İLAHİ AŞKIN ESİNTİLERİNDE HUZUR DEMLERİ
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil alemin
Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Hoş geldiniz, safa getirdiniz İlahi aşk Meclisimize… Bugün gönülleri ve canları davet ettik Aşk meclisimize… Gönül ki Allahü Zülcelalin evi, bedenin Kâbesi…
Kutsi hadiste Allah-u Teâlâ buyuruyor ki; “Ben yere göğe sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım’’.
Kalp ki bir yumruk kadar küçük belki, manen ise uçsuz bucaksız bir umman gibi… Gönlün temizliğine özen göstermeliyiz. Şemseddin Sivasî Hazretleri(ks) bir beytinde gönülde Allah’tan başka ne varsa temizlenmeli diye işaret eder;
“Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak
Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan.”
Bir misafir gelmeden önce evlerimizi nasıl temizliyorsak, gönüllerimizi de dünyalık sevgilerden arındırmamız lazım ki, Hak aşkı hepimizin gönlünde tecelli eylesin inşallah. Yunus Emre ise gönlü mukaddes bir mekân olarak tanımlar. Gönül yapmanın çok büyük sevap olduğunu, gönül yıkanın ise kıldığı namazın bile kabul olmayacağını işaret eder;
“Bir gez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil
Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise
Bir gez hayr ettin ise, birine bindir az değil”
Gönüller sevgi ile dolmadıkça insanlık kemalâta eremez. Gönül bir kadeh, Allah-u Teâlâ’nın sevgisi ise şerbet gibi… Bu gönül kadehine ilahi aşkın şerbeti dolarsa eğer, aşka hasret gönüller şifa bulacak inşallahü Teâlâ…
“İyi biliniz ki Kalpler ancak Allah’ı anmakla zikretmekle huzur bulur.” Rad Suresi 13/28
İlahi aşkı hep duyuyoruz, bu aşk nedir? Nasıl ulaşılır?
İlahi aşk yüce Mevla’ya duyulan derin sevginin zuhurudur, menbağıdır. Kulun maddesel dünyaya ait varlıklara olan sevgisinin kaynağına dönerek, onları yaratan Allah’a hissettiği yüce bağlılıktır. Allah-u Teâlâ önce bize dünyalık sevgileri tattırır, sonra bu sevgileri terbiye etmeyi başarabilenler, Hak aşkının sırlarına ererler. Rabbim bu sırlara erenlerden eylesin inşallah. Ezelden ebede giden hepimizin bir yolculuğu var. Kullar bu yolculuklarında dünya durağına uğrarlar, bu istasyon da birçok sevgiyi tadarlar; kâh mecazi aşklar, kâh sanatlar, kâh eşyalar veya şan şöhreti sevdası… Allah-u Teâlâ bu sevgileri insana tattırır, nice aşk ve sevda sancılarıyla belki kıskançlıklarıyla da uğraşır durur kullar. Kimi ifrata girer, kimi tefrite girer.
Dünya kargaşa yeri, imtihan yeri… İnsan-ı kâmil olmak için kulların ‘Hamdım, piştim, yandım, Elhamdülillah’’ dedikleri yerdeyiz. Hüzün, karanlık, çaresizlik, dertler, yalnızlık, hırslar, dağınık kalpler… Kalplerin ritmi bozuldu, hızla koşuyoruz dinlenmeden ya da avare oturuyoruz nereye gideceğimizi unutmuşçasına… Kalplerin huzura ihtiyacı var. Evet, kalplerimizin huzura ihtiyacı vardı. Kalplerimizin huzurla dolması için bir şiirle gönlünüzü şenlendirmek istiyorum.
DÜMEN BENDE GİBİ AMA DEĞİL
Takdir edilen ezelden çizilmiş bir rota
Yüreğim de bir huzur hâkim inşirahta
Hissediyorum varacağım liman vuslatta
Ben bende gibi ama değil
İpuçları verilmiş lakin bir muammada
Çözülmesi güç kader sınavında
Bazen sendelesem de ilacım tefvizde
Aklım bende gibi ama değil
Ümidim Ebedi Sevgilimin İlah-i Aşkında
Bu zamana kadar bırakmadı hiç yarı yolda
Ona teslimim bundan önce ve sonrada
Kalbim bende gibi ama değil
Ne olaydı burada sana bilmediğim yolculukta
Her dem onunla olaydım, Gizli ve aşikarda
Sevgisine müptela Muhabbetine ram meşkte
Ruhum bende gibi ama değil.’
Ne vakit ki hayat rotamızı Kur’an ve Sünnet’ e çevirdik İlahi nura yolculuk başlamış demektir. Bu yolculuğun rehberi Hz. Muhammed (a.s.v)’dır. Onun varisleri âlimlerdir. Karanlıktan kurtulmak için güneşe perdeleri açmak gerekir. Gecenin umudu sabahın ilk ışıklarıdır. Kışın umudu ilkbaharın neşv-ü nemasıdır. Yaşayan Kur’an Hz. Muhammed (a.s.v)’ın ahlakını hayatımıza uygulayabilirsek, yavaş yavaş gönlümüzün güneşi de doğacak demektir.
Burada Peygamber Efendimiz’i (a.s.v) anmışken Mehmet Akif Ersoy’un onun için yazdığı bir şiiri eklemek istiyorum;
“Yâ Nebi. Şu halime bak
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.
Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,
Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.
Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,
Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
İradem olduğu gündür senin iradene râm,
Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.
Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,
Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.
Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir,
Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.
Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
Nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh….
Hacca gidenler bu şiiri derinden hissetmişlerdir. Peygamber Efendimiz (a.s.v)’ ın aşkıyla hacca, umreye gidenler türbesine biraz daha yaklaşmak için çaba sarf ederler, fakat bir bakarlar ki büyük demirler vardır önünde, yasaktır demirden öteye geçmek… İşte o zaman;
‘Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.’
Diyen Mehmet Akif’in dizeleri aklına gelir. Efendimiz’ e daha çok yaklaşamadığı için yüreği yanan Mehmet Akif Ersoy…
Bu ruhen yakınlığı bilmeyenler için biraz daha zor. O manevi yakınlığı tatmış olanlar istedikleri her an, gözlerini kapattıkları demlerde Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) buluşabilir. Bunun içinde tabi ki tasavvuf eğitiminden, manevi terbiyeden geçmek gerekir. Peygamberimiz ile gönül bağı kurmak zor değil. Salâvat-ı Şerife çektiğimiz, O’nu düşündüğümüz, O’nu hissettiğimiz, O’nun hadisini okuduğumuzda, O’na sevgimizi derinden hissettiğimiz anda Peygamber Efendimiz (a.s.v)’a ruhani bağımızı kurmuş oluyoruz. Allah’tan sonra en çok sevgiye layık olan, şüphesiz, Allah Resûlü’dür. Resûlullah’ı en çok sevenlerin başında ise Sahabeler gelir.
Bu sevgi Resûlullah’ın şu mübarek sözüne bağlılıklarının ifadesinden başka bir şey değildi:
“Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.” Müslim, İman: 69.
Bu hakikat en güzel tezahürünü Sahabenin hayatında bulmuştu. Belki de bunun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer muhatap olmuştu. Bir gün Resûlullah’ın: “Beni ne kadar seviyorsun?” sorusuyla karşılaştı. Cevabı ise, “Seni canımdan başka her şeyden çok seviyorum!” oldu. Ama Resûlullah en can alıcı noktaya dikkatini çekmiş, “Canından da çok sevmedikçe tam iman etmiş olamazsın, ya Ömer!” buyurmuştu. Resûlullah’ı nasıl ve ne derece sevmesi gerektiğini öğrenen Hz. Ömer de, “Canımdan da çok seviyorum yâ Resûlallah!” diye cevap vermişti. Peygamberimiz de (a.s.m.), “Şimdi oldu, ya Ömer.” diyerek, onun şahsında bütün Müslümanlara sevgiyi kullanmalarındaki ölçüyü göstermişti.
Gönlün mahzenlerinde Peygamber sevdasının meşalesi tutuştuğunda, vakit namazları, kaza ve nafileler kılındığında, oruçlar nefsi terbiye ettiğinde, tesettür tüm mahremiyeti gizlediğinde, doyasıya iyilikler yapılıp, bol bol hayır duaları alındığında gönül kabına sığmaz olur. Buraya biraz dikkat kesilelim. İnsan önce her bir şeye tutunmaya çalışıyor, farklı sevgileri tadıyor, sonra darbeler yemeye başlıyor. Burası çile yurdu, burası imtihan yurdu… O gönül dağınıklıklarında bir bunalım, bir buhran baş gösteriyor ne yapacağını şaşırıyor kul…
Gençlerimizde var bu, uyuşturucuya dalabiliyorlar, kötü alışkanlıklar edinebiliyorlar. Hanım kardeşlerimizde, beylerimizde de oluyor haramlara dalabiliyorlar. Kumara, içkiye, gaflete dalıp farklı sıkıntılara girebiliyorlar. Gönüllerini ferahlatmak için yanlış sevgilere de kayabiliyorlar. İşte burada o ruhani karanlıklardan kurtulabilmemiz için Peygamber efendimizin (s.a.v) manevi ışığına, manevi meşalesine, manevi ipine ihtiyacımız var. Artık nasıl tahayyül ederseniz… Peygamber efendimizi rol model almamız onun sancağı altında toplanmamız çok önemli, yoksa dünyaya milyarlarca insan gelmiş gitmiş, kaçının ismi kalmış, kaç kişinin hatırası kalmış. Öyle olur ki mezarlığa bile uğramaz olur en yakını, kardeşi, arkadaşları. Vefalı dostlar ise bırakmaz dostlarını kabirde dahi… İşte dünyada boş geçirmekten daha ziyade, hayırlı bir ömür geçirmek adına bir rehbere ihtiyacımız var. Bizim rehberimiz ‘’Hz.Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi ve Sellem Efendimiz’’ dir. Efendimiz’ e kadar onun önünde de rehberlerimiz vardır; Kur’an hocamız, Mürşid-i Kâmiller, bize dini sevdiren, Allah’ı sevdiren dostlar olur. Bunlarda onun önünde ki kademe kademe basamak rehberlerdir. Peygamber Efendimiz’ e (sav) tutunan Allah’ın izniyle aydınlığa erişmiş demektir.
Peygamberimizin sevdası gönlüne yerleşenler; namazlarını, kaza namazlarını, ibadetlerini, oruçlarını eda ederler. Tesettürlerini hakkıyla yerine getiriler. Bol bol iyilik yapmayı, gönlü terbiye etmeyi hayatlarının bir parçası haline getiriler. Bütün bunların hepsini Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i şeriflerin rehberliğiyle yavaş yavaş ileriye götürürler inşallah. Sonra bir an gelir ki, Hakiki Sultan gönül sarayına tecelli eyler. Kalp öyledir ki bir yumruk kadardır, lakin o kalbin içinde gönül denilen bir âlem var. On sekiz bin alem oradan seyran edilir. Ne kadar nefsimizi terbiye edersek o kadar gönülde açılmalar yaşıyoruz yani buradan şunu anlıyoruz, bir terazi düşünün bir tarafta ruh var, diğer tarafta nefis. Eğer nefsi yükseltirsek ruh aşağı iniyor, daralıyor, sıkılıyor ve bunalım başlıyor. Nefsin yükselmesi, onun sevdiği şeyleri vererek olur. Uyku, eğlence, keyif… Kişi bunları gereğinden fazla nefsine verdiğinde nefsini çok şımartmıştır lakin ruhunu da gönül kafesine hapsetmiştir. Nefsine düşkün bir şekilde dünyada yaşıyordur. Ne zaman ki manevi eğitimler almaya başladı. Efendimiz’ in hadisleri, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, Allah dostları ve âlimlerin değerli eserlerinden dinini öğrenmeye, sohbetleri dinlemeye başladı. Nefsine terbiye vermeye ve ruhun gıdası olan ibadetleri yapmaya başladıkça, yavaş yavaş ruh kafesten çıkar ve özgürlüğüne kavuşmaya başlar. İnşirah hâsıl olur. Gönül genişliği nasip olur. Bu, nefsin yukarıda olduğu zaman dayanamadığı bir çift söze ve en ufak bir üzüntüye, sıkıntıya, ruhu yükseldikçe onları artık incelememeye başlar. Üzülmemeye başlar. Çünkü artık rotası değişmiştir, maneviyata doğru ilerliyordur. Dünyalık olayları gözünde çok büyütmez. Birçok sıkıntı, zaten neyi gözümüzde büyüttüğümüzle, neyi gözümüzde küçülttüğümüzle alakalı… Gözümüzde büyüttüğümüz şeylere dikkat edelim.
Hakiki Sultan gönül sarayına tecelli eyler. Hakiki Sultan Cenâb-ı Hak’tır. Zahiren yapılan tüm ibadetlerin anlamı keşfedilir. Kul Peygamber Efendimizin yolundan giderek önce zahirini güzelleştirir. İbadetlerini, dış görünüşünü hakiki bir müslümana yaraşır hale getirir. Kademe kademedir bu birden olmaz, aceleyle olmaz. Bir çocuk doğar doğmaz nasıl ki hemen yürüyemiyorsa, imanla tanışan, müslümanlığı hakkıyla yaşamak isteyen insandan da birden hepsini bekleyemeyiz. Burada kademe kademe bir tekâmül süresi vardır. İşte önce zahirimizi düzeltmemiz gerekir. Daha sonra kul farzları kılar, nafilelerle de Allah’a yaklaşır. Demek ki ibadetlerimiz arttıkça önce Allah-u Teâlâ’ya borçlarımızı ödüyoruz, sonrada ona hediyeler sunmaya başlıyoruz. Nafile namazlar, sadakalar, yaptığımız hayır işleri hizmetler, aslında hepsi Allah-u Teâlâ’ya bizim hediyemizdir. Ve bunlarla birlikte de gönülde sevgi çoğalmaya başlar işte tam burada yaşam çemberimizin tam ortasına İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi mührünü yerleştirmemiz lazım.
Nedir? ‘’İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi
Allahım maksadım sensin, rızana eriştirecek olanda sensin’’ mührüdür.
Bir yandan yaşam koçluğu yaptığım için burada şunu söylemek istiyorum. Hepimizin hayatının bir çemberi var. Herkes bu hayatının tam çemberin ortasına hangi niyeti yerleştirdi? Yaptığı tüm çalışmaları, yaşam tarzını hangi niyet üzere düzenliyor. Sabah kalkmak için onu canlandıran yaşam enerjisinin kaynağı nedir? Okuduğumuz ilimleri ne için okuyoruz? Eşimizle evliliğimizi niçin yaptık? Çocuklarımızı niçin büyütüyoruz? Sağlığımıza niçin dikkat ediyoruz? Paramızı nerelere harcıyoruz? Kazancımızı nasıl kazanıyoruz? Eğlence şekillerimizi nasıl düzenliyoruz? Sosyal ilişkilerimizi akrabalık, dostluk, komşuluk ilişkilerimizi hangi niyet üzere devam ettiriyoruz? Yaptığımız el işini bile niçin yapıyoruz? Yaptığımız ibadetleri niçin yapıyoruz?
Mahşer meydanında yaptığımız ibadetlerden sevap almak istiyorsak, Allah’ın rızasını istiyorsak, bu yoldaki niyetlerimizi de düzeltmemiz lazım, bu konuda bir Hadis-i Şerif-i yazıya eklemek istiyorum. Niyetin önemini vurgulamak ve desinler diye yapılanların ahirette kıymeti olmayacağına dikkat çekmek adına paylaşmakta yarar görüyorum.
Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Rasûlullah (asm) şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kimseler (şu üç kişidir: görünürde şehid, alim, servetini Allah yolunda harcayan zengin. Bunlardan ilk önce:)
1) Şehit düşmüş kimse olup Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve nail olduğu nimetleri itiraf eder.
– Allah: “Peki bunca nimetlere karşı ne yaptın?” diye buyurur.
– Adam: “Ya Rab! Senin yolunda savaştım ve şehit düştüm.” deyince:
– Allah: “Hayır yalan söylüyorsun, sen, cesur desinler diye savaştın. Neticede bu söz de senin hakkında söylenmiştir.”
Sonra bu kişi verilen emir üzerine yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır.
2) Diğer bir adam ise ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimse olup o da Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder.
– Allah: “Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın?” diye buyurur.
– Adam: “İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum.”, cevabını verir.
– Allah da buyurur ki: “Yalan söyledin. Sen, ‘âlim’ desinler diye ilim öğrendin, ‘ne güzel okuyor’ desinler diye Kur’an okudun. Zaten bu sözler de senin için söylenmiştir.”
Sonra emredilir de yüzüstü cehenneme atılır.
3) Daha sonra Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkan verdiği bir kimse Allah’ın huzuruna getirilir. Allah verdiği nimetleri ona hatırlatır, o da onları itiraf eder. Bunun üzerine Allah:
– “Peki ya sen bu nimetlere karşılık neler yaptın?” diye buyurur.
– Adam: “Senin rızanı kazanmak için sevdiğin yollarda harcadım.” deyince Allah kendisine: “Yalan söylüyorsun, halbuki sen bütün yaptıklarını, ‘Ne cömert adam.’ desinler diye infak ettin. Bu söz de senin hakkında gerçekten söylenmiştir.” buyurur ve ardından da Allah’ın emri üzerine bu kimse de yüzüstü cehenneme atılır.” (bk. Müslim, İmâret 152, hadis no: 1905; Tirmizî, Zühd 48, hadis no: 2383; Nesâî, Cihad 22)
Sırf niyetten kaybedenler var. Niyeti Allah rızası olanlar iki cihanda da kazananlardır.
Hayatımızın merkezine ‘’İlahi Ente Maksudi ve Ridake Matlubi’’ mührünü yerleştirdikten sonra artık ne oluyor, her ibadetimiz, evimizi süpürmemiz, yemek yapmamız, çoçuğumuzla ilgilenmemiz, bir arkadaşımızın hâlini hatırını sormamız bunların hepsi ibadet haline geliyor. Rabbimin rızasına daha çok yaklaşıyoruz. Yavaş yavaş o ilahı aşk gönlümüze gelmeye başladığında artık her şeyin tadı değişmeye başlıyor.
Kul hayatının merkezine rızayı yerleştirirse ‘’RIZA’’ diye mühür atın oraya, her an artık Allah’ın rızası için yaşar. Allah adı aşk iksiridir. İlahi aşkın iksirini içen kulun tüm imtihanları selamete erer. Ölmeden evvel ölümü tatmış yeniden aşk ile dirilmiştir. Bu cümlenin altını çizmek istiyorum.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz. (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29.)
Hadisi şerifi vardır Efendimizin aslında burada söylemek istediği olay nefsin seni esir almasından kurtulmaktır. Ölmeden evvel ölmek budur. Hayatımızın merkezinden nefsi kaldırıp rızayı yerleştirmektir.
Öyle anlar vardır ki’’ bu başımıza niye geldi?’’ deriz. İşte aslında burada Allah-u Teâlâ bizim sınırlarımızı zorlar, o sınırlar bizim yeniden kabuklarımızı kırmamızı, yeniden hayatımıza taze bir rota oluşturmamız içindir. Yaşadığınız sıkıntıları sevin, yaşadığınız sıkıntılarda Allah’ın sizden dilediği çok güzel bir muradı var. Allah-u Teâlâ sevdiği kulunu kendine çekmek ister, bu şekilde düşünün. Dünyada her nimet elinizde, hiçbir maddi sıkıntınız yok. Rahatsınız üzüntü, keder, dert bunların hiçbiri yok. Allah demek acaba kaç kişinin aklına gelir? Nerde dertli vardır, nerde hasta vardır, nerde sıkıntılı vardır, orda Allahü Teala ile bağlantı çok fazladır.
‘’İzin ver aksın gönlüne, ilahi aşkın şelalesi, kana kana iç,
gönül seyre doysun, yaraların iyileşsin, sür aşk merhemini Cenabı Allah’ın.
Sen iyileş ki, tabip olasın hasta gönüllere, Sür bu merhemden,
bi çare gönlü, deva-i hasret kalan kullara’’
Yunus Emre ne güzel söylüyor;
“Ben gelmedim dava için benim işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.”
İyilik ile kötülüğün savaşı kıyamete kadar devam edecek sen iyiliğin aydınlığın tarafında ol ki karanlıklar zayıf kalsın. Dünyayı gözümüzün önüne getirelim ve tefekkür edelim. Dünyanın bir tarafını iyilikler(beyaz), bir tarafını kötülükler (siyah) olarak düşünelim hangisi daha çok çalışırsa dünya o renge bürünür. İyiler çok çalışırsa aydınlığa, kötüler çok çalışırsa dünyayı karanlığa boğar. Biz önce şuna karar vermemiz lazım ben hangi taraftayım? iyiliğin tarafında mı, kötülüğün tarafında mıyım?
İlahi aşkın sonsuz deryalarında yüzen kimseye ölüm yoktur. Kalbimizin derinliklerinde ilahi aşkın zerreleri var. O muhabbet zerrelerinin açılması için ümmeti Muhammed’in çaba ve gayret sarfetmesi lazım. Madde âleminin hapsinden kurtulup melekût âleminin, sonsuz ufuklarına yelken açmaları lazım…
Bu dünyaya geliş geliş gayemiz İnsan-ı Kâmil olmak sadece hayatı kontrol etmemiz lazım. İnsan-ı Kâmiller (olgun insan); Nefsi Emmare’yi yenmiş, nefsi Safiye’ye ulaşmış, halkın arasında geri dönmüş ve bütün insanlara faydalı olmaya çalışan, hizmet ehli insanlar, Mürşidi kâmiller, Allah dostları, büyük âlimlerdir.
Dünyalık her şeyimiz ya var olmasaydı? Ekmekler çöpe gider miydi? Sık sık eşyalar değişir miydi? Misafirsiz lüks evler olur muydu? Evler son derece dekorlu lakin içlerinde eşlerin sevgisi, evlatların sevgisi, komşuların sevgisi, hayvanatın sevgisi bunlarda büyük bir açlık çekiyoruz. Bu devirde en çok ihtiyaç olan şey sevgi… Artık insanlar dostluk kuramıyorlar, birbirlerine yaklaşamıyorlar, ziyarete gidemiyorlar. Çok sıkıntı var, seviniz, sevdiriniz. Sevgisiz iman tatsız yemek gibidir.
Allahü Zül Celali sevmeliyiz. Muhabbet parayla alıp satın alınmaz, gönüller yaparak kazanılır.
NEYDİ HUZUR?
Dünya bir kargaşa yeri, bunu anladık. Bu kargaşadan huzura nasıl geçebiliriz? Çok mükemmel dört dörtlük yaşam tarzı kimse beklemesin. Çünkü imtihan dünyasındayız. Birisi bitecek birisi başlayacak. Yalnız bu imtihanların arasında huzuru nasıl yakalayabiliriz? Gün içinde kalbimizin ritmini nasıl düzenleyebiliriz? Çünkü kalp bazen çok hızlı atıyor stres halinde oluyoruz. Huzursuz bacak sendromu yaşayanlar, mide şişkinliği yaşayanlar buna en güzel örnekler… Çok atalet olur bazen de yataktan kalkacak halimiz olmaz, güne başlamak istemeyiz.
Tam bu noktada huzur neydi?
Huzur kişinin bulunduğu anda olmasıydı, o anda olup o anı yaşamak ve o anı hissetmekti. Geçmişe çok takılan depresyona girer. Geleceğe çok takılan kaygıya düşer ne olacak? Nasıl olacak? Ne yapacağım? Farkındaysanız birisi geçmiş, birisi gelecek, arada olan şey şu AN’dır. ‘Şu an ben neredeyim? Namazını kılıyorsan o anda şunu demeliyiz’’ şu an ben namazdayım? Bedenim namazda ama ruhum nerede? Yemeğimi pişiriyorsam eğer, o ana odaklanmalıyım. Yemeğimi dualarla pişirmeliyim. Bir dostumla sohbet ediyorsam o an aklım başka şeylerde olmamalı ki o anın tadını çıkarayım. İşte, kişinin bulunduğu anda olması, huzurun başlangıcı, gönül rahatlığı ve dinginlik. Huzurun bir diğer anlamı…
Yaptığımız her işte, pişirdiğimiz her yemekte, evladımızla yaptığımız her sohbette, dostumuzla yaptığımız her muhabbette, bir kelebeği seyrederken, bir mumun yanışını izlerken, bir gülü seyrederken, astığımız çamaşırda, boyadığımız duvarda kendini seyretmekti belki de huzur…
Dünyada bir sürü sanat var. Terzi kıyafeti dikerken aslında bir insanın nasıl terbiye edildiğini seyreder. O kumaşı alıp biçmek, dikmek, temizlemek ve bir insana giydirmek aslında bir insanın terbiye surecini anlatır. bir yemeği pişirmekte aynı şekildedir. Örneğin; fasulyeyi bir insan gibi düşünürseniz, tencereden ağza, mideye iniş ve en son kana karışıp o insanla beraber ibadet etmesi vardır fasulyenin… Aslında fasulyede bir insanın pişme surecini anlatır bize…
Derdimiz artık dünyalık biriktirmek olmamalı, insanlık sırrını kemalât yolunu ezel ve ebedin gizemlerini araştırmalıyız.
Genelde, ergenlik döneminde ki gençlerimiz aynanın karşısına geçer ve ‘’Biz bu dünyaya niye geldik? Bu soruyu çok sorarlar. Aslında bu soru çok kıymetli bir sorudur. Aileler, evlatlarını ergenliğe kadar manevi olarak güzel ve kaliteli beslemişse bu soru o genci hayra yönlendirir. Gerekli ruhsal eğitim zamanında verilmediyse, gencin yönelimleri tehlikeli olabilir. Bu sebepten ergenlik yaşından önce sağlam dini inançlar gençlere mutlaka aşılanmalıdır.
‘’Ben kimim’’ sorusunun arkasında yeni bir başlangıç başlar, ezel ve ebedin gizemlerini merak etmeye başlar, dünya sadece bir istasyon olduğunu, yolculuğunun devam ettiğini ve hakikatin güneşine erişmek için araştırmaya ve mücadele faslına başlar inşallah…
‘’Ben seni istiyorum Allahım’’ demeye başlamak çok önemli
‘’Cennet Cennet dedikleri üç beş köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni ‘ diyen Yunus Emre bize burada da merhaba diyor.
‘’Sen Sultansın ben kulunum ya rab
Sen Gülsün ben bülbülünüm ya rab
Hükmün bütün âleme yeter
Neyim var ki senden başka’’
İlahisi de bu aşk ile yazılan çok sevdiğim ilahilerden biridir.
Birçok insan bütün dünyada seyahat içinde dolaşır, o ülkeye gider, bu şehre gider, hep gezip dolaşıp dünyayı keşfetmeye çalışır. Bazı tasavvuf erbabı da gönlün içinde seyahat ederler. Gönlün derinliklerine girmeye, İlahi aşkın sırlarına, rıza makamına, tefvize, tevekküle, Allah yolunda hizmete, sadak-i cariyeleri ( öldükten sonra amel defterimizi sağdan almamıza vesile olacak hayırlı sadakaları )nasıl bu dünyada hazırlayabilirimin, derdine düşerler.
Aşk yoksa namaz ruhsuzdur
Aşk yoksa yemek tatsızdır.
Aşk yoksa meclis feyizsizdir.
Aşk yoksa çocuk neşesizdir
Aşk yoksa evlilikler, soğuk-robotvaridir
Aşk yoksa sanatlar devamsızdır
Aşk yoksa secdeler açılmayan kapılardır
Aşk yoksa hac turizmdir, seyahattir
Aşk yoksa mesafeler çoktur
Aşk yoksa ruhlar uzak birbirinden uzaktır
Aşk yoksa Ümmet Peygambersizdir
Aşk yoksa İstanbul ilimsizdir
Aşk yoksa türbeler garip, ziyaretsizdir
Aşk yoksa yollar zikirsiz, korna gürültüleri doludur
Aşk yoksa Eyüp Sultan tanınmaz
Aşk yoksa Aziz Mahmut Hüdayi’ nin kalbiyle ısıttığı su anlaşılma
Aşk yoksa Merkez Efendi’nin merkezi bilinmez
Aşk yoksa şehidin kurbanlığı anlaşılmaz
Aşk yoksa gelinlerin kınası bilinmez
Aşk yoksa Kurban bayramının hakikati nereden bilinir
Aşk… Ah… Aşk
Aşk yoksa kelebek neden ateşe atlar bilinmez
Aşk yoksa bedenen kavuşamayan canların rabıtası nerden bilinir
Aşk yoksa dört mevsimin hikmeti nasıl bilinir
Aşk yoksa kabz ve bast halleri nasıl çözülür
Aşk yoksa hasret ve vuslatın sırları nasıl çözülsün
Kerem ile Aslı’nın, Leyla ile Mecnun’un neden kavuşamadığı, Leyla’dan Mevla’ya geçmenin tadı nasıl bilinsin. Fenafillâha ermeyi, gönül haccını tadmayı, Bekabillah’ ta hizmet aşkıyla tutuşup, Ebedi Sevgili’ ye lekesiz, kusursuz, en nadide nakışlar ile en güzel çeyizleri (salih amelleri) hazırlamayı nerden bilsin aşksız insan…
Ölümün bu kadar güzel oluşunu, sevgiliye kavuşmanın heyecanını, Kur’an’ın kölesi olmayı, Hz. Muhammed (a.s)’ın yolunun tozu olmayı, Ezanların buluşma davetiyesi oluşları, sıcacık yataklardan o eşsiz davet ile sevgilinin evine toplanıp, manevi ikramları ve aşk ile nasiplenmenin güzelliğini nereden bilsin aşksız insan…
İlahi aşk ile huzura erdik. Kâmil insana mutlak sevgi ikramdır. Çektiği ahların mükâfatıdır. Âşık maşuğu ile buluşur. Damla deryada yok olur. Yüzünde güller açar. Gönül sarayı ağyardan(yabancıdan) temizlenir. Açılan dua ellerine damla damla nurdan feyiz yağar. Saatin tiktakları aşk aşk diye atar. Kuşlar nağmelerini aşk aşk diye öter.
Allahım aç kapılarını. Allahım aşk kapılarını Aç… Bizleri ilahi aşkın ile canlandır yeniden. Yeni Fetihler nasip et. İlahi aşkın ile dolsun cümle âlem…
Gönlümüzü ağyardan kargaşadan kurtaralım. Biraz kanaat ehli olalım, biraz verilene razı olalım ve inşallah ilahiaşka açalım kalbimizin kapılarını, maneviyata açalım. Namazımızı kılarken aşk ile kılalım. Kur’an’ımızı okurken aşk ile okuyalım.
Yüreğimiz her nerede daraldı ise, gönlümüzde Allahü Tealanın aşkını hissederek, dilimizde O’nun adını zikrederek, bulunduğumuz anı tefekkür ederek, şu an bu demde hikmeti ilahiler neler ola diyelim. İlahi Aşkın esintilerinde huzur demlerini hissedelim. İnşallah bir nebze gönüllere faydalı olabildiysek ne mutlu bize…
Sohbetimizin yayınlanmasında emeği geçen program koordinatörü: Rana Tatlıpınar’a ve ses kaydını yazıya hazırlayan: Hatice Şahin’e ve katılımlarından dolayı bizleri sohbetimizde yalnız bırakmayan kıymetli gönüldaşlarımıza ve siz değerli okurlarımıza gönülden teşekkür ve dualarımızı sunuyoruz. Mevlam iki cihan saadeti, maddi manevi şifa, dünya ahiret zenginliği versin.
Saygı ve Hürmetlerimizle
15.1.2021
Mihrican Ulupınar
Vaize/ Sosyolog
Aile Danışmanı/ P. Yaşam Koçu
@Son Yorumlarım@