02 May 2007 için arşiv

02
May
07

salavat-ı şerif


Allahümme salli ala ruhi seyyidina Muhammedin fil ervâh
Allahümme salli ala cesedi seyyidina Muhammedin fil ecsâd
Allahümme salli ala qabri seyyidina Muhammedin fil kubûr
Ve ala mevqıfihî fil mevâqıfi
Ve ala meşhedihî fil meşâhidi
Ve ala zikrihî izâ zükira
Salâten minnâ ala nebiyyinâ
Allahümme ebliğ ruha seyyidinâ Muhammedin minni tahıyyeten ve selâmen.

Allah’ım,
Ruhlar içinde Hazreti Muhammed’in ruhuna salat eyle
Cesetler içinde Hazreti Muhammed’in bedenine salat eyle
Kabirler içinde Hazreti Muhammed’in kabrine salat eyle
Vukuf yerleri arasında onun vukuf yerine, meşhedler arasında onun meşhedine, zikredildiğinde onun zikrine; bizden peygamberimize salat olsun! Allah’ım, Hazreti Muhammed’in ruhuna benden tahıyye ve selam ulaştır…

02
May
07

PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKI


Peygamberimizin güzel ve yüksek Ahlakı
PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKI

Allah’ın en sevgili kulu, son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s) bir saadet güneşi olarak doğdu. Kurumuş yapraklar su ile yeşerdiği gibi Peygamberimizin gelmesiyle insanlık yeniden hayat buldu.
Onun kalplere yerleştirdiği iman ışığı sayesinde kalplerden yanlış inançlar silindi, cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi, acımasızlığın yerine şefkat ve merhamet geldi. Gerçek anlamda İslam kardeşliği kurularak toplum barış ve huzura kavuştu.
İnsanlara dünya ve ahirette mutlu olmanın aydınlık yolunu gösteren Peygamberimiz, öğrettiği ahlak ilkelerini önce kendisi uygulayarak en güzel örnek oldu.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Peygamberimiz hakkında: “Ve sen elbette yüksek bir ahlaka sahipsin” buyurarak O’nun çok yüksek ahlak sahibi bir şahsiyet olduğunu bildirmiştir. O, ahlakını Kuran’dan almış, bütün iyilikleri kendisinde toplamıştır. Saygı değer eşi Hz. Aişe’ye Peygamberimizin ahlakının nasıl olduğu sorulduğunda,
“O’nun ahlakı Kur’an idi” demiştir.
O’nu yüce Allah yetiştirdi ve insanlığa örnek olsun diye özel olarak terbiye etti. Nitekim Peygamberimiz “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” buyurmuştur.
O, davranışları ve üstün kişiliği ile insanlık için en güzel örnektir.
Bununla ilgili olarak Allah Teala Kur’an-ı Kerimde:
“Andolsun Allah’ın elçisinde sizin için uyulması gereken güzel örnek vardır” buyurmuş ve onun yaşayışını örnek almamızı istemiştir.
Müslüman olarak bizim görevimiz, peygamberimizin ahlak ve fazilet dolu hayatını iyice öğrenmek, ve onun ahlaki davranışlarını örnek alarak yaşamaktır.

Peygamberimizin Doğruluğu
Peygamberimiz, doğruluk ve dürüstlüğün en güzel örneği idi. O, çocukluğundan itibaren doğruluktan ayrılmamış, hiç yalan söylememiştir. Peygamberliğinden önceki gençlik döneminde doğruluğu ve güvenilir kişiliğinden dolayı kendisine, “Muhammedü’l-Emin” yani, “Güvenilir Muhammed” denilirdi. Düşmanları bile onun doğruluğunu kabul etmiş, kendisine yalancı diyememişlerdi.
Peygamberimizin en büyük düşmanı Ebü Cehil: “Muhammed! Biz seni yalanlamıyoruz, san bizim kanaatimize göre doğrusun. Biz ancak senin getirdiğini yalanlıyoruz.” Demiş, bu söz Peygamberimizi üzmüştü. Bunun üzerine “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler, açıktan açığı Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” Ayeti inmiştir.
Kureyş’in ileri gelenlerinden Haris b. Amir de şöyle demiştir.
“Ey Muhammed, vallahi sen bize hiç yalan söylemedin, fakat biz sana uyarsak yerimizden olacağız, bundan dolayı iman etmiyoruz.”
Ebü Süfyan Müslüman olmadan önce ticaret amacıyla Şam’a gittiği zaman Bizans İmparatoru Onu kabul etmiş ve Peygamberimizle ilgili kendisine bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi de şöyle idi:
– Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın, daha önce hiç
yalan söylediğini duydunuz mu? Ebü Süfyan:
– Asla, yalan söylediğini hiç duymadık, diye cevap vermiştir.
Bunun üzerine İmparator:
– Size peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın evvelce hiç yalan söyleyip söylemediğini sordum. Onun hiç yalan söylemediğin ifade ettiniz. Şayet bu zat Allah hakkında yalan söylemiş olsa daha evvel insanlara yalan söylemesi gerekirdi, demiş ve Peygamberimizin doğruluğu sebebiyle gerçekten peygamber olduğunu ifade etmiştir.
Peygamber olduğu zaman Mekke’de halkını İslam’a davet için toplamıştı. Safa tepesine çıkarak orada toplananları: “Ey Kureyş halkı! Size bu dağın arkasında bir düşman ordusunu geldiğini söylesem bana inanır mısınız”? dedi, orada bulunanlar:
– “Hepimiz inanırız, çünkü sen ömründe yalan söylemedin” diye cevap verdiler. Bu topluluğun içinde Peygamberimizin en azılı düşmanları da vardı. Onlar da Peygamberimizin doğruluğunu itiraf etmişlerdi.
Peygamberimiz, kendisi doğru sözlü olduğu gibi bizim de doğru olmamızı ve yalancılıktan sakınmamızı istemiş ve şöyle buyurmuştur. “Doğruluktan ayrılmayın. Zira doğruluk iyilikle beraberdir. Doğru ve iyi olanlar cennettedirler. Yalandan kaçının, çünkü yalan kötülükle beraberdir. Yalan söyleyen ve kötülük edenler de cehennemdedirler.”
O, yalandan hiç hoşlanmaz, yalancıları sevmezdi. Peygamberimiz çocukları kandırmak için yalan söylenmesini de iyi karşılamamıştır.
Abdullah b. Amr diyor ki:
Peygamberimiz bir gün evimizde bulunduğu bir sırada annem bana:
– “Gel sana bir şey vereceğim” diye çağırdı.
Peygamberimiz anneme:
– Çocuğa ne vermek istedin? Diye sorunca annem:
– Hurma vereceğim, diye cevap verdi. Bunun üzerin
Peygamberimiz:
– “Eğen onu aldatıp bir şey vermeseydin, sana bir yalan
günahı yazılırdı.” Buyurdu.
Peygamberimiz bir şey hakkında söz verdimi, verdiği sözde mutlaka durur, gereğini yerine getirirdi.
Hudeybiye barış antlaşmasının hükümlerinden birisi de, Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa geri verilmeyecekti.
Müslümanlar için çok ağır olan bu antlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Mekkeliler adına antlaşmayı imza edecek olan Süheyl’in Müslüman olan oğlu Ebü Cendel bir yolunu bulup kaçmış ve ayağındaki zinciri sürüyerek çıka gelmişti. Bu antlaşmaya göre Ebü Cendeli iade etmek gerekiyordu. Müslümanlar bundan büyük üzüntü duymuşlar ve Ebü Cendel’i iade etmen istememişlerdi.
Peygamberimiz Ebü Candel’e dönerek:
– Ey Ebü Cendel, sabret, bir verdiğimiz sözden dönmeyiz. Yakında Cenab-ı Hak sana kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti. Ve henüz imza edilmemiş olmasına rağmen sözlü olarak kararlaştırılmış bulunan antlaşmaya uyacağının işaretini vermişti.
O, kurtuluşun doğrulukta olduğunu bildirmiş, doğruların kıyamet gününde Peygamberlerle beraber olacağını haber vermiştir.
Peygamberimize insanların hayırlısı kindir diye soruldu. Peygamberimiz:
– “Her temiz kalpli ve doğru sözlü olanlardır.” Buyurdu.

Peygamberimizin Merhameti
Peygamberimizin kalbi şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile idi, Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde o’nun hakkında şöyle buyuruyor.
“Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
O’nun şefkat ve merhameti, hayatının her döneminde açıkça görülür, merhametle dolu olan kalbi, hep iyilik için çarpardı. Kimseye bir kötülük dokunmasını, hiç kimsenin incinmesini istemezdi.
Saygıdeğer eşi Hz. Hatice ile amcası Ebü Talip, Peygamberimize çok yardımcı olmuşlardı. Kısa aralıklarla her ikisi de vefat edince İslam düşmanları Peygamberimize eziyeti artırdılar. Bunun üzerine Peygamberimiz ilk Müslümanlardan olan Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den ayrılarak Taif halkını İslam’a davet etmeye gitti. Taifliler İslamı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizi taşa tuttular,Zeyd, atılan taşlardan Peygamberimizi korumak için vücudunu siper etti.
Atılan taşlardan Peygamberimizin ayakları yaralandı, kan içinde kaldı, yürüyemeyecek duruma geldi ve yol kenarında bir üzüm bağına sığındı.
Onun bu derece sıkıntıya düşmesi Yüce Allah Cebrail’i göndererek, dağlar meleğinin emrinde olduğu ve ne dilerse onu bu meleğe emredebileceğini bildirdi. Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize seslenerek selam verdi ve:
– “Sen ne dilersen emrine hazırım, eğer şu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve müşrikleri tamamıyla ezmesini istersen onu da emret” dedi.
Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde saldıranlar ve onu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok edilecekti. Fakat Peygamberimiz, çok üzüntülü olduğu durumda bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı olmamış ve Meleğe şöyle demişti:
– Hayır! Ben onu istemem, ben isterim ki Allah, bu müşriklerin soyundan yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar meydana çıkarsın.”
Peygamberimiz, insanlara ve diğer canlılara merhamet gösterenlere Yüce Allah’ın merhametle karşılık vereceğini bildirerek şöyle buyurmuştur.
“Merhamet edenlere Allah da merhamet eder, siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin.”
Merhametsizler hakkında da şu uyarıda bulunmuştur:
“Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.”
O, sevgi ve yardıma muhtaç olan yetimlerle özellikle ilgilenir, Müslümanlara da yetimlere merhamet gösterilmesini tavsiye ederdi. Peygamberimize bir adam gelerek kabinin katılığından şikayet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz ona:
– Kalbinin yumuşamasını ve muhtaç olduğun şeye kavuşmanı arzu ediyorsan, yetime merhamet et, başını okşa ve yemeğini ona yedir. Böyle yaparsan kalbin yumuşar ve muhtaç olduğun şeye kavuşursun.” Diye cevap verdi.
Peygamberimiz, sadece insanlara değil hayvanlara karşı da şefkat ve merhamet gösterirdi. O, susayan bir kediye kendi eliyle su içirmiş, hayvanların aç bırakılmamasını, onlara iyi davranılmasını emretmiştir. İbn Mes’ud (r.a) diyor ki: Peygamberimizle beraber bir yolculuk yapıyorduk. Peygamberimiz bir ihtiyacı için ayrılmıştı. Orada iki yavrusu olan bir serçe kuşu gördüm ve yavrularını aldım. Serçe peşimden gelerek yavruları için çırpınıp bağırmaya başladı. Bunu gören Peygamberimiz:
– Bu kuşu yavru acısı ile sızlandıran kimdir? Yavrusunu ona verin. Dedi. Bir defa Peygamberimiz aç bir deve görmüştü. Devenin karnı ile sırtı bir olmuştu. Bundan üzülen Peygamberimiz:
– “Hayvanlarınız hakkında Allah’tan korkunuz” buyurdu.
Yine bir defa Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan birinin bağında bir devenin açlıktan bağırdığını görmüş, buna üzülmüştü. Devenin yanına gelerek onu okşamış ve sahibinin kim olduğunu sormuş ve öğrenmişti. Sonra da:
“Hayvanlara gösterdiğiniz muamelede Allah’tan korkmuyor musunuz?” Buyurarak devenin sahibini uyarmıştı.

Peygamberimizin Cömertliği
Peygamberimiz insanların en cömerdi idi. Kendisinden bir şey isteyin hiç kimseyi boş çevirmez, eline ne geçerse ihtiyacı olanlara dağıtır, “Ben ancak dağıtıcıyım, veren Allah’tır.” Derdi. Bununla beraber dilenciliği sevmez, dilenenlere bundan kurtulmaları için çalışıp kazanmanın yollarını gösterirdi.
Ashaptan Cabir (r.a) diyor ki: Peygamberimiz kendisinden istenilen bir şeye asla yok dememiştir.
Bir gün peygamberimize bir parça kumaş hediye edilmiş, o da bunu kabul etmişti. Buna ihtiyacı da vardı. Yanında oturanlardan biri “Bu ne iyi kumuş” deyince, Peygamberimiz kumaşı ona bıraktı.
O, yoksulları, ihtiyaç sahiplerini kendinden çok düşünür, açları doyurur, kendisi aç kalırdı. Peygamberimiz, maddi imkanlara sahip olduğu zamanlarda da sade bir hayat yaşamış, kendisi için bir şey bıkamamış, elindekileri muhtaçlara dağıttığı için aç yattığı zamanlar çok olmuştur. Eşi Hz. Aişe diyor ki:
“Peygamberimiz, üç gün peş peşe karnın doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Fakat yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi.”
Zengin bir kimsenin yoksula yardım etmesi, karnı tok olanın açları doyurması elbette ki iyi bir davranıştır. Cömertlik duygusunun bir göstergesidir. Fakat Elinde ne varsa Hepsini yoksullara veren, kendi yiyeceğini aç olanlara verip kendisi aç kalan kimsenin cömertliği ise çok yüksek bir duygunun eseridir. Cömertliğin en güzelidir.
İşte kalbi, insan sevgisi, şefkat ve yardam duygusu ile çarpan Sevgili Peygamberimizin cömertliği böyle idi ve bir ömür böyle devam etmiştir.

Peygamberimizin Dilencilikten Nefret Etmesi
Peygamberimiz son derece cömert olduğu halde dilenciliği hiç sevmezdi, şöyle buyururdu: “Sizden birinizin bir ip alıp da bir demet odun bağlayarak getirip satması ve böylece Allah Teala’nın o kulunun şerefini şuna buna yüzsuyu dökmekten esirgemesi, elbette ki dilenmesinden hayırlıdır.
Peygamberimizin uzun süre hizmetinde bulunan Enes İbn Malik (r.a) anlatıyor:
“Ensardan biri Peygamberimize gelerek sadaka istiyor. Peygamberimize:
– Evinizde bir şey var mı? Diye soruyor. Adam:
– Evet, bir sergim var; yarısının üzerine yatıyor, yarısı ile de
örtünüyorum. Bundan başka su içtiğim bir de kabım var, diyor. Peygamberimiz:
– Haydi kalk bunları getir, buyuruyor. Adam kalkıyor, bunları
getiriyor. Peygamberimiz bunları alıyor ve:
– Bunları satın alacak yok mu? Buyuruyor. Bir adam:
– Ben bir dirheme alabilirim, diyor. Peygamberimiz iki veya üç
defa:
– Daha fazla veren yok mu? Diyor. Birisi:
– İki dirheme alabilirim, deyince, Peygamberimiz onları bu zata iki dirheme satıyor. Aldığı iki dirhemi eşyanın sahibine veriyor ve şöyle buyuruyor:
– Bir dirhemle çocuklarına yiyecek al. Bir dirhemle de bir ip satın al, sonra odun keserek çarşıya getir ve sat, on beş gün gözüme görünme. Bu adam Peygamberimizin dediğini yapmış, on beş gün sonra gelerek on dirhem kazandığını, bunun bir kısmıyla elbise, bir kısmı ile de yiyecek aldığını söylemiş. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– Böyle (Alın teri dökerek) yaşamak mı daha iyi, yoksa kıyamet günü alnında dilencilik damgası ile Allah’ın huzuruna çıkmak mı iyi? Buyurdu.
Ebü Said el-Hüdri (r.a) anlatıyor.
“ Ensar’dan bazı kimseler peygamberimizden sadaka istemişlerdi. Peygamberiz de bunlara vermişti. Sonra bunlar yine istediler, Peygamberimiz de yine verdi. Üçüncü bir daha istediler, Peygamberimiz de verdi. Hatta yanında bir şey kalmadı. Sonra şöyle buyurdu:
– Sadaka malından yanımda bulunanı verdim. Başkalarına vermek için sizden kesinlikle bir şey saklamadım. Kim ki, dilenmekten sakınırsa, Allah o kimseyi afif (temiz) kılar. Kim de insanlardan müstağni olmak isterse Allah o kimseye zenginlik ihsan eder. Kim ki, sabretmek isterse Allah ona da sabır verir. Sabırdan daha geniş bir nimet, kimseye verilmemiştir.”
Peygamberimiz kendisi ve yakınları için sadaka kabul etmezdi. Bir kere torunu Hz. Hasan küçük iken sadaka olarak verilmiş olan hurmalardan bir tanesini ağzına koydu. Bunu gören Peygamberimiz:
– Tükür, tükür, bizim sadaka yemediğimizi bilmiyor
musun? Buyurmuş, Hz. Hasan da o hurmayı atmıştır.
Peygamberimizin Alçakgönüllülüğü
Peygamberimiz hem vakarlı hem de çok alçak gönüllü idi. Asla büyüklük taslamaz, bir yere gittiği zaman kendisine ayağı kalkılmasını ve elini öpülmesini bile istemezdi. Bir defasında biri elini öpmek isteyince peygamberimiz elini geri çekmişti. Bir meclise gittiği zaman boş bulduğu yeri oturur, ayaklarını başkalarına karşı uzatmazdı.
Peygamberimiz bazen ev işlerini bizzat kendisi görürdü; elbisesini kendisi yamar, odasını süpürür, çarşıya giderek lazım olan şeyleri satın alırdı. Hatta ayakkabıları söküldüğü ve yırtıldığı zaman onları kendisi tamir ederdi.
O, şöyle buyurmuştur:
“Kim Müslüman kardeşine alçak gönüllü davranırsa, Allah onu yükseltir. Kim kibirlenir, üstünlük taslarsa, Allah onu alçaltır.”
Peygamberimiz; zengin, fakir ayırımı yapmaz, kendisini bir hizmetçi bile davet etse, giderdi. Yoksul ve fakirlerle birlikte oturup yemek yer, en fakir kimselerin evlerine giderek hal ve hatırlarını sorardı.
O, hasta olanları ziyaret eder, bunun Müslüman için bir görev olduğunu söylerdi.
Peygamberimiz bir hastayı ziyaret ettikçe, ona ümit verir, onun nabzını eline alır, alnına dokunur, şifa bulması için dua eder, “İnşallah kurtulacaksınız” derdi.
Peygamberimiz hastaları ziyaret ederken ayırım yapmaz, kim olursa olsun ziyaret ederdi.
Bir kere bir Yahudi çocuğu hastalanmıştı. Peygamberimiz onu ziyaret etmiş, çocuğun hal ve hatırını sorduktan sonra onu Müslüman olmaya davet etmişti. Çocuk babasının yüzüne bakmış, babası, “Oğlum, Peygamber ne diyorsa yap” demiş çocuk da Müslüman olmuştu.
Peygamberimiz başkaları konuşurken sözlerini kesmez, onları dinlerdi. Hayatı son derece sade idi. Kendisine verilen yemeği severek yerdi. Sevmediği bir yemek olursa yemez, fakat yemeği asla kötülemezdi.
Arkadaşları ile yaptığı bir yolculuk sırasında dinlenmek için bir yerde konakladılar. Ve yemek hazırlamak için aralarında iş bölümü yaptılar. Peygamberimiz de: “Öyle ise ben de yakacak için çalı-çırpı toplayayım” demişti. Ashap onun yolunda her fedakarlığı yapmaya, ona yardım etmeye hazırdı. Ancak o, çarşı ve pazardan alınacak şeyleri bizzat kendisi alıp evine götürür ve kimseye yük olmazdı.
Kendisi bir hayvana bindiği zaman yanındakinin yaya yürümesini hoş görmezdi.
Peygamberimiz ashaptan birini ziyarete gitmişti. Dönerken ev sahibi kendi hayvanını Peygamberimize vermiş, oğlunun da yaya olarak Peygambere arkadaşlık etmesini istemişti. Fakat Peygamberimiz çocuğun yaya olarak yürümesine razı almamış, onu da hayvana bindirerek yola çıkmıştı.

Peygamberimizin Övülmekten Hoşlanmaması
Peygamberimiz, Allah’ın gönderdiği son Peygamber olduğu halde aşırı derecede övülmekten hiç haşlanmazdı. “Efendimiz, en faziletlimiz” gibi sözlerden rahatsız olur şöyle derdi:
“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin, şüphesiz ki ben Allah’ın kuluyum. Bana, “Allah’ın Kulu ve elçisi deyiniz.” Buyurmuştur.
Muavvuz b. Afra’nın kızı Rubeyyi şöyle demiştir. Ben evlenirken Peygamberimiz bize geldi. Benim için yapılan seccadenin üzerine şu oturduğum gibi oturdu.
Düğüne gelen cariyeler da onun etrafında toplanarak Bedir Savaşında şehit olan atalarımız için yazılmış olan ağıtları okumaya başlamışlardı. Derken içlerinden biri bir ara “İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber vardır” mealinde bir mısra okudu. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Bunu bırak, böyle söyleme, bundan önce söylediğin gibi söyle.” Buyurarak aşırı derecedeki övgüleri hoş karşılamamıştı.
Peygamberimiz bir kere abdest alıyordu. Arkadaşları onun kullandığı ve döktüğü suyu toplamak istemişlerdi. Peygamberimiz niçin böyle yaptıklarını sorduğu zaman, bunun sadece kendisine karşı duydukları bağlılıktan ötürü olduğunu söylemeleri üzerine;

Peygamberimiz:
“İçinizde bir kimse, Allah ile Peygamberi sevmek zevkini duymak istiyorsa ağzını açtığı zaman sözün doğrusun söylesin, doğru kalpli olsun, kendisine güvenildiği zaman güvenini yerine getirsin, başkaları ile bir arada yaşadığı zaman komşuluk haklarına riayet etsin.” Buyurdu.
Bir gün adamın biri Peygamberimizi ziyarete gelmiş, bir peygamber huzurunda olduğunu anlayarak titremeye başlamıştı. Peygamberimiz ona:
– Sakin ol! Ben bir hükümdar değilim. Ben Kureyş Kabilesinden kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” Diyerek onu sakinleştirmişti.
Peygamberimiz o kadar alçak gönüllü idi ki, herkesin ona saygı ifade eden kelimeler kullanmasına bile müsaade etmezdi.

Peygamberimizin Hoşgörüsü ve Bağışlayıcılığı
Peygamberimiz, güler yüzlü, yumuşak huylu ve son derece nazik idi. Kaba ve kırıcı değildi. Ağzından kırıcı bir söz çıkmazdı. O, ömründe hiç kimseye kötü söz söylememiş, kırıcı bir davranışta bulunmamış ve kimseyi azarlamamıştır.
On yıl Peygamberimizin hizmetinde bulunan Enes (r.a.) diyor ki: “Peygamberimiz bana hiçbir gün “öf” bile demedi. Yaptığım bir şey için bunu niye yaptın, yapmadığım bir iş için de niye yapmadın diye beni azarlamadı.”
Gördüğü kuruları kimsenin yüzüne vurmazdı. Arzu edilmeyen yanlış bir davranış gördüğü zaman, “Bazıları şöyle yapıyor, şöyle söylüyor, halbuki bunlar doğru değildir” gibi umumi sözler nasihat eder ve böylece kimseyi utandırmadan kusur ve hataları düzeltirdi. Kendisine bir şey ikram edilse ad da olsa onu küçümsemez, ona değer verirdi. Yapılan iyiliğe karşılık verir, iyilik yapanları hayırla anardı.
Peygamberimiz çok vefakar idi. Kendisine iyilik yapanları hiç unutmaz, onları daima hayırla anardı. Kadınlardan İslam’ı ilk kabul eden saygıdeğer eşi Hz. Hatice idi.Hatice, Peygamberimizi kulsal görevinde yalnız bırakmamış, O’nu daime desteklemiş, sıkıntılı zamanlarında teselli elmiş yüksek ruhlu bir kadın idi. Peygamberimiz ahlak ve fazilet örneği hanımını ötümünden sonra da unutmamıştır. Onu daima hayırla anar, ne zaman bir koyun kesse etinden Hz. Hatice’nin yakınlarına gönderirdi.
Peygamberimiz, süt annesi ve süt kardeşlerine de saygı duyar, yakından ilgilenirdi. Süt annesi Halime, kendisini ziyarete geldiği zaman onu “anacığım, anacığım” diye karşılar, altına elbisesini yayarak oturtur, saygı gösterirdi.
O, çok bağışlayıcı idi. Uhut savaşında düşmanlar, peygamberimize ok atmışlar, üzerine taş yağdırmışlar ve O’nun mübarek dişini kırıp yüzünü yaralamışlardı. Onların bu davranışlarına karşılık Peygamberimiz kötü söz söylememiş, onlara beddua etmemiştir. O, yüzündeki kanları silerken şöyle demiştir:
“Allah’ım! Milletimi bağışla!. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.”
Peygamberimiz kendisine karşı yapılan kötülükleri bağışlamış, elini fırsat geçtiği halde kimseden intikam almamıştır. Ancak başkalarının haksızlığa uğramasına ve zarar görmesine razı olmamış, hak ve adaletin yerini bulmasına özen göstermiştir. Şüphesiz şahsımıza karşı işlenen kusurları, yapılan haksızlıkları bağışlayabilmek yüksek bir duygudur.
Mekkeli müşrikler, vaktiyle Peygamberimizi öldürmek istemişler. İslamın nurunu söndürmek için hem Peygamberimize, hem de Müslümanlığı kabul edenlere ellerinden gelen her kötülüğü yapmışlardı. Bunun sonucu olarak Müslümanlar doğup büyüdükleri Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalmışlardı. Peygamberimiz de Medine’ye göçmüştü.
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Peygamberimiz on bin kişilik bir ordu ile Mekke’yi kan dökülmeden fethetti. Daha önce Peygamberimizi öldürmek isteyen ve Müslümanlara her türlü kötülüğü yapmış olanlar Peygamberimizin karşısında başlarını önlerine eğmiş, haklarında verilecek kararı bekliyorlardı. Peygamberimiz buruda da büyüklüğünü göstererek hepsini affetti. Böylece engin merhameti ve bağışlayıcılığı ile gönülleri de fethetti ve insanlığa çok güzel bir ahlak ve fazilet dersi verdi.
Peygamberimizin Adaleti
Peygamberimiz son derece adil ve insaf sahibi idi. Onun adaletini düşmanları bile kabul etmiştir. En zor ve en çetin olaylarda kabileler onun hakemliğine baş vuruyor ve kararını saygı ile karşılıyorlardı.
Bir defa Peygamberimiz savaşta elde edilen ganimetleri dağıtıyordu. O kadar kalabalık insan toplanmıştı ki, adamın biri adeta Peygamberimizin sırtına çıkmıştı. Peygamberimiz elindeki ince değnekle bu adama işaret etmiş, değnek yüzüne gelerek yüzünü çizmişti. Peygamberimiz hemen değneği adamın eline vererek:
– Sana vurduğum gibi sen de bana vur, buyurmuş, fakat
adam:
– Ey Allah’ın Rasülü, hayır, ben size darılmadım. Demişti.
Bir defa Mahzumi kabilesinden bir kadın hırsızlık etmişti. Mekke ileri gelenleri yüksek bir aileye mensup olan kadının ceza görmemesini istemiş, peygamberimizin çok sevdiği Usame b. Zeyd’i şefaatçi olmak üzere göndermişlerdi. Peygamberimiz Usame’yi dinledikten sonra:
– Sizden öncekiler bu gibi tarafgirlikleri sebebiyle helak olmuştu. Onlar, fakirler üzerinde en ağır cezaları uygularlar, zengin ve itibarlı olanlara ise ceza vermezlerdi. Buyurarak kanunların uygulamasında ayırım yapılmasının, toplumun yok olmasına sebep olacağını bildirmiştir.
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz iki işte serbest bırakıldığı zaman, günah olmadıkça onların kolayını tercih ederdi. O şey günah olursa ondan insanların en uzak kalanı olurdu. Peygamberimiz nefsi için asal intikam almazdı. Ancak Allah’ın yasaklarına uyulmadığını adaleti yerine getirirdi.” Peygamberimiz insanlar arasında ayırım yapmaz, eşit davranırdı. Ona göre zengin, yoksul, büyük, küçük herkes eşit idi.
Bedir Savaşında alınan esirler arasında Peygamberimizin henüz Müslüman olmayan amcası Abbas da vardı. Esirler fidye vererek esirlikten kurtuluyorlardı. Çünkü böyle kararlaştırılmıştı.
Ensar’ın bazıları Peygamberimiz ile Abbas arasındaki yakınlığı öğrenince onun affını istemişlerdi. Peygamberimiz:
– Hayır, böyle bir şey olamaz. Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin bir dirhemi bile affolunmaz, buyurmuştur.
Peygamberimiz hayatı boyunca hiç kimseye farklı davranmamış, kuralları ve kanunları herkese eşit uygulamıştır. Kendisine de arkadaşları arasında bir ayrıcalık tanınmasını hoş karşılamamıştır.
Peygamberimiz, Peygamber olmadan önce, onunla alış-veriş edenler, onun dürüstlüğünü ve hakka bağlılığını takdir ediyorlardı. Hatta onun Peygamber olarak gönderildiği duyulduktan sonra kendisine düşman olanlar bile emanetlerini ona teslim ediyorlardı.
Bir gün Saib adında bir Arap tüccarı Peygamberimize tanıtılmış ve kendisinin son derece dürüst birisi olduğu söylenmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Ben onu sizden iyi tanırım” demiş, Saib de, “Evet, ticarette arkadaşlık etmiştik, bütün hesapları gayet mükemmeldi” demişti.
Bir gün Bedevilerden biri Peygamberimizden alacağını tahsil etmeye gelmişti. Bedeviler, çok kaba olduklarından bu adam Peygamberimize ağır sözler söylemişti. Ashap, adamın bu davranışına kızarak:
– Yazıklar olsun, sen kiminle konuştuğunu biliyor musun? Demişler, adam hiç aldırmadan:
– Ben hakkımı istemeye geldim, demiş. Bunun üzerine Peygamberimiz arkadaşlarına:
– Siz onun tarafından olacaktınız, çünkü bu adam hakkını istiyor, buyurdu ve sonra Havle binti Kays’a haber göndererek ödünç hurma istedi. Havle’nin verdiği ödünç hurma ile Bedeviye borcunu ödedi ve üstelik ona yemek de yedirdi. Bedevi:
-Sen benim hakkımı çok iyi bir şekilde ödedin. Allah da sana mükafatını tam olarak versin, diye dua etti. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“ İşte bunlar (yani hak sahiplerinden yana çıkıp hakkın yerini bulmasına yardımcı olanlar) insanların en hayırlılarıdır. İçinde, zayıf kimsenin incitilmeden hakkını alamadığı bir toplum yükselemez.” Buyurdu.

Peygamberimizin Cesareti
Peygamberimizin özelliklerinden biri de yüksek bir cesarete sahip oluşudur. O, insanları İslam’a davet ettiği zaman tek başına idi. İlk yıllarda Müslümanlığı kabul edenlerin sayısı da azdı. Karşısında İslam’ı yok etmek isteyenlerin sayısı çok, maddi güçleri fazla idi.
Peygamberimiz kutsal görevini yaparken büyük tehlikelerle karşılaştı. Düşmanlar O’nu öldürmek, İslam güneşini söndürmek için korkunç planlar yaptılar. Güçlü ordularla Müslümanlara saldırdılar. Fakat Peygamberimiz bunların hiçbirinden yılmadı, ümitsizliğe kapılmadı, görevini devam etti.
Mekke, İslam ordusu tarafından fethedilmiş, Kabe putlardan temizlenmişti. Bundan endişeye kapılan düşmanlar, Müslümanlara saldırmak için Huneyn denilen yerde 20 bin kişilik bir ordu topladılar. Durumu öğrenen Peygamberimiz 12 bin kişilik bir ordu ile bunların üzerine yürüdü. İslam ordusu dar bir vadiden geçerken burada pusu kuran düşman aniden Müslümanlara saldırdı. Gecenin alaca karanlığında yapılan bu saldırı karşısında Müslümanlar dağılmaya başladı. Bu durum İslam’ın geleceği için çok tehlikeli idi.
Düşmanın bu şiddetli saldırısı karşısında geri çekilmeyen, yanında az sayıda arkadaşı ile düşmana karşı koyun bir kahraman kalmıştı. İşte düşmana karşı koyan bu yürekli ve cesur kahraman Hz. Muhammed (s.a.s.) idi.
Peygamberimiz, “Ben Peygamberim, bunda yalan yok..” diyor ve dağılan Müslümanları yanına çağırıyordu. Onun sesini duyan İslam ordusu yeniden toplandı ve amansız bir şekilde düşman üzerine saldırdı. Düşman neye uğradığını şaşırdı, dağılıp kaçmaya başladı ve bozguna uğradı. Savaş İslam ordusunun zaferi ile sonuçlandı. Böylece İslam’ın geleceği büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu.
İşte, bu savaş, peygamberimizin üstün cesareti sayesinde kazanıldı. Onun hayatında böyle pek çok cesaret ve kahramanlık örnekleri vardır. O, gerektiğinde, sabır, kararlılık, cesaret ve kahramanlık da Müslümanlar için en güzel örnek olmuştur.

Peygamberimizin Allah’a Güvenmesi
Peygamberimiz Allah’a son derece güvenir ve kendisini başarıya ulaştıracağına inanırdı. Hiçbir zaman bu inancını yitirmemiş, Allah’a daima güvenmiştir.
Peygamberimiz Mekke-i Mükerreme’de yalnız ve kimsesiz kaldığı, en akla gelmeyecek felaketlere uğradığı; Uhut ve Huneyn Savaşları esnasında en ciddi tehlikelerle karşılaştığı zaman bile Allah’a olan güvenini yitirmemiştir.
Peygamberimiz, Müslümanlığı açıktan açığa ilan etmeye başladığı zaman, Kureyş Kabilesinin yani Mekkelilerin ileri gelenleri amcası Ebü Talib’e başvurarak: “Ey Ebü Talip kardeşinin oğlu tanrılarımıza hakaret ediyor, atalarımızın sapıklık içinde yaşadıklarını söylüyor, bizi de ahmaklıkla suçluyor. Bunun için ya onu korumaktan, vazgeç, yada açıktan açığa onun tarafına geç ki biz de ona göre tavır alalım.” Demişlerdi.
Ebü Talip, durumun çok tehlikeli bir sonuca gitmekte olduğunu gördü. Çünkü Mekkeliler onu bu davadan vazgeçirmeye kararlı idiler. Kendisi de onlara karşı koyacak güçte değildi. Bunun için Ebü Talip Peygamberimize:
– Oğlum, bana bu kadar ağır bir yükü yükleme. Çünkü tahammül edemiyorum, dedi. Peygamberimiz kendisini koruyan amcasının bundan vazgeçmek niyetinde olduğunu ifade eden bu sözleri karşısında bile Allah’a olan güveni sarsılmamış:
– Amca, Allah’a yemin ederim ki, bu adamlar bir elime güneşi, öteki elime de ayı koysalar, Peygamberliğimden zerre kadar ayrılmam. Ya Allah Teala, Peygamberliğimi ifa etmek için bana kuvvet verir, ya da bu uğurda kendimi feda ederim, demişti. Bu sözlerden Ebü Talip o kadar etkilenmiş ki:
– Git oğlum, hiç kimse senin bir kılına dokunamaz, demekten kendini alamamıştı.
Peygamberimiz Necid Savaşından dönüyordu, yorulmuşlardı. Arkadaşları ile birlikte bir ağacın gölgesinde istirahata çekilmişler, hepsi de uyumuştu. Peygamberimizin kılıcı ağaçta asılı idi. Bu sırada oradan geçmekte olan bir Bedevi bu durumdan yararlanarak, Peygamberimizin kılıcını almış, kılıfından çekmiş ve Peygamberimize hücum etmişti. Peygamberimiz uyanmış, Bedevinin üzerine yürüdüğünü görmüştü. Bedevi:
– Seni elimden şimdi kim kurtaracak! Diye bağırdı. Peygamberimiz hiç telaşlanmadan:
¬¬- Allah, kurtaracak, diye cevap verdi. Bu cevap karşısında sarsılan Bedevinin elindeki kılıç yere düşmüştü.
Peygamberimiz Allah’a son derece güvenmekle birlikte kendisine düşen görevleri de eksiksiz yapardı. Bunun en güzel örneği Mekke-i Mükerreme’den Medine’yi Müvevvere’ye hicreti esnasındaki davranışıdır. Önce Allah’ın hicret emrini saklı tutmuş, Hz. Ebü Bekir’den başkasına söylememişti. Sonra Hz. Ali’yi yatağına koymuş, geceyi yatağında geçirmesini emretmişti. Daha sonra gideceği istikamete ters bir yerde olan Sevr mağarasına sığınmıştı. Bütün bunlar o gün için alınabilecek tedbirlerdi. Peygamberimiz bunların hiçbirisini ihmal etmemiş, her türlü tedbiri almış, sonra da Allah’a güvenmişti. Onun için Peygamberimiz, devesin salıverip Allah’a havale ettiğini söyleyen kimseye:
“Deveni bağla, sonra Allah’a güven” buyurmuştu.

Peygamberimizin Misafirseverliği
Peygamberimizin üstün vasıflarından biri de misafirseverliğidir. Uzaktan yakından kendisini görmeye gelenlerin sayısı çoktu. O, misafirlerini en iyi şekilde ağırlar, onlara bizzat kendisi hizmet ederdi. Peygamberimiz, Müslüman olmayan misafirlerine de aynı şekilde davranırdı.
Fazla misafir gelince evindeki yiyecekleri onlara verip çocukları ile birlikte geceleri aç yattığı zamanlar da olurdu.
O, misafirlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin.”

Peygamberimizin Temizliğe Önem Vermesi
Peygamberimizin yaşayışı sade ve temiz idi. Bedenini daima temiz tutar, elbiselerinin temizliğine çok dikkat ederdi. Dişlerinin temizliğine ayrı bir önem verir ve dişlerini temizlemek için, o devirde bir çeşit diş fırçası olan misvak kullanırdı. Ashabına da diş temizliğini tavsiye ederdi.
Peygamberimiz kirli insanlardan, pislikten haşlanmazdı. Ashabına camiye temiz gelmelerini söylerdi. Bir defasında üstü başı pis olarak camiye gelenlere: “Yıkandıktan sonra gelseniz daha iyi olurdu.” Buyurmuştur.

Peygamberimizin İbadeti
– Peygamberimiz, her işini tam bir düzen içinde yapardı. İbadet zamanları, dinlenmek için ayırdığı saatler belli idi. Vakitlerini boş geçirmez, her dakikasını faydalı bir işle değerlendirirdi.
– Peygamberimiz, Allah’ın en sevgili kulu olduğu halde Allah’tan çok korkar, kıyamet gününde endişe ederdi.
O, her an Allah’ı anar, ibadetten çok büyük haz duyardı. Geceleri kıldığı namazlarda uzun süre ayakta durmaktan ayakları bile şişerdi. Eşi Hz. Aişe onun bu durumunu görünce:
– Ey Allah’ın Rasülü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde kendine niçin bu kadar zahmet ediyorsun? Deyince, Peygamberimiz ona şu cevabı vermiştir:
– “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı”
Peygamberimiz ibadete düşkün olmakla beraber rehbaniyeti sevmezdi.
Rehbaniyet demek, Dünyadan el etek çekerek yaşamak, yalnız ahiret için çalışmak demektir. Peygamberimiz bunu kesinlikle sevmezdi. Hatta bazı sahabiler Hıristiyanların etkisinde kalarak dünyadan el etek çekmeye gönül vermişlerse de Peygamberimiz onları bu yoldan menetmişti.
Araplar, birkaç günü birbirine ekleyerek oruç tutar ve buna “savm-ı Visal” derlerdi. Ashabdan bazıları bu şekilde oruç tutmak istemişler, ancak Peygamberimiz onları bundan vazgeçirmişti.
Abdullah b. Ömer (r.a.) çok zahid ve takva sahibi bir kimse idi. Gündüzünü oruç tutarak, gecesini ibadet ederek geçirirdi. Peygamberimiz onun bu halinden haberdar olunca kendisine:
– Haber aldım ki sen devamlı oruç tutuyor iftar etmiyorsun, geceleri namaz kılıyor hiç uyumuyorsun. (Böyle yapma) Bazen oruç tut, bazen de iftar et. Hem gece kalk namaz kıl, hem de uyu, istirahat eyle. Çünkü gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin ve çoluk çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır. Ayda üç gün oruç kafidir,” buyurdu. Abdullah İbn Ömer:
– Fakat ben daha fazla oruç tutabilirim, dedi. Peygamberimiz:
– O halde gün aşırı oruç tut. Orucun en güzel şekli budur, buyurdu. İbn Ömer daha fazla oruca izin verilmesini isteyince, Peygamberimiz:
– “Hayır, daha fazlası iyi değildir.” Buyurmuştur.
Bir yolculukta ashab’dan biri bir mağaraya rast gelmişti. Mağaranın ağzında su ve yeşillik vardı. Bu Sahabi Peygamberimiz yanına gelerek:
– Ben bir mağara buldum. Etrafında su ve yeşillik var. Oraya çekilip münzevi bir hayat yaşamak istiyorum, demişti. Peygamberimiz böyle bir davranışın yanlış olduğunu bildirmek üzere şöyle buyurdu:
– “Ben Museviliği veya Hıristiyanlığı telkin için gelmedim. Ben size İbrahim’in sade ve kolaylıkla yapılan dinini getirdim,”
Bütün bunlar gösteriyor ki Peygamberimiz dünyadan el etek çekmekten hoşlanmamış, yaşayın insanın dünyanın nimet ve ziynetinden yararlanmasının dinin emri olduğunu vurgulamıştır.

Peygamberimizin Allah Korkusu
Peygamberimiz, alemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber olduğu halde Allah Tealadan, herkesten daha çok korkar ve “Kıyamet günü acaba ne olacağım” derdi.
Müslüman olanların on dördüncüsü ve Medine muhacirlerinden ilk vefat eden sahabi Osman İbn Maz’un (r.a.) öldüğü zaman Peygamberimiz ölüm haberini alır almaz evine gitmişti. Ensandan Ümmü Ala Bint-i Haris, Osman’ın cesedini göstererek:
– Ey Ebü Saib, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Senin hakkında bildiğim ve bu cemaate bildirmek istediğin şudur ki, sen Allah’ın rahmet ve inayetine erişmiş birisin, dedi. Bu sözleri dinleyen Peygamberimiz kadına dönerek:
– “Allah Teala’nın bu ölüye ikram ve inayette bulunduğunu nereden biliyorsun? Diye sordu. Kadın:
– Ey Allah’ın Rasülü babam anam sana feda olsun, Allah bu imanla, itaatli kuluna ikram etmez de yani kime ikram eder? Dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– Osman İbn Maz’un ölmüştür. Allah’a yemin ederim ki, ben de bu mübarek ölü için hayır ve mutluluk umarım. Ama Allah’a yemin ederim ki, ben, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğum halde Kıyamet gününde bana ne muamele edileceğini bilemem, buyurdu.
Bir gün Hz. Ebü Bekir Peygamberimize:
– Ey Allah’ın Rasülü, görüyorum ki saçlarınız ağarıyor, demiş, Peygamberimiz de:
– “Evet, Hüd, Vakıa, Murselat ve Amme Süreleri beni ihtiyarlattı,” cevabını vermiştir.
Bir gün Peygamberimiz bir cenazeye katılmış, cenazenin mezarı kazılmakta olduğundan beklemek mecburiyetinde kalmıştı. Bu, onu o kadar etkilemişti ki, ağlamış ve toprak onu göz yaşları ile ıslanmıştı. Sonra da orada bulunanlara şu sözleri söylemişti:
– “Kardeşlerim, kendinizi bugün için hazırlayın.”

Peygamberimizin Allah Sevgisi
Kur-an’ı Kerim müminlerin Allah’ı her şeyden daha çok sevdiklerini bildiriyor.
Şüphesiz Peygamberimiz Allah’ı herkesten daha çok severdi. Bunun için dir ki O, geceleri ayakları şişinceye kadar namazda dururdu.
Hz. Aişe validemiz diyorlar ki; Peygamberimiz sabah namazının iki rekat sünnetini kıldıktan sonra:“Bu iki rekatın verdiği zevk yanında dünyanın bütün zevkleri hiçtir.” Derdi.
Bu, Peygamberimizin Allah’a olan derin sevgisi sebebiyle O’na ibadet etmekten ne kadar büyük haz duyduğunun bir ifadesidir.
Hz. Ömer (b. el-Hattab) anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz çocuğundan ayrılan bir kadın gördü. Kadın, çocuğuna olan hasreti sebebiyle rastladığı her çocuğu kucağına alıyor ve emziriyordu. Peygamberimiz orada bulunan arkadaşlarına dönerek:
– Bu kadın çocuğunu hiç ateşe atar mı? Diye sormuş orada bulunanlara:
– Asla, cevabını vermişler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– O halde biliniz ki, Allah’ın kullarına merhameti, bu kadının çocuğuna olan merhametinden çok daha fazladır. Buyurdu.

Peygamberimizin Aile Hayatı
Peygamberimiz örnek bir aile reisi idi. O, hanımlarına karşı çok nazik bir eş, çocuklarına karşı da şefkatli bir baba idi. Peygamberimiz ev işlerinde hanımlarına yardın eder, elbiselerini kendi eliyle yamar, ayakkabılarını tamir eder ve evi süpürürdü. Evin ihtiyaçlarını çarşı ve pazardan alarak eve kendisi getirirdi. O, ne kadın, ne de hizmetçi hiç kimseyi dövmemiş ve incitmemiştir.
Peygamberimizin evi, dünyadaki aile yuvalarının en mutlusu idi. Bu yuvada kavga-gürültü yoktu. Huzur vardı. Peygamberimiz evde daima güler yüzle hareket eder, hanımlara karşı kırıcı söz söylemiz, kaba davranışta bulunmazdı. O, Müslümanların da aynı davranışta bulunmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı iyi davranandır.”
Peygamber Efendimiz, erkeğin, eşini davranışlarını hoşgörü ile karşılamasını da istemiş ve şu tavsiyede bulunmuştur:
“Bir kimse eşine nefret etmesin; çünkü hoşuna gitmeyen huyları varsa, buna karşılık hoşlanacağı huyları da vardır.”

Peygamberimizin Çocuk Sevgisi
Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onları kucağına alıp okşar, sevgi ve şefkatle öperdi. Peygamberimiz, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i öpüyordu. Orada bulunan bir adam bunu görünce;
– Benim on çocuğum var, onları hiç birini öpmüş değilim, dedi. Peygamberimiz ona:
– Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz” buyurdu.
Peygamberimiz namaz kılarken sevgili torunları Hasan ve Hüseyin omuzlarına çıkardı. O, ibadet halinde bile çocukların bu davranışını hoş karşılar, oyunlarına engel olmazdı.
Bir yerde otururken kızı Hz. Fatıma gelince, ayağa kalkar, onu alnından öper ve onu yerine oturturdu. O, sadece kendi çocuklarını ve torunlarını değil, kimin çocuğunu görürse onunla konuşur, hatırını sorar ve severdi, çocuklara, hoşlarına giden şeyler vererek sevindirirdi. O, Müslüman olmayan kimselerin çocuklarını da sevip okşardı.
Peygamberimiz, çocuklarla çok ilgilenirdi. Bir defa çocuklar arasında koşu düzenledi, kendisi de yarışın sona ereceği noktada durdu. Koşarak yanına gelen çocukları öptü ve kendilerine hediyelerini verdi.
Peygamberimiz, çocuklarla ilgili şu öğütlerde bulunmuştur;
“Allah’tan korkun çocuklarınız arasında adaletli davranın.”
“Şüphesiz ki Allah, çocuklarınız arasında öpücüklerinizde de eşit davranmanızı sever.”
Özet olarak Peygamberimiz; içi ve dışı tertemiz, kalbi; şefkat ve merhamet duyguları ile dopdolu, başkalarını kendinden çok düşünen, ömrünü insanlığın kurtuluşu için harcayan büyük bir Peygamber, en üstün ahlaki faziletleri kendinde toplayan örnek bir şahsiyet idi.
Ne mutlu, O’nun gösterdiği aydınlık yoldan gidenlere…
Ne mutlu, O’nun yaşayışını ve ahlaki davranışlarını örnek alanlara…

02
May
07

P.E S.A.V salavat-ı şerif


Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasulallah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Habiballah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Nebiyyallah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Halilallah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Safiyyallah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Veliyyallah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Hayra halqıllah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Nura arşillah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Emîne vahyillah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men zeyyenehullah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men şerrefehullah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men kerremehullah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men azzemehullah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men allemehullah
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Seyyidel mürselîn
Essalâtü vesselâmü aleyke ya İmâmel mütteqîn
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Hâtemennebiyyîn
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rahmeten lilâlemîn
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Şefîal müznibîn
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasûle rabbilâlemîn
Salavâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî ve rusulihî ve hameleti arşihî ve cemî’ı halqıhî alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Ey Allah’ın resulü salat ve selam sana!
Ey Allah’ın habibi salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Nebisi salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Halili salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Safisi salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Velisi salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Yarattıklarının en hayırlısı salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Arşının nuru salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Vahyinin emini salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Zinetlendirdiği salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Şereflendirdiği salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Keremlendirdiği salat ve selam sana!
Ey Allah’ın Azametlendirdiği salat ve selam sana!
Ey Allah’ın İlim verdiği salat ve selam sana!

Resullerin efendisi salat ve selam sana!
Müttakilerin imamı salat ve selam sana!
Nebilerin hatemi salat ve selam sana!
Alemlere rahmet salat ve selam sana!
Günahkarların şefaatçisi salat ve selam sana!
Alemlerin rabbinin resulü salat ve selam sana!
Allah’ın, meleklerinin, peygamberlerinin, resullerinin, arşı taşıyan (meleklerin) ve tüm yaratılmışların salatları Hazreti Muhammed’in, alinin ve ashabının üzerine olsun!

02
May
07

Peygamberimizin Gençliği


Peygamberimizin Gençliği

—————————————————————————
—–

Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti. Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahipse, kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezihti. Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak âdeta mümkün değildi.

İslâm öncesi Cahiliye döneminde dolandırıcılık, hile, aldatma, hak yeme, verdiği sözde durmama, hıyanet eksik olmuyor, çok basit bir iş gibi görülüyordu.

Peygamberimiz bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı ak, yüzü pak olarak kurtuldu. Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı. Çünkü Cenab-ı Hak onu Cahiliye devrinin her türlü mundarlıklarından, çirkinliklerinden nefret duyacak bir kabiliyette yaratmıştı.

Peygamberimizin gençliği, amcası Ebû Talib’in yanında ve onun himayesi altında geçti. Ebû Talib yeğeni için o zaman pek revaçta olan ticareti, meslek olarak seçmişti. Zaten kendisi de meşhur bir tüccardı.

Peygamberimiz amcası ile birlikte ticarî seyahatler yaparak tecrübesini arttırdı. Doğruluğu, alış verişindeki adaleti ve hakkaniyeti kısa zamanda çevresinde duyuldu ve meşhur oldu. O zamanlar Arabistan’da doğru ve güvenilir kimselere sermaye verilir, ticaret yapılarak kârı paylaştırılırdı. Peygamberimize de buna benzer işler verilmiş, o da en doğru bir şekilde işini başarmıştı.

Verdiği sözde durmak ticarî hayâtta en çok aranan bir vasıftı. Peygamberimiz, peygamberlikten önce de ahde vefalı ve güven duyulan, itimat edilen bir insan olarak tanınmıştı. Kendisi bu alanda örnek bir şahsiyet olarak biliniyordu.

Abdullah bin Ebi’l-Hamsa, Peygamberimizle olan ticarî bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:

“Peygamberliğinden önce Resulullah Aleyhisselâmla birlikte bir alış verişte bulunmuştuk. Bu alış verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, ‘Bulunacağın falan yere getireceğim’ diye söz vermiştim. Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum. Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman onu yerinde buldum. Bana, ‘Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın. Ben şuracıkta üç gündür seni bekliyorum’ buyurdu.”

Peygamberimiz ticarî işlerinde hesabını doğru tutar, haksızlık etmezdi. Peygamberliğinden önce kendisiyle alış veriş yapmaktan çok memnun kalırlardı.

Bir gün Saîb adında bir zât Peygamberimizin huzuruna gelerek Müslüman oldu. Saîb, Araplar arasında tanınmış birisiydi. Sahabîler, Resul-i Ekremin yanında onu övmeye başladılar.

Bunun üzerine Peygamberimiz, “Saîb’i methetmeyin, onu ben hepinizden iyi tanırım” buyurunca, Saîb de, “Sana canım feda, seninle ticarî arkadaşlık etmiştik. Hak hususunda hatır gönül tanımaz, zerre kadar riyakârlık göstermezdin” diye Peygamberimize olan hayranlığını ifade etti.

Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilince Mekkeliler ona karşı tavırlarını değiştirdiler. Ona inanmaya yanaşmadılar. Aleyhinde konuşmaya, insanlara kötü göstermeye başladılar. Daha önce çirkin bir halini görmedikleri için sadece “şair, büyülenmiş” gibi ifadeler kullanarak çamur atmaya çalıştılar.

Zaten ona kötü bir şey isnad edemezlerdi ki… Çünkü sönük şahsiyetli, tanınmayan, bilinmeyen bir insan değildi. Araplar onu çok iyi tanıyorlardı. Mekke’de doğmuş, aralarında büyümüş, gözlerinin önünde yetişmişti. Bunun için onu yakından tanıyorlar, çocukluğunu, gençliğini çok iyi biliyorlardı. Kırk senelik hayâtı, aralarında geçmişti.

Bu arada Peygamberimiz iman etmeleri için onlara davette bulunurken, Kur’ân diliyle onlara peygamberlikten önceki hayâtını hatırlatıyor, imana gelmeleri için ikaz ediyor, şöyle diyordu:

“Bundan önce aranızda yıllarca bulundum, bunu düşünmez misiniz?” (Yunus Sûresi, 16.)

Peygamberimizin gençlik yıllarını siyer yazarları İbni Sa’d ile İbni İshak şöyle anlatıyorlar:

“Resulullah Aleyhisselâm gençlik dönemine girinceye kadar mertlik ve insanlık bakımından içinde bulunduğu toplumun en üstünü, ahlâkça en güzeli, soy sopça en şereflisi, komşuluk haklarını en iyi gözeteni, yumuşak huylu oluşuyla en büyüğü, doğru sözlülükte en yücesi, kötülükten ve insanları alçaltan huylardan uzak duruşta en önde olanıydı. Yüce Allah onda bütün iyi haslet ve meziyetleri toplamıştı. Bunun için o, kavmi arasında ‘el-Emin (güvenilir insan)’ unvanıyla anılırdı.”

Ne gariptir ki, Mekke müşrikleri Peygamberimize inanmadıkları, onu öldürmek için plânlar kurdukları sırada bile mallarını emanet olarak onun yanında bırakıyorlardı. Nitekim, hicretinden bir gün önce topladıkları gençlere, Peygamberimizi öldürmek için görev verdiklerinde, Peygamberimiz evine Hz. Ali’yi bırakarak yola çıkmıştı. O sırada müşriklerin bazılarının malı Peygamberimizin yanında emanet olarak bulunuyordu. Peygamberimiz yola çıkmadan önce Hz. Ali’ye, sabahleyin emanetleri sahiplerine vermesini tenbih ediyordu.

Dostun da, düşmanın da güvendiği, emniyet ettiği, takdir ettiği tek insan; hiç şüphesiz, Resul-i Ekrem Efendimizdi.

02
May
07

Ahlak Sahasında Büyük İnkılap


Ahlak Sahasında Büyük İnkılap

—————————————————————————
—–

Ahlâk alanında en büyük inkılâp ve değişikliği, Peygamber Efendimiz yapmıştır. Cahiliye Arapları inanç ve âdetlerine öylesine bağlı, körü körüne öylesine tutulmuşlardı ki, yüzyıllardır yapageldikleri alışkanlıklardan onları hiçbir kuvvetin ayırması mümkün değildi.

Vahşet, dehşet ve zulümde o kadar ileri gitmişlerdi ki, vahşi hayvanlara dahi yapılması hoş görülmeyen işkence ve eziyetleri göz kırpmadan savunmasız ve mazlum insanlara yapıyorlardı. Merhamet, şefkat ve acıma hisleri tamamen körelmiş, öz kızlarını canlı canlı toprağa gömecek derecede canavar kesilmişlerdi.

Fuhşun, işkencenin, her türlü rezilliklerin hiç çekinmeden yapıldığı bir karanlık devir yaşanıyordu. Güçlü ve varlıklı kimseler zayıfları eziyor, kadınlar bir mal gibi alınıp satılıyor, faiz ve tefecilik bütün çeşitleriyle kol geziyor, içki su gibi içiliyordu. Adalet, insaf, vefa, iffet gibi duygular unutulmuştu. Kendi uydurdukları manasız şeylere ve hurafelere öyle bağlanmışlardı ki, onları alışkanlıklarından vazgeçirecek, insanlığın tadını tattıracak İlahî bir güçten, bir Peygamber inkılâbından başkası düzeltemezdi.

İşte Peygamberimiz birkaç sene gibi kısa bir zamanda o geniş yarımadada vahşi, âdetlerine bağlı ve inatçı kavimleri, kötü ahlâk ve vahşi alışkanlıklarından kurtarıp, onları kökünden kazıyıp temizledi, yerlerine güzel ahlâk esaslarını yerleştirdi. Onları bütün dünyaya rehber ve medeni milletlere öncü birer şahsiyet haline getirdi.

Daha Hicrî birinci asırda yeryüzüne yayılan Sahabîler ve iman erleri insanlığa gerçek medeniyeti, fazilet ve ahlâk düzenini öğrettiler. Fazilete dayalı maddî kalkınma ve medeni yükseliş bu vesileyle gerçekleşti.

Resul-i Ekrem Efendimizin öğrettiği ahlâk sayesinde yüz milyonlarca insan maneviyat iklimlerinde yükselerek hem dünya, hem de âhiret mutluluğuna erdiler. Pekçok muhtaç insanın imdadına koşarak hidayetlerine ve saadetlerine vesile oldular.

Mehmet Paksu, Peygamberimizin (ASM) Örnek Ahlakı, Nesil Yayınları

02
May
07

Yakınlarının Dilinden Peygamberimizin Ahlâkı


04056.jpg 

Yakınlarının Dilinden Peygamberimizin Ahlâkı

—————————————————————————
—–

Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiş ve saklamamıştır. Çünkü, onun her hali Sahabîler için bir örnek oluşturuyordu. Bunun için Sahabîler, Peygamberimizin her halini, her hareketini ve sözünü takip ediyor, öğrenerek zaptetmeye çalışıyorlardı. Bilemedikleri veya tereddüt ettikleri hususları da bizzat sorarak öğreniyorlardı. Bundan dolayı, Peygamberimizin bütün hayât safhaları Sahabîlerce bilinmekteydi.

Günümüz Müslümanı her hususta, en mahrem konulardan, toplumu, devleti ve bütün dünyayı ilgilendiren meselelere kadar Peygamberimizden bir örnek bulabilir, yol gösteren bir numune, aydınlatıcı bir ışık görebilir.

Peygamberimizin güzel ahlâkını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz.

Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın arkadaşlarıdır. Meselâ, on beş yılı peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı Hz. Hatice’den, özet olarak

Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz.

Hazret-i Hatice, Peygamberimize ilk olarak vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini gidermişti.

Hz. Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli ediyordu: “Allah, seni kat’iyyen utandırmaz. Çünkü sen akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar, yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın.”

Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren Hz. Âişe, Hz. Hatice’den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği hanımıydı. Peygamberimizin aile hayâtını ve şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz. Âişe’den öğreniyoruz. Hz. Âişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:

“Resulullahın (a.s.m) ahlâkı Kur’ân’dı. Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur’ân kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur’ân onu beğendiği için beğenirdi.

“Resulullah iki şeyden birisini tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi. Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan da insanların en uzak duranı olurdu.”

“Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir şey anlatırken de kelimeleri tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi.”

Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz. Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor:

“Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi.”

“Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi.”

“Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin aybı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı.”

“Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Peygamberimiz konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı.”

“Sahabîler Peygamberimizin huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.”

“Sahabîlerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi.”

“Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi. Sahabîler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi.”

“Peygamber Efendimiz, ‘İhtiyacının giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz’ buyururlardı.”

“Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı.”

Hz. Hatice’nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Hale-ki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludur—Hz. Hasan’ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım şöylece dile getirmektedir:

“Resulullah daima düşünceli idi. Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken de, Allah’ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi. Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi.”

“Dünya işleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resulullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi.”

“Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığım belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü.”

Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:

“Resulullah, insanların en lütuflu olanı idi. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi.”

“Birisi Resulullahın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı.”

Peygamberimizin vahiy katibi Zeyd bin Sabit’in yanına birkaç zat gelerek, “Ey Zeyd, Peygamberin (a.s.m) hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?” diye sordular.

Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı:

“O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:

“Ben Resul-i Ekremin komşusu idim. Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi. Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı.”

İşte bütün bunlar, Peygamberimizin (a.s.m) en yakınları olan şahsiyetlerin onun hakkındaki düşünceleri, müşahedeleridir. Peygamberimizin her hareketine ve davranışına dikkat ederek onu rehber almaya çalışan mümtaz zatların kalp ve gönüllerinden doğan şehadetleridir.

Mehmet Paksu, Peygamberimizin (ASM) Örnek Ahlakı, Nesil Yayınları

02
May
07

Baharın Salavatıdır Güller


00121hk5.jpg

Bomboş sokaklarda dolaştım, yapayalnız… Dilimde adın, içimde aşkın, unutmadım Seni ya Resulallah

Baharın müjdecisi çiçekler, ağaçları süslediler. Gecenin karanlığında bile gülümsüyorlar. Baharın gecesi yok, gündüzü de. Bu bahar, çiçek açan her ağacın altında durup Sana salatu selam göndermek istedim ya Resulallah. Unutmadım Seni; Sen unutulmayacak kadar o güzel adınla ve bin bir hatıranla, kalbimde yaşıyorsun ya Resulallah.

Gecenin sakinliğinde uzaklardan gelen kurbağaların zikir sesleri, ne kadar ahenk ve uyum içinde. Kulağı rahatsız eden hiçbir şey yok. Yorucu, dondurucu ağır geçen bir kıştan sonra, bahar aniden çıkageldi. Hiç kalkmayacağını zannettiğimiz bembeyaz karların ardından bembeyaz çiçeklerle süslendi her yer. Baharın bayramı var. Ağaçlar gelinliklerini giymiş, düğündeler sanki. Ağaçlarda hatıran var ya Resulallah…

Bir gün yanına gelen bir bedeviye, peygamberliğinin Allah katından tasdiki için bir mucize göstermiştin. Vadi kenarındaki bir ağaçtı o mucizen. “Gel” diye işaret etmiştin o ağaca. Köklerini sürüye sürüye yanına gelmişti… Herkesin huzurunda konuştun o ağaçla; “Benim Allah’ın hak ve son Peygamberi olduğumu tasdik eder misin?” demiştin. O ağaç şehadet etmişti. Senin hak ve son Resul olduğunu tasdik ederek. Bu mucizeyi görmek de yetmemişti o bedeviye, ardından “Şimdi söyle de yerine gitsin” demişti Sana. Ne kadar da sabırlıydın. Ağaca işaret etmiştin, o da dönüp tekrar yerine gitmişti. Köklerini çıktığı toprağa gömmüş, emrini dinlemişti. O bedevi, bu mucizen üzerine iman etmişti. Şimdi bu baharda, nerede bir ağaç görsem, Senden bir mucizedir bilirim, o günlerden kalan bir iz bir hatıradır bilirim. Ağaçlarla beraber söylerim duamı, dileğimi. Sen Allah’ın son Peygamberisin, salatu selam olsun Sana ya Resulallah.

Baştan başa çiçeklerle donanmış o ağacın vaziyeti ise, Senin yeryüzü halkına, Allah katından Cennet baharlarının müjdesini taşıyan davetinin bir işaretidir. Hiç yanılmadım böyle bilmekte. Çünkü Allah Kur’an’ında Senin üzerine yemin ediyor:

“Yâsin. Velkur’ânilhakîm. İnneke leminelmurselîn.”

Yani, “Hikmetli Kur’an’a yemin olsun ki, Sen hak Peygambersin, son Resulsün” diyor. Kur’an’ın kalbi olan Yâsin Sûresi bile kâinatın kalbi olan Senin elçiliğini tasdikle başlıyor.

Bugün, sokağımızda ilk çiçek açan bir erik ağacının altında birkaç gönül dostumuzla Sana salatu selam gönderdik. Mektubumuz yok, postacımız da yok Sana getirecek. Ama duamızı ve salâvatımızı Sana ulaştıracak rahmet melekleri var Rabbimizin. Buna inanıyoruz, buna güveniyoruz çok şükür. Salâvatlarımız, selamlarımız Sana ulaşacağı için sevinçliyiz. Yaşadığımız bu hayatın her anını varlığınla güzelleştiren Allah’a hamdolsun ki, Sen her şeyin gayesini, yaratılış sebebini öğreten biricik Peygambersin, öğretmensin bize. Bu dünyada şu güzelliklerin mânâsı ve mahiyeti bilinmese ya da bildirilmeseydi ne kadar da cahil kalacaktık.

Bir kâğıt parçasından ibaret olan diplomalarımız ne işe yarayacaktı ki Seni bilmedikten sonra, bunca bilgilerin yolu Sana varmadıktan, Sana çıkmadıktan sonra. Avrupa’nın zekâ tarlaları Goetheler, La Martinler, Puşkinler, Rilkeler, Tolstoylar, Bernard Shawlar ve daha niceleri Seni tanısın, bilsin, hakkaniyetini ifade etsinler de biz bülbül olup şakımayalım, susalım mı? Konuşmayalım mı ya Resulallah? Bir ışıkçık bile onların yolunu aydınlatmaya yetmiş iken biz canlı güneşimiz Senin karanlıkları yutan aydınlığından nasipsiz mi kalaydık? Nasipsiz kalmak yakışır mıydı? Şükür ki yetiştin imdadımıza.

Dua odur ki Allah’a ulaşa, yol odur ki Hakk’a vara, selam ve salâvat odur ki Sana ulaşa. Çatı katımdaki küçücük odamda, gecenin karanlığında çiçek açtın. Dilimdesin, kalbimdesin ya Resulallah. Sen benim için hep yenisin. Gördüğüm her güzellikte payın var, yaratılan her şeyde izin.

Bunu Sen öğrettin. Şükür ki sen öğrettin. Bilgimizi adınla süsledin. Ustaca gizlediler adını kitaplarda daha bilmem nerelerde. Ama öğrendik. Kimse öğretmese de, adını söylemese de kâinat Seni söylüyor. Her şey Seni anlatıyor. Görmemek, duymamak ne mümkün. Senin getirdiğin tüm hakikatlere iman etmek, ne kadar güzel. Bunların bir an bile aksini düşünmek korkunç. Ruhumu bu sonsuz uçurumlara düşmekten kurtar ya Resulallah.

Şefaatinin mahşer gününde, ümmetinden büyük günahları işleyenlerin üzerine olacağını söylemiştin. Ne büyük bir müjdeydi bu. Ben gibi dertliler adına, sevinçliyim. Hatalarım günahlarım çoksa da, senin o engin şefkatinden ve şefaatinden ümitliyim.

Ümid oldun karanlık geceme de yarınlarıma da. Ey rahmet Peygamberim. Senin şefaatini dileniyorum. Ve Rabbime yalvarıyorum:

Dilimiz sürçse de, ayağımız takılıp düşsek de affına sığınıyoruz Ya Rabbi. Pişman olup da bir gün günahlarından dönen kullarını kapısından çevirmeyecek bir Sen varsın Allah’ım. Bu karanlık gecede küçücük bir pencerede yıldızları da seyrettim… Gökyüzü pırıl pırıldı. Yıldızlar sayılamayacak kadar çoktu. Yıldızların ki şahit olan göklerinin şehadet kelimeleriydi. Gökyüzünün çiçekleriydi… Gündüz ağaçların çiçekleriyle, gece de gökyüzünün çiçekleri olan yıldızlarla Sana salatu selam olsun ya Resulallah.

Allah’ım, bu benim belki ilkbaharım, belki de son baharım. Ne olur bu son fırsatı alma elimden. Tövbelerimi kabul et dilimden. Ne gelir ki başka elimden. Şu pişmanlık tövbelerimden başka… Buluğ çağımdan bu güne kadar işlemiş olduğum tüm günahlar, hatalar, kusurlar için, günah defterimde kayıtlı ameller ve işler için Senden af diliyorum. Tövbemin ahı ile yak onları ya Rabbi. İstiğfar ediyorum. Tövbemin kabulünü dileniyorum. Sevgili Habibin hürmetine, Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin hürmetine, Kur’an için can verenler hürmetine, Kerbela’da şehit düşen Hz Hüseyin hürmetine affet. Sevdiğin kulların için affet. Rahmetine garket. İstemeseler de nurunu tamamlayacaksın. Ruhumu da nurunla münevver et. Hz Peygamberimin dünyayı şereflendirdiği 20 Nisan için, o kutlu gecenin sabahı için affet. Karalıkların üzerine doğan o canlı güneş için affet. Hiç batmayan, sönmeyen o ebedi canlı güneşimiz için affet.

Ey sevgili Rabbim, sevdir bize sevdiklerini, yerdir bize yerdiklerini. Kalbimi ebediyen aşkınla doldur. Şüphesiz bir ben değilim bu yolun yolcusu. Sana ulaşmak için çabalayan nice diller, nice dualar var. Odalarında sarı ışıkların yandığı evler var. O odalardan yükselen dualar var. Onları da kabul et bu duamın arasında. O kutlu ve mutlu günün adına affet, lütfen dualarımızı kabul et.

Ağaçlardaki çiçekler, güllerin de habercisi. Sultanlar arkadan gelirmiş. Güller ki, baharın sultanıdır. “Baharın salâvatıdır güller.” Şimdi gül mevsimi. Gül ki, kokusunu Senden almış Ya Resulallah. Sahabelerin öyle söylüyorlar: “Biz Medine sokaklarından, Hz Peygamberin geçtiğini kokusundan anlardık. Geçtiği her sokak gül kokardı, onun geçtiği yerleri ardından koklardık.”

Bir gül mevsiminde doğmuştun. Bahar Seni müjdeliyordu. Bahar ki bir zarftı. Zarfın içindeki mektubu güllerdi. Açıldıkça o mektup yaprak yaprak, kokun saçıldı âleme. Dünyamız, o güzel kokunla süslendi, uyandı, açıldı ya Resulallah. Onun içindir ki, Bediüzzaman kırlara doğru çıkarken bir bahar mevsiminde, bir bahçeden yola uzanan güle yaklaşıp bir buse kondurmuştu. Şimdi ben de öyle yapıyorum. Güllere bir buse konduruyorum. Açılan her bir gül adedince salâvatlar gönderiyorum yaprak yaprak. Her bir ağacın çiçekleriyle gönderdiğim salâvatlar gibi kabul et bunu da.

Annemin bahçesindeki yediveren güllerini de unutmadım. Bir gün elimde bir gülle çıkıvermiştim evden. Komşum rahmetli Süleyman amcaya rastlamıştım. Gülü uzatıp “Koklar mısınız?” demiştim. Saçları gibi kalbi de ak pak olan bu mübarek insan uzun uzun elimdeki güle bakmıştı. Gözlerinde iki damla yaş birikmiş, ağzında bir şeyler mırıldanmıştı. Bundan sonra koklamıştı gülü. “Neler mırıldandınız öyle Süleyman amca?” dediğimde, “Evlâdım, gül Hz Peygamberin remzidir. Onu koklamadan önce salâvat getirmek gerektir. Eskiler böyle yapardı.” demişti. O sabah Sana ait bir gerçeği öğrenmek içimi ferahlatmıştı. Senin sevgin insanları ne kadar nazik, ne kadar hassas yapmıştı ya Resulallah. Gül gibi bir ümmetin var. Kokuna bile sevdalı…

Allah’ım yüz yirmi dört bin peygamber göndermişsin, öyle buyuruyor Peygamberimiz. Bunlardan herhangi birinin de ümmeti olabilirdim. Ama beni peygamberlik halkasının en son temsilcisine getirip ümmet eyledin. Sevgiline yoldaş eyledin. Sana şükrümü nasıl ödeyebilirim ki…

Ey ana rahminde bile beni unutmayan Rahim olan Allah’ım. Biliyorsun, Seni layıkıyla sevemiyorum. Sonra da kederler içinde kıvranıyorum. Ne olur Sen sev beni, ne olur…

Seviyorum desem de unutuyorum, gafletlere dalabiliyorum. Ne olur bana yalnızlığımı hissettirme Allah’ım. Yeter şu dünyada çektiğim sahteliklerin her türlüsünden. Sen ki tek gerçeksin ve haksın. Kullarını aldatmayansın. Sözünde duransın. Bana nefsimden de yakınsın. Hiç bir liyakatim olmadığı halde beni kendine bu kadar yakîn ettiğin için Sana sonsuz hamdüsenalar olsun, Habibine ümmet ettiğin için de sonsuz şükürler olsun.

Selim GÜNDÜZALP

02
May
07

Özledik Seni Ya Rasul..


Öyle susamışki ümmetin sana
hickirarak aglamak istiyor bu kalpler
nur yüzüne öyle hasretki bu canı cihan
Özledik seni özledik Ya rasulullah

Ebubekir sadakatiyle baglanmak ister sana bu canlar
taifte taslanmis yüzünü silmek ister bu eller
Nasil ki senin sefaatine muhtac bu bedenler
Ümmetim yarabbi ümmetim deyisini özledik

Göremedik ya Rasulullah mekkede dogan o nur yüzünü
Işitemedik cibrilden aldıgın o Allah sözünü
Dinleyemedik insanlığa ögüt olarak bıraktığın veda hutbesini
Fiirdevste görmeyi nasip eyle o sevgiliyi Yarabbi

Alaya alırken seni Ebu lehebler.sufyanler
Biz hasretiz ögütlerine biz,ya rasulullah
Savasırken seninle Ömer,Ali gibi yigitler
Kiskanclığı hissetirir bize cennetle müjdelenen o müminler.

Dinleyemedik kabede o mübarek sohbetini
Alamadık bedirde ön saflarda yerimizi
Yardım edemedik sana kurmak icin o devletini
Icemedik ya Rasulullah icemedik sehitlik serbetini

Ya Rasulullah gel görki görmek istemesin ümmetin bu halini
Insanlar dinlemek istemez mübarek hadislerini
Ararsïn anam babam sana feda olsun diyen sahabelerini
Özledik Ya Rasulullah özledik asri-saadet günlerini

alıntı

02
May
07

Allah’ın Kuluna Dost Olmasının Belirtileri


Allah’ın Kuluna Dost Olmasının Belirtileri

1. Gaybe İman Ettikleri Görülür

‘Onlar gayba inanırlar…’ (Bakara: 2/3)

Hem de öyle bir inanmışlardır ki, bu imanla ne rızık endişesi yaşarlar ne de kader noktasında takıntıları olur.

Onlar sadece şunu söylerler;

‘Allah var, Problem yok!’ [195]

2. İbadetlerini Vaktinde Yaptıkları Görülür

Allah dostlarının kelime hazinesinde, belki de en az kullanılan kelimeler;

‘Yarın, sonra, hele bir bakalım, daha vakit var, emekli olduktan sonra, daha genciz,’dir.

İş öncesi,

Onların en çok kullandığı kelimeler;

‘Şimdi, hemen, ne duruyorsun’dur.

Herhangi bir infak talebinde kem küm yapmadan, yüz rengi değişmeden ve en az kullanılan cümleleri sarfetmeden elleri cebine gidiyorsa onda Allah’ın dostluk pırıltıları vardır demektir.

Diğer ibadetlerde de hızlıdırlar;

‘Ve onlar ki namazlarına devam ederler. (korurlar).[196] (Mü’minun: 23/9)

Herhangi bir müslümanın başı sıkıştığında ilk arayan ve olay mahalline ilk gelen kişide Allah’ın dost olma alametlerini görebilirsiniz. [197]

3. Namazlarında Huşu İçindedirler

Allah dostları ikindiye on dakika kala öğlen namazlarını kılmaya çalışmazlar. İbadetleri vaktinde eda etmeye alışık oldukları ve ibadetlerinden zevk aldıkları için vaktin girmesini sabırsızlıkla beklerler.

Ve namazla Allah’a yaklaşacaklarını bildikleri için namazlarında huşu içindedirler… Secde’yi çok iyi değerlendirirler…

‘Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.’ (Mü’minun: 23/2)

Camiye girerken, cami içinde gördüğünüz kişi sizden sonra camiden çıkarsa O’nda bu ayetin tecellisini görebilirsiniz. [198]

4. Onlar ki Boş ve Yararsız Şeylerden Uzaklaşırlar

Allah-u Teala, dost seçtiği kişilere vaktin değerini ve önemini bir şekilde ilham etmiştir… O yüzden vakitlerini pirim getirmeyen işlerde harcamazlar…

Geyik muhabbeti yapılan yerde ilk ayrılan, ecir pazarına ilk koşan kişiye dikkatli bakın… Çünkü O ve Onun gibileri;

‘Onlar ki; boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler’ (el-Mü’minun: 23/3) [199]

5. Onlar ki İffetlerini Korurlar

Ne ferdi hayatlarında ne de ailevi hayatlarında en küçük bir iffetsizliğe rastlayamazsınız. Olabildiğince namuslarını korurlar…

‘Ve Onlar ki iffetlerini korurlar.’ (Mü’minun: 23/5) [200]

6. Onlar ki Emanetlerine ve Ahitlerine Riayet Ederler

İnsanın aldıkları emanetleri korumaları, o insanı ya da aldığı emaneti çok sevdiğinden, ya da emanet sahibinden çok korktuğundan emaneti muhafaza etmez.

Allah dostları, aldığı emanetin arkasında Allah’ı görürler… Ve koruyucularına dair Allah’a söz verirler…

O yüzden oldukça hassastırlar… Aynı şekilde verdikleri sözde durmaları da Allah içindir.

‘Yine onlar ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.’ (Mü’minun: 23/ [201]

7. Dünyevi Hiçbir Menfaat Beklemezler

Hem ne diye beklesinler ki?.. Onlar, Rasulullah (s.a.v.)’ın şu hadisini tüm hücreleriyle sindirmişlerdir adeta;

Ebu’l-Abbas Abdullah b. Abbas (r.a.) dedi ki: Bir gün Rasulullah (s.a.v.)’ın terkisinde idim. Şöyle buyurdu:

“Ey oğul, ben sana bir kaç kelime öğreteyim. Allah’ı koru ki,[202] O da seni korusun.[203] Allah’ı koru ki, O’nu karşında bulasın. Dileyecek olursan, Allah’tan dile. Yardım isteyecek olursan, Allah’tan yardım iste! Şunu bil ki, eğer bütün insanlar (en ufak) bir şey ile sana faydalı olmak için bir araya toplanacak olsalar Allah’ın senin için yazmış olduğundan başka bir şeyle fayda sağlayamazlar. Eğer sana her hangi bir şeyle zarar vermek için bir araya toplanacak olsalar, Allah’ın senin aleyhine yazmış olduğu bir şeyden başkasıyla sana zarar veremezler. (Çünkü) kalemler kaldırılmış sahifeler (in mürekkebi) kurumuştur.”[204]

Tüm imkan ve olanakları yaratan dururken, neden ikinci ele başvursunlar ki?

Bu sebeple insanlardan dünyevi bir çıkar beklemezler. [205]

8. Dünyada Misafir Gibi Görünürler

Ahiret endeksli bir hayat yaşadıkları için dünyaya pek yatırım yapmayı düşünmezler. İmtihan salonu olan bu dünyanın cazibesine pek kaptırmazlar kendilerini…

Dert ve tasaları Rablerinin rızasını kazanmak olduğu için dünyevi dertleri problem etmezler. Konuşmalarında ve bire bir nasihatlerinde şu gerçek üzerinde dururlar:

İbn. Ömer dedi ki, Allah Resulu bana dedi ki:

– Dünyada bir garip gibi ol. Veya geçici bir yolcu gibi ol.’ İbn.Ömer dedi ki;

‘Sabahladığında akşamı bekleme, akşamladığında da sabahı bekleme.[206]

9. Lükse Önem Vermezler

Cennette lüks bir hayat yaşamayı kafalarına koydukları için ihtiyaçları dışındakilerini yatırıma kullanarak;

‘… Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaçtan fazlasını” de…’ (Bakara: 2/219) ayetini yaşarlar… Yine, kitaplarında moda’ya yer yoktur ve israfı sevmezler…

Hz. Ömer (r.a.)’nın şu sözü başlığımızı yeterince aydınlatıyor:

‘Üç şey dışındakiler senin değildir. Yediğin, içtiğin ve giyip eskittiğin.’[207]

10. Ecir Avcısıdırlar

Allah-u Teala, kendisine dost seçtiği insanlara bazı amelleri sevdirmiştir… Kimine, insanlara hizmet etme amelini sevdirmiş. Kimine ilim ruhunu, kimine infak bilincini, kimine gece ibadetlerini sevdirmiştir… Ama bazı Allah dostları var ki tabiri caizse tam bir ecir avcısıdırlar…

Daha çok amel işlemek için pusuda beklerler… Gördükleri avı (ecir) babalarına bile vermek istemezler…

11. İbadetlerinde Lezzet Alırlar

Allah-u Teala, sevdiği kullarının cennetteki derecesini yükseltmek için imanlarını artırır. Artan iman da salih amellere yansır…

Kur’an okurlar;

Kur’an okumalarından aldıkları lezzet, diğer okurlardan farklı olur;

‘Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. (Kur’an okumak) Onların saygısını artırır.’ (İsra: 17/109)

Namaz kılarlar;

Kıldıkları namazlardan aldıkları lezzet başlarını döndürür.

Okuyoruz;

(Tabiinlerden) Müslim b. Yesar hakkında şöyle rivayet edilir;

Müslim b. Yesar namazda iken az veya çok herhangi bir şeyle ilgilendiğini hiç görmedim. Bir gün mescidin bir kısmı yıkılmış çarşıdakiler panik göstermişler. Osman b. Yesar mescidde namaz kıldığı halde bu duruma hiç aldırış etmemişti. Şevzeb şöyle demiştir:

– Müslim b. Yesar evde namaz kılacağı zaman ev halkına, “Konuşun… Ben, sizin konuştuklarınızı duymuyorum.” derdi. O eve geldiğinde ev halkı hiç konuşmaz, namaza durduğunda konuşur, gülerlerdi.[209]

Allah’ı zikrederler;

Zikirleri diğer insanların zikirlerinden farklı olur;

‘Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru. (Ali İmran: 3/191)

İnfak ederler;

İnfak anlayışı diğer müslümanların infak anlayışından oldukça farklıdır;

‘… kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler…’ (Haşr: 59/9) [210]

12. Herkes Tarafından Sevilirler

Allah-uTeala, kulları tarafından sevilince, sanki kullarına jest yapıyormuş gibi diğer insanların kalbine o kuluna karşı sevgi ilham eder…:

Ebu Hureyre (r.a.)’dan.

Resulûllah (s.a.v.) dedi ki;

– ‘Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’e söyler:

– ‘Ben filancayı seviyorum, sen de sev.

Cebrail o filanı sever ve, semadaki meleklere;

– ‘Rabbiniz, filancayı seviyor, ben de seviyorum siz de sevin’ der.

Semadaki bütün meleklerde onu sever.

Allah Rasûlü (s.a.v.) dedi ki;

– ‘Yerde ona kabul defteri açılır. Birine kızdığı zaman da aynısını söyler.[211]

Bu, dünyadaki mükafattır… Tabi bir de cennetteki mükafat vardır ki, baş döndürür…

Bir insanın diğer insanlar tarafından sevilmesi bazı nedenlere dayanır;

1. Doğru sözlü olmaları

2. Emanete ihanet etmemeleri

3. İnsanların mallarında ve namuslarında gözleri olmamaları

4. Tebessümlü olmaları

5. Kavgacı ruhları olmamaları

6. Kendine ve çevresine saygılı olmaları vs.

Bu tür vasıfları barınanlar insanların sevgisini üzerlerine çekerler…

Bu tür vasıflara sahip olmakta Allah’ı sevip ona dost olmakla mümkün olur ancak…

Eğer çevreniz tarafından hiçbir menfaat beklenilmeden seviliyorsanız, bilin ki Allah ta sizi seviyor. [212]

13. Konuşmalarında ‘Bence’ Kelimesine Pek Rastlanmaz.

Akıllarını ‘vahye’ sattıkları için her konuda ‘vahye’ (Kur’an ve Sünnete) danışırlar. Herhangi bir konu için;

“Allah buna ne der?

Peygamber bu konu hakkında ne demiş?

Ulemalarımızın görüşü ne?” diyerek pek de görüş beyan etmezler.[213]

‘Ey iman edenler!Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasul’e götürün (Onların talimatlarına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa: 4/59) [214]

14. Allah’tan Başkasından Korkmazlar

Allah dostları şu gerçeği çok iyi bilirler;

Tüm dünya bir araya gelse, ancak Allah’ın takdir ettiği kadar zarar verebilirler…[215]

İşte bu gerçeğe iman etmiş olmaları, kalplerindeki Allah dışında tüm korkuları söküp atar…

Neden korkacaklar?

Başlarına gelmeyecek musibetin isabet etmesinden mi?.. Yazılmamışsa zaten kimse zarar veremez.

Yazılmışsa da hiç kimse merhamete gelip o zararı def edemez…

Onlar Allah’ı sevdiler ve bu sevgi diğer korkuların silinmesini sağladı.

‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. (Hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar.) Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lutuftur. Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir. (Maide: 5/54)

Sevgi ve korkunun giriş ve çıkışları kalpte gerçekleşir… Kalbin tasarrufu kimin elinde? [216]

15. Dilleri Zikirle Islaktır

Günün her saatinde ve her ortamda Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve sanatını gördükleri için hayranlıklarını dile getirirler…

‘Subhanallah’

‘Elhamdulillah’

‘Allahuekber’

Allah’ın, zikredilmeyi çok sevdiğini bildikleri için dillerini en çok bu yönde kullanırlar… [217]

16. Saatlerini Gece 2.30’a Kurarlar

O saatte kalktıklarını Allah’tan başkasının görmemesi için oldukça dikkat ederler.[218] Gecenin mutluluğunu ve muhabbetini yalnızca Allah ile paylaşmak isterler.

O saatlerin önemini Allah dostları bakınız nasıl dile getiriyorlar;

Ata b.ebi Rabah;

“Gece namazı, bedene ve bütün organlara kuvvettir. Bu namaza kalkan kimse, sevinçli ve huzurlu olur. Kalkmayan, üzüntülü ve kalbi kırık olur. Kendini birşey kaybetmez gibi hisseder. Gerçekten de o çok faydalı şey kaybetmiştir.[219]

Hz. Ebu Bekir, son anlarının yaklaştığını hissedince, kendinden sonra halife olacak Hz. Ömeri çağırarak şu vasiyette bulundu:

“Ey Ömer!, Allah’tan kork ve bil ki Allah’ın gece yerine getirilmesi gereken hakları var, onları gündüz kabul etmez; gündüz yapılması gereken hakları var onları da gece kabul etmez.

Hz. Ömer, çoğu gün uyuyacak zaman bulamadığı için, oturduğu yerde uyukladığı olurdu. “Gündüz uyusam halkın işlerini göremem, gece uyusam Allah’tan gelecek payımdan mahrum kalırım” derdi.[220]

Selman-ı Farisi, gece karanlığında namaz kılmaya başlar, yorulduğunda ise dille zikreder, yine yorulunca ağlar, bundan da yorulunca ayet ve azamet-i ilahiyyeyi tefekkür ederdi. Sonra kendi kendine “İstırahat ettin, haydi kalk!” der ve namaza devam ederdi. Bir süre namaz kıldıktan sonra “İstirahat ettin, artık zikir yap!” der ve zikre başlardı. Böylece gecesini hep namaz, zikir ve tefekkürle geçirirdi.[221]

Allahû Teâlâ’nın, bir insana gece vaktini sevimli kılması demek; O insana birçok lutufta bulunmuş demektir….

İşte bu yüzden; saatlerini çoğunun kurmadığı bir saate kurarlar… [222]

17. Yürüyen Kur’an Çağrışımı Yaparlar.

Allah’a dost olan bir insan, Allah’ın emir ve yasaklarının dışına çıkmaz. Allah’a olan itaatlerini amelleriyle ispat etmeye çalışır.

Bunun için, Kur’an’dan aldıkları her on ayeti yaşadıktan/pratiğini yaptıktan sonra bir on ayet daha alırlar… Gün gelir, kağıt üzerindeki ayetler insan amelinde sergilenir…

İşte Allah dostları, konuşmalarıyla, görüşmeleriyle, nasihatlarıyla, üzülmeleriyle, ticaretleriyle, komşuluk ilişkileriyle, adaletli oluşlarıyla, edepli oluşlarıyla, kardeşlik hukukunu gözetmeleriyle, yardımlaşmalarıyla, adeta Kur’an’dan inciler sergilerler…

Onlar, insanlar için iyi bir Kur’an fihristidirler… İstediğin ayeti onların amellerinde bulabilirsiniz…

Ne mutlu O Allah dostlarına ki Kur’an’ı bedenlerine giydirdiler… [223]

18. Hiç Kimsenin Kınamasından Çekinmezler

Allah’ın tüm insanlara tavsiye ettiği bu büyük dini seçerken hiç kimseye danışmayan Allah dostları hiç kimsenin kınamasına da kulak vermezler…Çünkü, Allah ile yapmış oldukları dostluk sözleşmesinde şu ibarelerin altına imza atmışlardır:

1. Senden başka hiçbir ilah yoktur Allah’ım!

2. Tüm canlıların rızkını sen verirsin!

3. Herşey senin kontrolünde

4. Senin, ya da bir başkasının rızası arasında kaldığımda, senin rızan diyeceğim.

İşte bu yüzden hiç kimsenin kınamalarına aldırış etmezler ve korkmazlar…

Eğer haklı olduklarına inanıyorlarsa, çürütücü deliller dışında hiçbir göç onların kararını bozamaz! (Allah’ın izniyle). [224]

19. Canlarını Heran Vermeye Hazırdırlar

Allah’a dost olmaya çalışan bir insan, her an patlamaya hazır bir bomba olan bir insandır. Ecir avcısı olarak da tanınan Allah dostları, nefse en ağır gelen amellere de talip olurlar;

‘Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip O yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir. (Ahzap: 33/23)

Bir an önce gerçek dosta kavuşabilmenin hesabını yaparlar… Bu arzu ve istekleri hem çokca salih amel işlemelerini sağlar hem de şehadet kervanına katılmadan önce rezervasyon yaparlar… Adları okunduğunda;

‘Tüm imanım ve aşkımla, işte buradayım’ derler. [225]

20. Yoklukta Bile Varlıklı Görünürler.

Allah dostları, yokluk zamanlarının en iyi ilacı olan sabır ve tevekkülü kullanırlar… Hiçbir şekilde insanların ellerine bakmazlar… Taleplerini gerçek dosttan yana kullanırlar… Böylelikle onurlu ve izzetli bir şekilde hayatlarına devam etmiş olurlar. [226]

21. Kardeşlerini Kendi Nefislerine Tercih Ederler.

Bu tercihleri Allah’a olan sevgilerinden kaynaklanır. Allah dostları için bir kardeşe hizmet etmek demek, Allah’a hizmet etmek demektir.

Allaha karşı sevgi ve saygıları; kardeşleri için her türlü riski göze alacak kadar ileridedir.

Uhud’da ne olmuştu?

Uhud’da, yaralı mücahidler, ihtiyacı olduğu halde kendilerine uzatılan suyu içmeyip diğer kardeşlere verilmesini istemişlerdir. Onlar da aynı fedakarlığı gösterip diğer kardeşe verilmesini istemişlerdir… Yaralıların hepsi şehid olur, su bardakta kalır…

Allahû Ekber!

Bir insan nasıl olur da kardeşini nefsine tercih eder? Nedir bu işin sırrı?

Bir Allah dostu bunu şöyle açıkladı.

Müslüman kardeşin, birçok soruları barındıran imtihan sorundur. Çözdükçe Allah’ın rızasını kazanırsın. Yani müslüman kardeşinin arkasında Allah’ı göreceksin.

Durum böyle olunca o müslüman, gözünde değer kazanır. O müslümanı kırmak istemezsin… Soruyu beğenmeyen bir öğrenci nasıl başarılı olabilir ki?

Müslümanı sev, Allah da seni sevsin.

Müslümanın kusurunu gizle, Allah da senin kusurlarını gizlesin.

Müslümanın ihtiyacını karşıla, Allah’da senin ihtiyacını karşılasın.

Müslümana ikram et, Allah’da sana ikram etsin.

Müslümanı nefsine tercih et, Allah’da sana değer versin.

Hiçbir menfaat beklemeden yaranıza kan veren bir müslüman görürseniz, biliniz ki Allah size dostunu göndermiş de ders almanızı istemiş. [227]

22. Hücrelerinde Kibir Virüsüne Rastlanmaz.

Kibirlenmeyi hak edecek hiçbir malzemeye sahip olmadıklarını bildikleri için kibirlenmenin yanından bile geçmezler.

Kibirlenenlerin akibetinin ne olacağını adı gibi bilirler;

‘Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir.’ (Zümer: 39/72) [228]

23. Bulundukları Her Ortamda Allah’ın Rızasını Ararlar.

Susmaları gereken yerde konuşmazlar, konuşmaları gereken yerde de kesinlikle susmayı tercih etmezler…

Kalkmaları gereken yerde kalkarlar, beklemeleri gereken yerden de bir yere ayrılmazlar… Yeter ki O amellerde Allah’ın onayı olsun! [229]

24. Sabır Ve Şükür, Hayatlarının Vazgeçilmez İkilisidir.

Allah’ın; hangi vasıfları taşıyan müslümanları sevdiğini bildikleri için sonunda sabrı getiren amelleri işlemeye çalışırlar…Ve bir şekilde sıkıntılı bir hayat yaşarlar… Hiçbir zaman dil ile ya da surat asarak isyanvari görüntü içine girmezler…

Herhangi bir maddi ya da manevi sıkıntı içinde görürseniz, sorun onlara;

– Nasılsınız?

verecekleri cevap;

– Elhamdulillah…İyiyim…. Daha da beteri olabilirdi. Her halukârda elhamdulillah’ olur.

İşte O Allah dostuna sıkı sıkı sarılın…Çünkü O size tevekkül, teslimiyet ve sabır dersi vermiştir. [230]

25. Vakitlerine Değer Verirler.

Zamanla yarıştıklarını bilirler… Sol tarafındaki meleği yormamak! için vakitlerini boşa harcamazlar. Onları her an bir işte görürsünüz… Hayatları dolu doludur…

Bir işi bitirince diğerine başlarlar… Tembel değillerdir. Özellikle de Allah’a daha çok yaklaştıracak amellerin hangi vakte denk geldiklerini bildikleri için hayatlarını O vakte ayarlarlar… [231]

Sonuç

Allah’a dost olmaya çalışan bir müslüman olarak derim ki;

Allah, sizi kendisine dost olmaya zorlamıyor. Bu konuda oldukça serbestsiniz. İster Allah’ı ve dostlarını dost edinin ister başkalarını… Ama unutmayın ki başkaları sınıfındaki dostlar babanız ya da en yakınınız da olsalar şeytanın dostlarıdırlar…

Çünkü Allah ve dostları dışındaki tüm dostluklar Şeytani olarak adlandırılır.

Eğer Allah’a dost olmaya karar vermişseniz unutmayın ki; Bu saate kadar ne kadar çok günah işlemiş de olsanız Allah’a dost olabilme olasılığı her zaman yüksektir.

• Allah ile kurulacak olan dostluğun önündeki engelleri tesbit edip gerekli önlemleri almak dostluk yönünde önemli bir adımdır…
• Allah ile dostluk nasıl kurulabilir başlığı altındaki yazılarla sınırlı kalmayın… Başka vesileler de arayın…
• Allah ile kurulacak dostluğun getirisini ve O’na dost olamamanın götürüsünü iyi bilin ki vereceğiniz dostluk kararı sağlam olsun.
• Allah’ın, kullarına dost olmasının belirtilerini kendi nefislerinizde tecelli ettirmeye çalışın…

Allah ile dostluğumuzun önündeki engelleri bir bir aşıp O’na dost olabilmemiz duasıyla….

KAYNAK:
[195] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 180.

[196] Zannetmeyin ki Feyzullah bu tür vasıfları taşıyor. Vallahi bu sayfaları utanarak yazıyorum. Çünkü bu sayfayı yazarken sabah ezanı okunuyor ve camiye uzaklığım 300-400 metre… İnşaallah ‘şimdi’ kelimesini kullananlardan oluruz… inşaallah…

[197] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 180-181.

[198] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 181.

[199] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 181.

[200] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 181-182.

[201] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 182.

[202] Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerini yaşamaya çalış.

[203] Allah’ın kuluna dünyada yardım etmesi, cennette derecenin artırılması.

[204] Tirmizi.

[205] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 182-183.

[206] Buhari.

Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 183.

[207] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 183-184.

[208] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 184-185.

[209] İbnü’l-Cevzi, Sıfatu’s-Safve: 3/72; İman ve Salih Amel, Abdulhamid Bilali, Buruc Yayınları.

[210] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 185-186.

[211] Müsned: c:3 s.: 299. hd: 3481, 9341.

[212] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 186-187.

[213] Özellikle de hüküm istenen konularda.

[214] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 187-188.

[215] Daha önce kaynağı verilmiştir.

[216] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 188-189.

[217] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 189.

[218] Evli olanlar için birbirlerini uyandırmaları tavsiye edilmiştir.

[219] İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-nihaye: 9/294.

[220] İbnü’l-Cevzi, Sıfatu’s-Safve: 1/264.

[221] Kevseri, Altun Silsile, 47.

[222] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 189-190.

[223] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 191.

[224] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 191-192.

[225] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 192.

[226] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 192.

[227] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 193-194.

[228] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 194-195.

[229] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 195.

[230] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 195-196.

[231] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir?, Karınca Yayınları: 196.




İlahiaşk

Blog İstatistiklerim...@

  • 899.820 hits

Hatırlatıcı Notlar

 

 

İlahi Aşk Yolculuğu

İlahi Aşk Yolculuğu kitabımızın Kitapyurdunda da satışları başlamıştır.

İmam-ı Gazali

İmam-ı Gazali son nefeste iman üzere ölmek için aşağıdaki duanın sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okunmasının tavsiye etmiştir Bismillahirrahmanirrahim " Ya hayyü ya kayyumü ya bedias semavati vel erdı ya zel celali vel ikram" Allahümme inni es'elüke en tuhyiye kalbi bi nuri ma'-rifetike ebeden ya allahü ya allahü ya allahü ya rahmanü ya rahıymü bi rahmetike ya erhamer rahımiyn"

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçu Mihrican Ulupınar

Yaşam Koçluğu
Hayatında denge problemi yaşayan,
kişiliğinde, aile ilişkilerinde, ebeveynliğinde, sosyal ilişkilerinde, eğitiminde, ruhsal dünyasında kendini geliştirmek ve problemlerini çözümlemek, hedeflerine bilinçli yol almak için deneyimli bir rehbere ihtiyaç duyan, bayan danışanlara yardımcı olmak için buradayım. Saygılarımla.

Yaşam Koçu

İletişim için : DM’den ulaşabilirsiniz.

mihricanulupnar

Profesyonel bir yaklaşımla ve uygun fiyatlarla hizmet vermekteyiz.

 

@Hakkımda…@

15 Kasım 1971/26 Ramazan 1391 Niğde Değirmenli Kasabası doğumluyum.

1977′ den itibaren Eğitim hayatımı İstanbul’da tamamladım.

Halen Dünyanın incisi İstanbul’da ikamet etmekteyim.

Biz Mevlamızın İlahiaşkının Hamallarıyız

Tek derdimiz; Mevlamızın Hakiki Kullarından Olabilmek ve Rızasını Kazanabilmek…

Terk-i dünya/ Terk-i Ukba/ Terk-i Terk/ Hiçlik/ Aşk-ı Deryada damla / Kulluk…

Dileğimiz; Son Nefesimizde Şeb-i Arusu yaşayabilmek ve Cennetten Cemalullah’ ı müşahade edebilmektir…

Saygı, Sevgi ve Hürmetlerimle…

Mihrican Uymaz Ulupınar

mihricanulupinar@gmail.com

Mayıs 2007
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031  

Hoş Geldiniz :)

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 363 aboneye katılın
Follow Ebedi Sevgiliye Doğru on WordPress.com

Flag Counter

Map

https://www.youtube.com/watch?v=l2LQOB1OcBQ

Bizi Takip Edin