Kasım 2007 için arşiv
Mevlana Da Aşk
“Aşk geldi. Damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin bütün cüzlerini sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o..”
Hz. Şems ve AŞKI
Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş, dışarıdan kalabalık bir güruh;
”Şeeeems dışarı çıkkk!” diye bağırmıştı.
Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:
”Çıkma” diye yalvardı.
Zat boyutundan, Hikmetten öte Kudretten bakan Şems gülümsedi:
”Telaşlanma, verdiğimiz sözü tutma vakti gelmiştir” diyerek kapıya yöneldi.
Mevlana: “Ne sözü, nereye, niyeee?” diye yapıştı ellerine…
Şems, yıllardır sakladığı sırrı söyledi:
“Şam’da Rabbime yalvarmış, aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim. Rabbim seni verdi, sende seyrettim…”
İyi işte, seyre devam edelim, dedi Mevlana.
Şems; ”Rabbim de bana demişti ki, o aynayı verirsem ne bağışlarsın?
Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı veririm!…”
Şems dışarı çıktı. Sadece bir “ALLAH” nidası duyuldu.
Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor, ama ne baş, ne ceset, ne de katiller gözükmüyordu!…
Aşkları sır olmuştu.
Mevlana’yı sahiplenenler, Onu paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i.
Aşkın doğasıydı en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü!…
Aşkın doğasıydı Firkat!..
alıntıdır…
Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:
– “Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.”
Ey Allah’ın (CC) sevgili kulu, Allah (CC) Gayyur’dur. Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez. Sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz. Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun. Şu Ayet-i Kerimeleri işitmedin mi?:
– “Allah (CC) onları, onlar da Allah’ı (CC) sever.”
– “İnsanlar ve cin tayfasını bana ibadet ederler diye yarattım.”
Bazı müfessirler ibadeti, sevgi olarak açıklamışlardır.
Rasulullah (SAV) Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:
– “Bir kul, Allah (CC) tarafından sevilince, iptilaya uğrar; buna sabrederse iktina gelir başına.”
– “İktina nedir?”
Diyen bir Sahabî’ye (RA):
– “Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.”
Buyurdu. Çünkü mal ve evlat, Allah (CC) sevgisine perdedir. Hakk’ın (CC) sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar.
Mala ve evlada sevgi çoğalınca, Hakk (CC) sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden ceza görür. Çünkü Allah’a (CC) bir nevi şirk koşmuştur. Halbuki Allah (CC) zatına ve sıfatına şirk koşanları sevmez. Gayyur ve her şeyden üstündür. Kendine karşı duran her şeyi yok eder. Ta ki, sevdiği kulun kalbi yalnız zatına dönsün. İşte o zaman:
– “Allah (CC) onları, onlar da Allah’ı (CC) sever.”
Ayetinin manası tecelli eder.
Bu tecelli bir süre devam ederse, sonunda Hakk’a (CC) karşı koşulan ortaklar yani şirk yok olur. Mal, çocuk ve şehevi arzular isteği gider. Mal sevgisi kalmaz. Kötü hisler ölür. Veli olmak, başa geçmek, keramet sahibi olmak, kat, makam, dereceler istenmez olur. Cennet ve onun dereceleri gözden silinir. Kalbdeki şahsi irade, temenni yok olur. Suyu saf, içi temiz bir kap halini alır. Çünkü ilahi tecelli onu kaplamıştır. Bu arada kalb yolunu şaşırdıkça ilahi tecelli onu yola getirir. Kendinden başka her şeyi yok eder. Zaten başkası için oraya yol kalmamıştır. Mevlanın (CC) azamet ve ceberut kuvvetleri orayı sarmıştır. Bunlardan başka her şey için arada bir uçurum vardır. İlahi saltanatın vadileri o imanlı kalbin etrafını çevirmiştir. Oraya yabancı yol bulamaz. Şayet bulacak olsa bile yokluğu mani olur.
Bir çok kimselerin yüksek derecelere erdiği olmuştur. Bunlar yetişmiş olmalarına rağmen, bazı ufak tefek işlerle uğraşırlar. Bunlara yaptığı o işler zarar vermez. Çünkü hiçbiri, kalb cihetine yanaşamaz. Zaten o dereceye eren kul, bunları ilahi iradeye dayanarak yapar. Onlar; ilahi arzu icabı olduğundan, o sevgili kula bir lütuf ve keramet olur. Onun yüzünden birçok zavallı kimseler geçinir. Ayrıca bundan başka, çokça sevap kazanır. Sonra o işler bir başka yönden kulu tecrübe sayılır.
Kul, şahsi arzusunu karıştırmadığı süre işler iyi gider. Teslim olunca daha iyi gider. Kötülüklere karşı, o nimetler bir nevi kalkan sayılır. Şöyle ki: Parası olur, haramdan kurtulur. Çocukları olur kimseden yardım istemez. Ailesi olur, harama göz dikmez. Velhasıl dünya ahiret selamet olur…
Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Fütûh-ul Gayb (Gizliden Sesler)
AŞK ATEŞTİR, ÖĞÜT YELDİR
AŞK ATEŞTİR, ÖĞÜT YELDİR
“Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka
Şem’i gör ki yanmadan yandırmadı pervâneyi”
Fuzûlî
Biri pervaneye şu sözleri söyledi:
‘Ey ufacık böcek, minicik kanatlı hayvan! Sen kendine lâyık bir dost tut. Öyle bir yola git, öyle bir yol tut ki, biraz olsun başarı umabilesin. Sen kim, mum kim? Sen neredesin, mum sevmek nerede? Semender değilsin. Ateşin etrafında dolaşma. İnsan önce kendini bilmeli, yiğitliğini denemeli, ondan sonra savaşa atılmalı.
Yarasaya baksana! Güneşten saklanıp gizlendiği için gündüzleri ortalarda görünmüyor, geceleri meydana çıkıyor. Demir pençeli kimse ile savaşmak, câhillik, kendini bilmezliktir.
Düşman olduğunu bildiğin birisini dost edinmek akıllıca bir hareket değildir.
Ey pervane! Kimse sana mumun uğrunda nâhak yere ve boşu boşuna öldüğün için iyi ediyorsun demez.
Bir dilenci padişahın kızını isterse, bu saçma bir fikir beslemek, mânasız bir harekette bulunmak demektir. Ensesine tokadı yer.
Bir mecliste mum yandığı vakit, padişahlar bile yüzlerini ona çevirirler. Hâl böyle iken mum hiç sana, senin gibi âşıka yüz verir mi? Karşısında o kadar padişahlar varken, büyükler dururken senin gibi bir müflise iltifat eder mi hiç? Ben zannetmem.
Mum herkese nezaket, yumuşaklık, fakat sana kızgınlık gösterir. Çünkü sen zavallısın, biçâresin.
Yüreği yanık pervane ona şu cevabı verdi:
Ey tuhaf adam! Sen bu sözlerinle tuhaf oluyorsun ama iş tuhaf değil. Mum beni yakarmış, yanarmışım. Bunun ne önemi var. Yansam ne olur, kavrulsam ne çıkar. Gönlümde İbrahim’in ateşi var. Nemrud’un ateşi İbrahim’e nasıl bir gülizâr oldu ise, mumun ateşi de benim için bir gülistandır.
Gönül, canânın eteğine çekmez, canânın aşkı canın yakasına yapışır.
Ben kendi isteğimle kendimi ateşe atmıyorum ki! Boynumdaki aşk zinciri beni ateşe sürüklüyor. Mumun ateşine kavuştuğum zaman yanmıyorum ki, o beni uzakta iken yakmıştı.
Yâr, güzellik ve sevilmek icabı istediğini yapar.Ona:
Yapma, etme, günahtır denilmez ki!
Ben, yârimi sevdiğim için onun ayakları altında can vermeye hazırım. Emelim budur, zevkim de bundan ibarettir. Can benim değil mi? Kim buna engel olabilir?
Dost var iken bana varlık yakışmaz. İşte bunun için can veriyorum. İstiyorum ki, yalnız o var olsun.
Yârim güzeldir, beğenilmiştir. İstiyorum ki, ben yanarken çıkardığım alev ona sirayet ederek onun ışığına katılsın, onun ziyasını arttırsın.
Ey bana öğüt veren! Diyorsun ki: Git, kendine göre birisini bul, onu dost edin!
Bu öğüdün bana hiçbir faydası yok. Bana kâr etmez, te’sir etmez. Bilir misin ki, aşığa nasihat etmek akrebin soktuğu kimseye sızlanma, inleme demeye benzer. Sindbad kitabında çok güzel bir nükte vardır. O da şudur:
‘Aşk ateştir, öğüt yeldir. Yel, ateşi alevlendirir.’ Bir kaplanı ne kadar dövsen, o nisbette hırçınlaşır, öfkesi şiddetlenir.
Ey nasihatçı! Sen bana fenalık yapıyorsun. İstiyorsun ki, yüzümü ateşli yerden ateşsiz, soğuk yere çevireyim.
Şimdi sıra benim. Ben sana nasihat vereyim de dinle.
Daima kendinden iyisini ara. Kendin gibilerle vakit geçirmek, vaktini zâyi etmektir. Kendi emsalinin peşinden ancak kendini beğenmişler gider. Tehlikeli yerlere ise ancak sarhoşlar gider. Nitekim ben aşka düştüğüm zaman onun bütün belâlarını da düşündüm. Kelleyi koltuğa aldım da bu yola girdim.
Sadık bir aşık isen elini canımdan çek. Canını vermeye kıymayanlar kendini beğenen korkaklardır ve sevgiliye değil de kendi şahıslarına âşıktırlar.
Bir gün gelecek, nasıl olsa ecel pusu kuracak beni alıp götürecek. Onun için nazlı sevgilim beni öldürsün daha iyi. Onun uğrunda, onun elinde güle oynaya can veririm. Madem ki, ölüm haktır ve alına yazılmıştır, cânan uğrunda, onun elinde ve yanında ölmek daha iyi değil mi?
Bir gün ister istemez öleceksin. Yârin ayağı dibinde can vermek daha iyi değil mi?
Pervâne sâdık bir âşıktır. Tek bir ışık etrafında döner durur ve kendini yok eder. Onun yok oluşu, ‘Vahdet’ yolundaki dervişin hâline benzer. Işık ilâhî aşk, pervâne ise bu aşk ile yanıp tutuşan ve hatta yokluğa erişen derviş demektir.
Pervane acziyet ve perişanlığına bakmadan aşkı ile etrafında yanıp durduğu mumun huzurunda, ma’şûkuna seslenir:
-Ey sevgilim! Hadi ben âşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyorsun, niçin ağlıyorsun.
Mum inleyerek cevap verir:
-Benim tatlı balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alındı. İşte Ferhad gibi tepemden ateş çıkıyor. Gece, meclisi aydınlatan ışığıma bakma. İçimi yakan ateşe bak.
Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi gözyaşı dökülüyordu.
Mum, sözüne devamla pervaneye dedi ki:
Ey pervane! Ey aşk iddiacısı! Aşk, senin işin değil. Seninki bir kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne de metanet ve tahammül. Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamıyla yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum. Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise bütün vücudumu, baştan aşağı yakar.
Derviş de mum gibidir. Dışı parlaktır ama içi yanmıştır. Artık gece bitiyor, sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü. Zavallı mum, dumanı tepesinden çıkarken:
‘Aşkın sonu budur işte.’ dedi ve can verdi.
Kaynak Eser: Sâdî Şirâzî, Bostan Mustafa Demirci
Aşk nedir? dediLer ki….
” Aşk nedir? dediler Mansur’a.
Sabredip bekleyin dedi. Üç güne varmaz görürsünüz. Önce kollarını ayaklarını kestiler Her uzvu Aşk dedi. Astılar, bedenini o yine Aşk dedi. Yakıp küllerini nehre saçtılar Her bir zerresi Aşk ile Enel-Hak dedi.”
”AŞK’TA ABDESTİ, SAHİBİNİN KANIYLA ALINACAK İKİ REKAT NAMAZ VARDIR”
Aşk, insan duygusal alanı içinde en karşı konulmaz olanlarından biri. Çağlar boyunca insanın insana, insanın hayvana, doğal dünyaya hatta kendine duyduğu sevgi karşı konulmaz seviyelere gelince bu isimle anılmış. Ümitsiz aşıklar, efsaneler, aşkı için ölenler, öldürenler, bir prensesin aşkı için savaşan toplumlar, işgaller, yazılan şiirler, her yere kazınan baş harfleri, balkon altı serenatlar, gönderilen çiçekler, parfümler, yemekler, dijital aşklar, platonik aşklar, hayali aşklar, tek yanlı ümitsiz aşklar, ömür boyu süren aşklar ve anlattıkça uzayan milyarlarca aşk öyküsü.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni
”Ben bu sûretten ileri adım Yunus değil iken
Ben olidim, ol benidim, bu aşkı sunandayıdım.”
Sus Yunus Sus Söyleme Seni de Mansur gibi asarlar.
Yunus Emre
Anam aşk, babam aşk, Peygamberim aşk, Allahım aşk,
Ben bir aşk çocuğuyum,
Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim.
Mevlana
Varoluşuyla başlayan kimlik arayışı insanı çeşitli uygulamalara itmiş. Her araştırma yeni bir fikir yeni bir duygu getirmiş. Ancak dünyanın çeşitli zamanlarında ve yerlerinde bazı insanlar benzer şeyleri söylemiş, hissetmiş ve yansıtmış.
İşte Aşk, burada imdada gelir. Boşluk kadar sonsuz sessizlik kadar yakan kavuran önünde durulmayan bir Aşk her birinin hem dilinden hem eylemlerinden dökülür.
Aşk diyerek anlattıkları durumda çevrelerindeki herşeyi sevdikleri tanım ötesi olan hakkında konuşulamayan bilinç durumunun yansıması olarak görürler. Artık onlar ölümsüz bir oluş ve farkındalık içindedirler. Bilinç ve akıl doğacak ve ölecektir onlarsa dünyanın kendi içlerinde cereyan ettiğini söyleyecektir.
İlahi Aşk sırlarla dolu bir sırdır. Anlatması sırdır. Anlaması sırdır. Paylaşması sırdır.
Aşk öylesine bütünseldir ki ”Onları affet” der ”Ne yaptıklarını bilmiyorlar” Bu sevgi öylesine bütündür ki bir ata vurulduğunda kendi bedeninde hisseder acısını, öylesine nefes aldırmazdır ki semalara koşturur, şiirler dillendirir, en kötüye bağışlama yüreğini açar, en karanlığa ışık götürür.
İnsanlar benleriyle sevdikçe bu Aşk bilinmez. Sadece o Aşka dalanların pervaneler gibi o ışığın aşkıyla daldıklarını duyarsınız ateşe yanıp dirildiklerini tekrar yandıklarını tekrar attıklarını görürsünüz o ateşe. Mecnunlar bile utanır onların sevgisi karşısında İlahi Aşk işte öyle birşeydir …
Alıntıdır
Dinle neyden ki hikâye etmede,
Hep ayrılıktan şikayet etmede
Mevlânâ’nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır.
Kamışlıktan kopardıklarından beri beni,
Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği.
Kamışlık neyin anayurdu ve evidir. İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedî muhabbetle doyduğu cennetten dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıpkı ney gibi, fena ve zevalin, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.
Ayrılık parça parça eyledi sinemi,
Anlaşılır eyleyeyim diye aşk derdini.
İnsan duyguları göğsünde açılan yaralar gibidir. Tıpkı neyin göğsündeki deliklere benzer duygular. İnsana üflenen ruh da, bu deliklerle ifade eder kendini. Evden uzak kalmanın derdi, Ebedî Sevgili’den ayrı düşmenin sızısı, insanın kalbinden dışa doğru açılan duygularla sese gelir, söze dökülür.
Her kim ki, aslından uzak ve ayrı kalırsa,
Kavuşma zamanını bekler durur ya.
İnsan, En Sevgili’den uzak olup asıl yurdundan ayrı kaldıkça, kalbi hep bir buluşmanın ardı sıra koşar. Kalbi gurbete razı olmaz, ruhu ayrılığa dayanamaz. Dünyaya razı değildir; sevince ebediyen sevecekmiş gibi sever insan. Sevdiğini, hiç ölmeyecekmiş farzedip öyle sever. Sınırlı bir zamanda sevmek, ölünceye kadar sevmek insan kalbinin işi değildir. Ölümlü dünyada her aşk yarım kalmıştır, belki hiç başlamamıştır insan için. Bir başka yerde, hiç ayrılmamak üzere kavuşacağı zamanı bekler durur. Çünkü onun yurdu burada değil ötelerdedir.
Ben ki her cemiyetin ağlayanıyım,
İyilerin de kötülerin de yârânıyım.
İnsan, dünyada tamamlanmamışlık hissiyle yaşar, her daim eksiği vardır. Eksikliğini çektiği şeyler sayısınca özlemleri vardır. Erişmek istediği ufuklar kadar geniş idealleri vardır. Her nerede olursa olsun ağlar haldedir insan. İyiler de kötüler de aynı hal içredirler ki, hepsine sırdaştır neyin ağlayışı.
Herkes kendince bana dost olmaya bakar,
Sohbetimden sırlar öğrenmeye yol arar.
Her insan, adını ne koyarsa koysun, bu derin ayrılığın sancısını çeker. Dile gelen her şikayet, kalbe düşen her hüzün, bu ayrılıktan kaynaklanır. Ayrılığın farkına varmayacak denli gafil olanlar da, ayrılığı inkâr edip bu dünyaya razı olanlar da, başlarını kalplerini bu ayrılık sızısından kurtaramazlar. İnsanlığın temel acıları değişmez; ama bu acıların sırrı da herkese açık değildir.
Sırrım ağlayışımdan uzak değil gerçi,
Ancak her göz ve kulağa âşinâ değil ki.
Aşkın sırrı, ötelere aşina olanların kârıdır. Gördüğünü gördüğünden ibaret bilen, duyduğunu duyduğundan ibaret bilen gözler ve kulaklar öteleri görmeye hazır değildir. İnsanın ağlayışının sırrını, insanın tamamlanmamışlığının hikmetini, ancak gördüğüne razı olmayan gözler görebilir, duyduğundan ötesini duymak isteyen kulaklar işitir. Feryat herkesin kulağına erişiyor, ağlamanın göz yaşı herkesin gözüne değiyor ama sır gözün gördüğünden ve kulağın duyduğundan ötededir.
Can ile ten gizli değil birbirinden,
Lâkin canı görmeye izin yok tenden.
Bu âlem ruh ile cesedin birlikte olduğu, mânâ ile maddenin eş olduğu bir âlemdir. Görünmeyen gayb âlemi görünen şehadet âlemine komşudur. Ancak alemdeki her şeyi bir başkasını gösterir bir harf olarak görmeyen için gaybı görmeye izin yoktur. Oysa, görünen alem görünmeyene şahit olmak için yaratılmıştır. Ancak tende kalıp canı aramayan, görünen alemin şahitliğine perde olmaktadır.
Neyin sadâsı ateştir hava sanma,
Kimde bu ateş yoksa yazık ona.
Ney, ayrılığın acısını seslendirmededir; o halde ona söylettiren hava değil ayrılığın ateşidir. Bu ateş olmasaydı, ney böylesine ağlamazdı. Gurbette olduğunu farketmeyen için de ayrılık ateşi diye bir şey yoktur; sılayı özlemeyenin sesi sedâsı çıkmaz. Sevgili’den ayrılık derdi olmayanın diline yakarış değmez. Sürgün olduğunu bilmeyen ateşsiz ve heyecansızdır; onun dudağına aşkın sözü erişmez, onun kalbine aşkın ateşi düşmez.
Neyin tesiri aşk ateşinden,
Şarabın hâli aşk cilvesinden.
Şarab, yaratılışı temsil eder Mevlânâ’nın mesel dünyasında. Serap gibi aldatıcı değildir şarab. Yokluk acısı serap gibi ümitsiz bir acı verir. Varlık ise, Sevgili’ye yakınlığı haber veren ümit dolu bir hüzün verir. Zaten bütün bir alemin coşkusu, zerre zerre hareket etmesi de, Sevgili’ye erişmenin, O’na dönmenin cilvesindendir. O’ndan gelip O’na gitmenin heyecanıdır kâinatı velveleye veren. İnsana bu heyecandan daha fazlası düşmüştür; onun kalbinde aşkın heyecanından fazlası, yani aşkın ateşi vardır. Cilveyi besleyen ateştir, hareketi sağlayan ateştir.
Yârden ayrılmışın derdiyle dertlendi ney,
Kavuşmanın önündeki perdeleri parçaladı ney.
Ayrılık derdinin kendisi, kavuşmanın devasıdır. Çünkü aramadıkça bulunmaz. Bizi dertsiz eyleyen her türlü rahatlık, bize ayrılığın acısını unutturan her türlü gaflet, asıl derdimizdir bizim. Ağlayışımız ve yakarışımız, özlemlerimiz ve arzularımız yaramıza devadır. Derdimiz devamınızın kendisidir. Dertsizliğimiz en büyük derdimizdir. Neyin ayrılık derdiyle dertlenmesi, Sevgili’yi gizleyen perdeleri yırtıp parçalıyor; duamızı dillendirdiğimiz anda gözümüze ve gönlümüze pencereler açılıyor.
Ney gibi zehir ve tiryak olamaz,
Ney gibi dost ve müştak olamaz.
İnsanın ney gibi ağlayışı ve inleyişi, görünüşte bir zehirdir ama çareye götürdüğü için en güzel ilaç ve tiryaktır. Neyin inleyişine benzeyen dualarımız ve yakarışlarımız sayesinde Sevgili’nin yoluna düşeriz ki, yakarışlarımızın ne kadar dost ve müştak olduğunu gösterir.
Ney kana bulanmış yoldan söz açar,
Mecnun’un kıssasını anlatıp açıklar.
Neyin sızısı kanlı gözyaşlarına konu olmuş bir aşk yolunun habercisidir. İnsan da, Sevgili’ye ulaşmak için kanlı gözyaşlarını dökmelidir. Mecnun gibi, Leylâ’nın yolunda çöllere düşüp, başka her şeyi yok bilmedikçe, bu aşkın hakkını vermiş olamayız. Şükür ki, bize düşen Leylâ değildir sadece. Leylâ’dan Mevlâ’ya yol vardır ki, Mevlâ’ya götüren Leylâ’lar da bizim çölümüzdür. Bu yüzden, Mecnun’dan çok daha fazlası beklenir Mevlâ’nın yoluna düşmüş olandan. Leylâ’ların hepsine ‘Lâ ilâhe’ demeli ki, Mevlâ için ‘İllallah’ diyebilsin.
@Son Yorumlarım@