittik,tabi içeriye giremiyoruz açık değil henüz, bizde dışarıdan ziyaret edecektik, daha sabah namazına çok vardı…

Ve o AN YEŞİL KUBBE’nin karşındayım………


Allahım sanki o diyorki hoş geldiniz ama benim yüzüm öyle kızardıki, işlediğim hatalar, kusurlarım, layık değilim bu kapıya, ne sunacağım şimdi hani hediyem….ve dilimden dökülenler şu kelimeler oldu…Esselatü vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya H.z Eba BekirEsselatü vesselamü aleyke ya H.z. Ömer
Sana getirecek temiz hiç bir şeyim yok,ya RasulAllah, belki riya karışmamış bir amelim varmı bilmiyorum ama sadece sana sunacağım en kıymetli hediyem, Kâbe’nin üzerimize toplanan tozlarını sunabilirim, onlar benden çok çok temiz,ne olur Kâbe’nin tozu hürmetine,EBEDİ SEVGİLİNİN EVİNİN TOZU HÜRMETİNE affedermisin benide, ne olur bağışlarmısın bu acizide…

Gözlerim yeşil kubbede takıldı kaldı ayrılamıyorum ne büyük bir onur bu Allah’ım, bizi direk huzuruna kabul etmişti, otelde misafirliğimize bile izin vermemişti…

O gece sabaha dek Mescid-i Nebevi’nin misaifiriydik bu mutluluğu anlatmaya doyamıyorum…..

Sonra Cennet-ül Baki’ye gittik H.z Osman’a(R.A.) ve tüm sahabelere H.z Fatıma’ya(R.A.) ve Peygamberimizin(S.A.V) tüm yakınlarına doyasıya selamlar verdik…. Onbinlerce sahabi vardı burda Allah’ım ben kitaplardan okuyarak onlara ulaşmaya çalışırdım burdalar ve karşımdalar…
 




İlahiaşk

Blog İstatistiklerim...@

  • 899.820 hits

Hatırlatıcı Notlar

 

 

İlahi Aşk Yolculuğu

İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.

İmam-ı Gazali

İmam-ı Gazali son nefeste iman üzere ölmek için aşağıdaki duanın sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okunmasının tavsiye etmiştir Bismillahirrahmanirrahim " Ya hayyü ya kayyumü ya bedias semavati vel erdı ya zel celali vel ikram" Allahümme inni es'elüke en tuhyiye kalbi bi nuri ma'-rifetike ebeden ya allahü ya allahü ya allahü ya rahmanü ya rahıymü bi rahmetike ya erhamer rahımiyn"

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçluğu
Hayatında denge problemi yaşayan,
kişiliğinde, aile ilişkilerinde, ebeveynliğinde, sosyal ilişkilerinde, eğitiminde, ruhsal dünyasında kendini geliştirmek ve problemlerini çözümlemek, hedeflerine bilinçli yol almak için deneyimli bir rehbere ihtiyaç duyan, bayan danışanlara yardımcı olmak için buradayım. Saygılarımla.

Yaşam Koçu

İletişim için : DM’den ulaşabilirsiniz.

mihricanulupnar

Profesyonel bir yaklaşımla ve uygun fiyatlarla hizmet vermekteyiz.

 

@Hakkımda…@

15 Kasım 1971/26 Ramazan 1391 Niğde Değirmenli Kasabası doğumluyum.

1977′ den itibaren Eğitim hayatımı İstanbul’da tamamladım.

Halen Dünyanın incisi İstanbul’da ikamet etmekteyim.

Biz Mevlamızın İlahiaşkının Hamallarıyız

Tek derdimiz; Mevlamızın Hakiki Kullarından Olabilmek ve Rızasını Kazanabilmek…

Terk-i dünya/ Terk-i Ukba/ Terk-i Terk/ Hiçlik/ Aşk-ı Deryada damla / Kulluk…

Dileğimiz; Son Nefesimizde Şeb-i Arusu yaşayabilmek ve Cennetten Cemalullah’ ı müşahade edebilmektir…

Saygı, Sevgi ve Hürmetlerimle…

Mihrican Uymaz Ulupınar

mihricanulupinar@gmail.com

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

Hoş Geldiniz :)

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 363 aboneye katılın
Follow Ebedi Sevgiliye Doğru on WordPress.com

Flag Counter

Map

https://www.youtube.com/watch?v=l2LQOB1OcBQ

Bizi Takip Edin